İmralı’nın ilk çağrısından bu yana aylar geçti. Barış ve demokrasi bekleyen insanlar giderek sabırsızlanıyor. Sabırsızlanma bir süre sonra umutsuzluğa, o da öfkeye neden olur.
PKK’den yapılan açıklamalar, iktidarı bir an önce adım atmaya çağırıyor. Oyalanma beklenmedik gelişmelere neden olabilir. “Dış güçlerin” provokasyonlarına gerek yok. İktidar “ateşkese” yanaşmayarak tehlikeli ortamı bizzat devam ettiriyor. HPG bültenlerinde gerilla kayıplarına dair haberler yayınlanıyor. Bir süre sonra TSK bültenlerinde de asker kayıplarını görebiliriz. Çünkü TSK savaşı devam ettiriyor. Barış sürecini baltalamak isteyen bir ajans ya da TV ya da gazete bu asker kayıplarını manşete çıkardığı gün, neler olacağını tahmin bile edemeyiz.
İnfaz yasasının son anda daraltılması, verilen sözlerle ilgili tasarının Eylül ayına ertelenmesi çok kötü bir işarettir. Bu üç ayın sonunda nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızı bilemeyiz.
Soru şudur: Acele etmesi gereken kim?
AKP çevreleri acele etmesi gerekenin PKK olduğunu iddia ediyor. Buna göre PKK’nin silahlı savaşa son vermesi ve illegal örgüt yapısını feshetmesi yetmezmiş. Silahlarını derhal tayin edilecek yerlere teslim etmeliymiş.
Oysa sürecin denklemi çok açık:
Erdoğan şu anda verilen sözlerin gereğini yerine getirse ve beklenen somut demokratik adımları TBMM’de karara bağlasa, PKK buna rağmen silah bırakmamakta ısrar ettiği zaman, bütün bu adımları TBMM’deki çoğunluğu ile bir günde geri alabilir.
Buna karşılık PKK, istendiği gibi silahlarını devlete teslim ettiği halde Erdoğan bunun gerektirdiği adımları atmaz, bildiği yoldan yürürse, PKK teslim ettiği silahları geri alamaz.
Bu da kendiliğinden gösterir ki, PKK gereken adımı 12. Kongre’de atmıştır, sıra artık TBMM’ndedir. Ucu barış sürecinin sabote edilmesine açılan oyalanmanın sorumlusu PKK değil, AKP iktidarıdır.
Atılması gereken en önemli adım Başkan Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Bu gerçekleşmeden PKK Kongre kararlarının pratiğe geçirilmesinin mümkün olmadığını PKK sözcüleri ısrarla dile getiriyor.
Neden acaba?
Çünkü 12. Kongre’de PKK kendini feshederken, bundan sonra Kürt özgürlük mücadelesini fiilen sevk ve idare etme ile ilgili tüm yetkilerini Başkan Apo’ya devretmiştir. Silahların tesliminden, Kürt sorununu çözme amaçlı mücadeleye kadar tüm yetki Başkan Apo’dadır.
Fesihten sonra nasıl bir örgütlenmeye gidileceği, kadroların ve savaşçıların nasıl görevlendirileceği, silahların nereye, hangi yöntemle teslim edileceği ve daha nice karmaşık sorunun nasıl çözüleceği, artık PKK Merkezi’nin değil sadece Başkan Apo’nun yetkisindedir.
Ne var ki, kendisinin de dile getirdiği gibi böyle ağır bir sorumluluğu yüklenen Başkan Apo, esaret altında ve devletin denetiminde bu ağır sorumluluklarını yerine getiremez.
Eğer iktidarın amacı, milyonlarca Kürt halkını hem Önderliğinden ve hem de partisinden yoksun bırakmak ve halkı boğazı kesik tavuğa döndürmek değilse, iktidar PKK’nin feshi karşılığında Başkan Apo’nun özgürlüğünü kayıtsız şartız kabul etmelidir. Hatta diyebilirim ki, Kürt sorununun çözümüyle ilgili tek bir demokratik adım atmasa bile, iktidar Başkan Apo’nun özgürlüğünü hukuki temelde, geri alınmaz bir netlikte tanıdığı gün, PKK’nin fesih ve silahsızlanma kararı o anda yürürlüğe girmiş olur.
Buna karşılık iktidar Başkan Apo’nun özgürlüğünü, İmralı sisteminde azar azar “iyileştirmelerle” zamana yayar ve bu iyileştirmeleri bile hukuki bir zeminle kesinleştirmezse, güven bunalımını derinleştirir ve Kongre kararlarının hayata geçirilmesini ciddi şekilde zorlaştırmış belki de engellemiş olur.
Şu da var: Türkiye özellikle şu uluslararası durumda “beka” sorunuyla karşı karşıya kalmasına neden olan savaşa son vermiş, illegal örgütlenmeyi sona erdirmiş, böylece yalnız Kürt halkına değil, Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyetine büyük bir imkan sağlayan Başkan Apo’nun özgür olmasından, savaş rantçısı oligarşi dışında kime ne zarar gelebilir? O’nun özgürlüğünde barış, demokrasi ve Kürt-Türk kardeşliği gerçekleşecekse İmralı sistemini şu ya da bu şekilde devam ettirmenin sebebi ne olabilir? Sanırım Devlet Bahçeli, lisan-ı münasiple bu soruları Erdoğan’a soruyordur.
Elbette hiç kimse Başkan Apo’yla ilgili “özel” bir ayrıcalık talep etmiyor. Talep şu: Bütün politik tutsaklara eşit davranın, tüm zindanların kapılarını açın. Bu artık mümkündür, oy kaybetme kaygısına yer yoktur: Çünkü zindanlarda sadece Apocular ve devrimciler yok. AKP ve MHP mensupları dışında herkes var. O halde AKP ve MHP zindan kapılarını açma niyetindeyse, onların dışındaki tüm politik güçler böyle bir adıma itiraz etmeyecektir.
Endişeye mahal yok.
Not: MLKP’nin PKK 12. Kongresi’yle ilgili açıklamasını eleştirdiğim yazıda geçen “bir bakıma savaş ilanı” ifadesi, bazılarınca kelimenin gerçek anlamında “savaş ilanı” gibi anlaşılmıştır. Yazının bütününden ve “bir bakıma” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, kastedilen “ideolojik savaş ilanıdır.