İnsanların psikolojisi farklı farklı.
Kongreden çıkacak PKK’yi feshetme kararına kimimiz üzüldü, kimimiz sevindi. Hatta kimisi de sanki ülkede yaşanan yüz yıllık trajedinin sorumlusu PKK’ymiş gibi “barış geldi” heyecanına kapıldı.
Ne üzülmenin ne de bayram yapmanın anlamı yok. Anlamaya çalışalım.
Bu satırları yazarken Kongre kararının ayrıntılı bilgisine sahip değildim. Ancak 12. Kongre’nin Başkan Apo’nun gösterdiği yönde karar almış olduğundan şüphem yok.
Bu açıdan PKK 12. Kongresi’ni ülkenin demokratikleşmesine direnen unsurlara karşı, tarihi ve benzer ayaklanma örneklerinde bir eşine rastlanmayan, büyük ve ciddi sonuçlar doğuracak bir “meydan okuma” olarak değerlendiriyorum.
Kırk yıl önce “silahla” yapılan meydan okuma, bu defa “silahsız” gerçekleşiyor.
PKK’liler o zamanlar bir avuç “talebeydi”. 12 Eylül darbesi Türkiye’nin üstüne bir kabus gibi çökmüştü. Hepsi de devletin takibinde olan bu gençler, İdamların ve Diyarbakır zindanını salhaneye çeviren işkencelerin sonucunda, kendilerine bir başka yol bırakılmayışının çaresizliği ile silahı çare saymış, illegal askeri-politik örgütlenmeye yönelmişti.
Bugün de demokrasi yok. Geçen yılın Ekim ayından beri bırakalım demokratikleşme yolunda adımları, ülkede “seçimsiz otokrasi”den söz edilen bir ortam oluştu. O halde silahı bırakıp, silahlı mücadeleye uyumlaştırılmış illegal örgütü feshetmenin dayandığı özgüvenin sebebi ne?
Sebep açık:
“Silah” da, silahlı illegal örgüt de amacına ulaştı. Sebep budur. Çünkü silahın da silahlı illegal örgütün de hedefi, reel sosyalizmin dağılmasından sonra, Kürdistan’ı silahla özgürleştirme yerine, silahsız ve legal demokratik yoldan özgürleştirmenin önündeki engelleri ortadan kaldırmak oldu. Eğer devlet bu engelleri 1993 yılında kaldırsaydı, o gün PKK silahlı mücadeleyi sonlandırırdı.
Başkan Apo, Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportajda Kürt sorununu demokratik siyasi yoldan çözme düşüncesini açık bir şekilde dile getirmişti.
O günden bugüne kadar iktidarlar çok kısa dönemler hariç, Kürt sorununu silahsız, barışçı yoldan çözmeye imkan tanıyan adımlar atmadı.
Ancak direniş, tüm engellere rağmen legal, barışçı ve parlamenter mücadelenin şartlarını büyük ölçüde yarattı. Kürt halkı Apocu düşünce etrafında milyonlar halinde birleşti. Peş peşine kapatılmasına, başkanlarından sıra üyelerine kadar binlercesinin tutuklanmasına ve hatta öldürülmesine rağman legal siyasi örgütünü yarattı. Böyle bir örgütlenmeyi önlemek için konan seçim barajını kan revan içinde aştı. Bugün omurgasını Apocu Kürt halkının oluşturduğu Kürt legal özgürlük hareketi TBMM’nin üçüncü partisidir. Bugün Kürt sorununun çözümü önündeki Anayasal, yasal ve idari engeller kaldırılsa, bu legal hareket oyların yüzde yirmisini aşan bir güçle iktidarda söz sahibi olacak kuvvete sahiptir.
Savaş çözüm sürecini yıkan iktidar tarafından başlatıldı. Şu anda bile bu savaşa son verildiğini söylemek için erkendir.
Fakat 12. Kongre savaş ve diktatörlük yanlılarının elinden en büyük silahı kaldırmak üzeredir. Artık hiç bir anti demokratik Anayasa maddesi, Terörle Mücadele Yasası, idari ve kanunsuz yasaklar, kayyım gaspları az sonra savunulamayacaktır.
Ya savunulursa? Ya Başkan Apo’nun özgürlüğünün önüne duvar çekilirse? Ya AKP’nin CHP’ye karşı yürüttüğü saldırı ülkeyi seçimsiz bir rejime doğru sürüklerse?
Bu sorular meşrudur. AKP’nin 12. Kongreye henüz nasıl bir cevap vereceğini bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz:
AKP iktidarı yürüdüğü anti-demokratik yolda, Kongre’den sonra da yürümeye devam ederse, bu yolun önünde artık onu durduracak Türk ve Kürt halkının büyük çoğunluğu vardır.
Gerek iktidar, gerek Dem Parti, gerekse tüm muhalefet, karşılıklı olarak büyük bir soğukkanlılık içinde hareket etmek zorunda. Çünkü PKK yönetici organlarından ve sınırlı sayıdaki illegal askeri örgütlerden ibaret bir parti değildir. Bir “harekettir.” Nerede bir Apocu varsa, PKK oradadır. Kürdistanlıların büyük çoğunluğunun her evi, bir bakıma bu hareketin temel örgütüdür. Böyle bir hareketi yöneten partinin tek bir Kongre’de alınan kararla bir kaç günde, hatta bir kaç ayda tüm varlığına son vermesi de, içinde karanlık unsurların yer aldığı Türk devletinin de bir kaç günde ya da bir kaç ayda demokratikleşmesi de mümkün değildir. Bundan sonraki süreç karşılıklı etkileşim içinde adım adım ilerleyebilir. Çok kritik bir aşamadayız. Bu aşamada gerçekten kalıcı barışa ve demokrasiye de ulaşabiliriz, bugünleri bile aratacak kaotik bir gelecekle de karşı karşıya kalabiliriz.
Bu bakımdan şu anda tırmanan siyasi gerginlik yerine, “normalleşme” yönünde adımlar atmak, hem iktidarın hem de muhalefetin görevidir.
İlk iş İmralı sistemini yıkmak ve ülkeyi bugünkü umut vaat eden aşamaya getiren Öcalan’ın, bu kritik aşamayı sevk ve idare edecek şartlara kavuşturmaktır.