Yeni süreçte çözüm yanlıları 1921 Anayasası’ndaki çok etnikli mirasın hayata geçirilmesini isterken, çözüm karşıtları ise Kürt sorununu derinleştiren 1924 Anayasası’nın mirasının korunması gerektiğini vurguluyor
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın” ardından Kürt sorununun çözümü konusunda, atılması gereken adımlar kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Çözüm konusunda tartışılan başlıklardan biri ise iktidarın da değişmesine sıcak baktığı yeni anayasa tartışması oldu.
Yeni anayasa tartışmalarında iki görüş ön plana çıkıyor. Kürt sorununun “tanınma” eksenli çözümüne karşı çıkan kesimler, soruna kaynaklık eden 1924 Anayasası’nın tekçi mirasını devralan 1982 Darbe Anayasası’nın “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” ilk 4 maddesinin korunmasını savunurken, çözüm yanlıları ise 1921 Anayasası’nın çok etnikli mirasının hayata geçirilmesini savunuyor. Peki, 1921 Anayasası, hangi koşullarda oluştu, nasıl bir yönetim modelini öneriyordu?
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın birçok değerlendirmesinde olumlu atıflarda bulunduğu 1921 Anayasası, yine Abdullah Öcalan tarafından esas alınabilecek bir model olarak sunuldu. Abdullah Öcalan, 3 Ocak 2013’te İmralı Heyeti görüşmesinde, “1921 Anayasası’nı ve 20 maddelik Kürt Reform Tasarısı’nı esas alabilirsiniz. Orada Kürtlerin varlığının kabulü var” değerlendirmesi yaptı. Abdullah Öcalan, yine aynı görüşmede, 1921 Anayasası’nın Kürt-Türk ittifakını güçlendiren tarihsel bir model olarak yorumladı. Abdullah Öcalan’ın “esas alınmasını önerdiği” 1921 Anayasası’nın felsefesi, yürütülen sürecin barış perspektifine uygun bir zemin hazırlayabilir mi?
Sözleşme sürecin temel taşı
Osmanlı’nın çöküşü sonrası ortaya çıkan otorite boşluğu ve o dönem yeni şekillenen siyasi liderlik, Türk ve Kürt halkını “İslam milleti” adı altında birleştirdi. Bu temelde yeniden şekillenen Türk-Kürt ittifakı, 1921 Anayasası’na da rengini verdi. Özerk yönetim modeliyle kapsayıcı bir ittifak ruhu sunan 1921 Anayasası’nın yerine, Kürt sorunun doğuşuna kaynaklık eden tekçi bir etnik yapıyı güçlendiren 1924 Anayasası getirildi. Kürtleri, zor, baskı, şiddet politikalarıyla Türklüğe asimile etme hedefi taşıyan 1924 Anayasası, Kürt sorunun çözümsüzlüğünü de kronik hale getirdi. Kürt sorunun çözümünü isteyen kesimler, 1924 Anayasası’nın yol açtığı sorunların ortadan kaldırılmasının yolu olarak 1921 Anayasası’nın mirasının anayasal vatandaşlık, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve çok etnikli bir toplumsal sözleşme, sürecin temel taşı olarak görüyor.
1921 Anayasası’nı anlamak için, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü sonrası ortaya çıkan dönem önem taşıyor. 1918 Mondros Ateşkesi ve 1920 Sevr Antlaşması, Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında derin bir belirsizlik yaratıldı. Sevr Antlaşması ile Fırat’ın doğusunda Kürtler için özerklik ve bir yıl içinde bağımsızlık başvurusu imkânı tanırken, Erzirom, Wan, Bedlîs gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu ve Vilayeti Site olarak nitelendirilen 6 ilde müstakbel bir Ermeni devletine bırakmayı öngörüyordu. Bu durum, Kürt toplumu arasında, özellikle bir Ermeni devletinin kurulması korkusunu körükledi. Aynı dönemde, İstanbul Hükümeti’nin otorite kaybı, Anadolu ve Kürdistan’da yerel direniş hareketlerinin doğmasına yol açtı. Bu hareketler, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile birleşerek Birinci Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) kurulmasına zemin hazırladı.
Birinci Meclis
Birinci Meclis, işgale karşı örgütlenme, saltanatın kaldırılmasında, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasında ve nihayetinde Cumhuriyet’in kurulmasında kilit bir rol oynadı. Bu süreçte, mümkün olan en geniş ittifakı oluşturma çabası belirleyici oldu. Farklı siyasi eğilimler, ülkenin kurtarılması hedefiyle bir araya getirilirken, etnik çeşitlilik, “İslam milleti” kavramı ve eşit temsiliyet ilkesiyle birleştirildi. Bu politikalar, 1921 Anayasası ile somutlaşan bir toplumsal sözleşme niteliği kazandı. Anayasa, hem Türk hem de Kürt toplumlarını kapsayan, çok etnikli bir yönetim modelini benimseyerek, dönemin koşullarında radikal bir adım attı.
Paylaşım sonrası Kürtler
Birinci Emperyal Savaşı sonrası, Kürt toplumunun pozisyonu, hem iç hem de dış dinamiklerden etkilendi. Kürdistan, Sykes-Picot Anlaşması’nda galip devletlerarasında paylaştırılması öngörülmüş, Kürtler için herhangi bir statü tanımlanmamıştı. Sevr Antlaşması ise sınırlı bir özerklik vaadi sunarken, Kürt coğrafyasının bir kısmını Ermenistan’a bırakmayı planlıyordu. Kürt toplumu, tarihsel olarak Osmanlı düzeninde yarı özerk bir statüye sahipti. Ancak 19’uncu Yüzyıl’da merkezileşme politikalarıyla bu özerklik büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, aşiret reisleri ve şeyhler gibi geleneksel önderler, Hamidiye Alayları gibi yapılarla sınırlı ayrıcalıklar elde etmişti.
Kemalist hareketin stratejisi
Kemalist hareket, 1919-1923 yılları arasında, Misak-ı Milli sınırlarında otoriteyi yeniden tesis etmeyi ve bağımsız bir devlet kurmayı hedefledi. Bu süreçte üç temel zorlukla karşılaştı: Yunan işgali, olası bir Ermeni devleti ve Kürtlerdeki bağımsızlık fikrinin gelişim olasılığı. Kemalist hareket, batı cephesinde Yunanistan’a karşı savaş yürütülürken, doğuda Ermeni devleti ihtimaline ve Kürt meselesine yönelik çok yönlü politikalar geliştirildi. Temel strateji, Kürtleri “İslam milleti” kavramı etrafında birleştirmekti. Halifelik kurumuna bağlılık vurgusu ve “Ermeni tehlikesi” söylemi, Kürtleri, “milli mücadeleye” çekmek için etkili bir şekilde kullanıldı. Mustafa Kemal, Kürt aşiret liderlerine yazdığı mektuplarda, Ermeni devleti korkusunu ustalıkla işleyerek, Kürtleri din kardeşliği üzerinden birleştirmeye çalıştı. Örneğin, Kazım Karabekir, “Kürtlük cereyanını” engellemek için Ermeni tehlikesini vurgulamanın yeterli olacağını belirtmişti. Yine Kürtlerin, Kasrı Şirin Antlaşması’yla ikiye bölünen Kürdistan’ın bir daha parçalanmaması için ısrarla izlediği politikayla Kürdistan’ın Musul, Kerkûk, Kobanê, Qamişlo’yu kapsayan “Misak-ı Milli” sınırları kabul edilerek, Kürtlerin mücadelede etkili rol oynaması sağlandı. Günümüzde yayılma amacıyla sık sık dilendirilen Misak-ı Milli sınırları, Lozan Antlaşması’yla en çabuk vazgeçilen talepler oldu.
Kürtleri ittifaka dâhil etmek için özerklik vaadi de kritik bir rol oynadı. Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Kürt ileri gelenleri davet edildi, temsil heyetlerine seçildi ve Birinci Meclis’te Kürt temsiliyeti önemsendi. Misak-ı Milli sınırları içinde, Kürtlerin özerk gelişimlerini sağlayabilecek bir yönetim modeli taahhüt edildi. Bu taahhüt, 1921 Anayasası ile somutlaştı.
1921 Anayasası: Çok etnikli bir toplumsal sözleşme
1921 Anayasası, mücadelenin ruhunu yansıtan, çok etnikli ve özerk bir yönetim modeli öngören bir belgeydi. Anayasanın temel ilkeleri, güncel barış tartışmaları için önemli ipuçları sunuyordu. Anayasada “Türkiye Devleti” ifadesi, etnik bir grubu değil, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan tüm halkları kapsayan bir üst kimlik olarak kullanıldı. Mustafa Kemal, Meclis konuşmalarında, Türkiye’nin yalnızca Türklerden değil, farklı etnik unsurlardan oluştuğunu defalarca vurguladı. Örneğin, 24 Nisan 1920 tarihli konuşmasında, “Bu vatan sınırı dahilinde yalnız bir cins millet yoktur” diyerek, çok etnikli yapıyı açıkça ifade etti. Amasya Protokolü’nde de sınırların Türk ve Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu alanları kapsadığı belirtildi. Lozan görüşmelerinde İsmet İnönü, bu çok etnikli yapıyı uluslararası alanda savunarak, Türkiye’nin Türk ve Kürtlerin ortak vatanı olduğunu savundu. Bu yaklaşım, anayasanın etnik bir grubu öne çıkarmaması ve “Türkiye” terimiyle kapsayıcı bir kimlik oluşturmasıyla somutlaştı.
1921 Anayasası’nın en dikkat çekici özelliği, özerklik ilkesine dayalı yönetim modeli olmasıydı. Anayasa’nın 14 maddesi, vilayetlerin manevi şahsiyet ve muhtariyet sahibi olduğunu belirtiyordu. Merkezi yönetime dış politika, adalet, askeriye gibi alanlar bırakılırken, eğitim, sağlık, ekonomi ve bayındırlık gibi konular yerel şuralara devredildi. Şuralar, halk tarafından iki yılda bir seçilecekti. Bu model, hem kongrelerin yerelci karakterinden hem de Sovyet etkisinden izler taşıyordu. Özerklik, sadece Kürtler için değil, tüm etnik gruplar için öngörülmüştü; ancak Kürtlerin ittifaka katılımında bu vaadin özel bir ağırlığı vardı. Mustafa Kemal’in 1919’daki mektupları ve 1921’de El Cezire Cephesi’ne gönderilen talimat, Kürtlerin özerk yönetim hakkını açıkça tanıyordu. 1923’te, bir gazeteciye verdiği yanıtta, anayasanın zaten yerel özerkliklere olanak sağladığını belirtmişti.
Güncel tartışmalar ve 1921 Anayasası
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın inisiyatifiyle başlayan ve PKK’nin silahsız mücadele kararıyla yeni bir aşamaya taşınan süreç, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kültürel haklar ve anayasal reform taleplerini merkeze alıyor.
Bu bağlamda, 1921 Anayasası, birkaç temel nedenle güncel tartışmalara ışık tutuyor:
- 1921 Anayasası’nın “Türkiye Devleti” tanımı, etnik bir grubu öne çıkarmadan, tüm halkları kapsayan bir üst kimlik öneriyordu. Günümüzde, Kürt meselesine çözüm arayanlar, anayasal vatandaşlık kavramını tartışıyor. Anayasal vatandaşlık, etnik kimlikleri yok saymadan, eşit yurttaşlık temelinde birleştirici bir kimlik öneriyor.
- Anayasa’nın özerklik modeli, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi tartışmalarına tarihsel bir referans sunuyor. 2025’te, özellikle DEM Parti’nin yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasına yönelik önerileri, 1921 Anayasası’nın ruhuyla örtüşüyor. Merkeziyetçi politikaların Kürt meselesini derinleştirdiği göz önüne alındığında, özerk yönetim modelleri yeniden değerlendiriliyor.
- 1921 Anayasası, farklı etnik ve sınıfsal grupları bir araya getiren bir ittifak belgesiydi. Güncel barış süreçlerinde, tüm toplumsal kesimlerin katılımını sağlayacak kapsayıcı bir diyalog ihtiyacı vurgulanıyor.
- Anayasanın halkçılık ilkesi, halkın kendi geleceğini belirleme hakkını savunuyordu. Bugün, Kürt toplumunun kültürel ve siyasi hak talepleri, bu ilkenin modern bir yorumunu gerektiriyor.
1924 sonrası kopuş ve yansımaları
1921 Anayasası’nın kapsayıcı ruhu, 1924 Anayasası ile terk edildi. 1924 Anayasası, özerklik maddelerini kaldırarak, Türk etnik kimliğini merkeze alan bir vatandaşlık anlayışı benimsedi. Bu değişim, Kürt meselesinin temel kırılma noktalarından biri oldu. 1925 Şeyh Said İsyanı, özerklik vaadinin terk edilmesiyle doğrudan bağlantılıydı. İsyanın bastırılması ve ardından gelen tekçi politikalar, Kürtçenin yasaklanması gibi uygulamalarla, ittifak ruhu tamamen dağıldı.
2025’te,Türkiye’nin Kürt meselesine çözüm arayışları, bu tarihsel kopuşun izlerini taşıyor. Sürecin başarıya uğraması için 1921 Anayasası’nın sunduğu kapsayıcı ve özerk yönetim modelinden ilham alınması, Kürtler tarafından sıkça dile getiriliyor.
Cumhuriyet dönemi için Kürt-Türk ittifakının temelini oluşturan bu Anayasa, 1924 sonrası terk edilirken, Kürt meselesinin derinleşmesine yol açtı. Sadece siyasi bir mesele değil, aynı zamanda tarihsel bir yüzleşme ve yeniden inşa süreci olarak tariflenen Kürt sorununda; 1921 Anayasası, bu sürecin başlangıç noktası olarak barışa giden yolda umut vaat eden bir miras sunuyor.
Haber: Fırat Can Arslan \ MA