Dr. Dağhan Irak, maç ısrarını şöyle yorumluyor: Yayıncı kuruluş, oynanacak diyorsa oynanır yani! Türkiye’nin futbol için Katar’a ayak sürüyecek hali yok. Çünkü acaba Katar’ın paraları olmasa Türkiye ekonomisi ne zaman iflas etmişti, onu bilemiyoruz!
Emre Caka
Futbol liglerinin başlamasına sayılı günler kala Türkiye futbolunun 2000 sonrası ile devam ediyoruz. Suriye iç savaşı ile başlayan AKP-IŞİD ilişkisinin tartışıldığı günlerde Konya Stadyumu’nda 10 Ekim Katliamı’na saygı duruşunun ıslıklanması, Gezi direnişi ile stadyumların protesto alanı olması ve TFF içerisindeki ‘arınma’… Futbol takımlarında çıkan koronavirüs vakalarının artışının liglerin iptal etmesi için yeterli olmayacağını söyleyen Huddersfield Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Dağhan Irak, “Yayıncı kuruluş oynanacak demiş ise, saray oynanacak demiş ise TFF’nin karar verme yetkisi kalmaz. ‘2 futbolcu sağlığı için’ iktidar Katar’a ayak sürümez” dedi.
- Galatasaray’ın UEFA’yı kazanması ardından Süper Kupa ve Dünya Kupası… Tüm dünyada yaşanan 2000-2004 krizi Türkiye’de pek de gündem olmadı açıkçası. Bu saydığım başarılar ile krizlerin üstü örtüldü mü? Yani kriz yerine Galatasaray’ın başarısı, 2002 Dünya Kupası mı konuşuldu?
Yok. yani şundan dolayı yok diyorum, 1999-2002 arası tabii ki ekonomik kriz çok belirgin ama bir taraftan da Türkiye’nin dönüşümü de önemli. O dönemde Avrupa Birliği’ne adaylığı Türkiye’nin, ekonomik krizden daha çok etki yaptı toplumsal hayata. Çünkü sivil toplum kendini toparlayıp ciddi bir atılım yapma şansı buldu. O dönemdeki demokratikleşmeden AKP çok fayda sağladı, onu da söylemek lazım. Tabii şunu da söylemek lazım; doksanlardaki başarılarla 2002 Dünya Kupası ve 2001 basketbol şampiyonasında kazanılan başarılar arasında ciddi bir ton farkı var. 2000-2003 yılı arasında 90’lardaki kadar sert bir milliyetçilik yok. Türkiye’de 1999’lar sonrası çatışmalarının azaldığı bir dönem ve Avrupa ile ilişkilerin düzenlendiği, 99 depreminden sonra Yunanistan’la yakınlaşma, aynı sene Avrupa Birliği’ne adaylığı… Yani Türkiye’nin aslında ekonomik krize rağmen ‘en aklı başında’ olduğu dönemlerden bir tanesi. O yüzden o iddiaya katılmıyorum. Zaten biliyorsun 2002 seçimlerinde MHP barajı geçemedi. Buna DSP de dahil. Farklı bir dönemdi açıkçası. Biraz daha Avrupa’ya entegre olma umudunun arttığı, biraz daha insanların genel olarak iyimser olduğu bir dönemdi. Tabi bu tür şeyler Türkiye’de pek de uzun sürmüyor. AKP de biliyorsun milliyetçi parti olarak seçilmedi. Tam tersine milliyetçilik karşıtı bir parti olarak kendini tanıttı daha liberal bir çizgiyle. Yani o dönemin ruhu milliyetçilik değildi, 99’da 2007 arasında. He şu denebilir, Galatasaray UEFA Kupası’nı alırken İngilizleri öldürdü. Tabi ki milliyetçi saldırıdır ama kamuoyundan da çok büyük destek görmedi. Çünkü öyle durumlarda toplu halde İngilizlere karşı bilenme falan olurdu ama daha ziyade bu durumda insanlar utandı. Tabi ki utanması olmayan insanlar da var misal; Yılmaz Özdil! O dönem Star’dayken gayet kutlamıştı. Bazı insanların utanması yok yani, ona bir şey yapamıyoruz.
- Özellikle Suriye iç savaşıyla gündeme gelen IŞID-Türkiye ilişkileri AKP iktidarını dünya gündeminde eleştirilere maruz bıraktı. Ankara’da yaşanan katliam sonrası Konya Stadı’nda milli maç sırasında saygı duruşuna bir ıslıkla provokasyon olmuştu. Hem Türkiye içinde hem dünya basınında AKP-IŞİD eleştirilerine karşılık iktidar futbolu yanıt olarak kullandı mı?
Bence o dönem futbol takip etti siyaseti. AKP’nin futbol açısından asıl yaşadığı kriz Gezi sonrası. Daha doğrusu Gezi’den önce 3 Temmuz sürecinde başlayan, devlet ile -o dönemde Fethullahçılar AKP ile işbirliği içerisindeydi devlet aygıtında- taraftarların karşı karşıya gelmesi durumu, Gezi ile beraber iyice doruğa çıktı. Aynı dönemde Gezi’den hemen öncesi 1 Mayıs’ta Beşiktaş taraftarı saldırıya uğradı. Yine İnönü Stadı’nın son maçında polis ateş açmıştı havaya. Galatasaray’ın stad açılışında Erdoğan ve bakanların ciddi anlamda ıslıklanma meselesi var. İşin asıl gerildiği dönem 2011-2014 arası. Stadyumlarda “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarının atıldığı dönem. Asıl meselenin döndüğü yer orası. Bu patlamaların olduğu, IŞİD ile hükümet ilişkilerinin iddia edildiği, Rusya uçağının Davutoğlu emri ile düşürülmesinin krizi, Davutoğlu’nun tasfiyesi… Bu dönemde futbol ikinci plandaydı. Konya’daki ıslıklanma durumu bence tamamen Konya’nın sosyal dokusundan farklı olmamasıyla alakalı.
- 3 Temmuz dedin biraz oraya değinmek istiyorum aslında. Özellikle bu süreçten sonra Türkiye Futbol Federasyonu’nda çok hızlı değişimler oldu. Federasyon başkanı değişti, yönetim kurulu sık sık değişti, Merkez Hakem Kurulu keza öyle. Federasyon içerisinde bir yapılanma süreci, bir türlü kurulamayan düzen…
15 Temmuz’dan beri bütün yapılar, bütün devlet kurumları, özel şirketler de dahil buna… Bir adamın iki dudağı arasına bakıyorlar ve o adamın iki dudağının arasından çıkan laf tahmin edilemediği için çıkan laf sonrası bir panik havası oluşuyor. Ve buna göre konumlanmaya çalışılıyor. Ben bunu Türkiye’nin devlet olma özelliğini kaybetmesi olarak tarif ediyorum. Çünkü devleti eleştirebiliriz ama devletin toplumsal hayatta bir fonksiyonu vardır ve o fonksiyonun ne olduğunu biliriz. Şu an öyle bir şey yok, şu an tamamen o sabah yatakta nasıl kalktığına göre değişiyor her şey. Kimse bunu tahmin edemiyor. Türkiye tahmin edilebilir bir ülke değil uzun süredir, durum böyle olunca bir tane değişiklik her tarafı birbirinden oynatıyor. Bu süreçte bir de tasfiye yaşandı; bir sürü kurumun içerisi Fethullahçı kaynıyordu onlar ayıklandı, yeni tarikatlar dahil edildi. Yani şu an Türkiye hakikaten nasıl yönetiliyor tarif etmek çok zor. Tabii ki futbolda bundan farklı değil, şu an herkes bütçe elindeyken o gücü lehine nasıl kullanacağını düşünüyor, herkes günlük yaşamaya başladı. Devlet geleneği hatta devletin bütün fonksiyonları, sürdürülebilir olması, devamı olması gereklidir. 10 yıl sonra kimin hükümet olacağını bilmezsin ama muhatap olarak karşında birinin olacağını bilirsin. Bütün uluslararası anlaşmalar dahil bu mantıkla imzalanır. Ama şu an Türkiye’de sen bir kurumla iş yapıyorsun 3 gün sonra bir kararname ile o kurum kapatılıyor. Dolayısıyla Futbol Federasyonu’nda da aynı şey var, herkes herkesin ayağını kaydırmaya çalışıyor. Herkes gücü hazır yakalamışken ne kadar kendilerine kullanırım ne kadar yürürsem diye bakıyor; 10 sene sonra ben burada yine at koştururum hesabını yapmıyor. Belki bir gün, belki bir hafta kalacağım düşüncesiyle ne koparsam kardır diye bakıyor. Böyle de bir şey yönetilmiyor, bu oluyor işte!
- Özellikle 2016’da yaşanan prim krizi sonrasında Türkiye halkının milli takıma bakış açısı değişti mi? O “milli” duygularla beslenen ‘forma aşkı için’ söylemleri biraz boşa çıkmıştı.
Türkiye’nin milli takımı yere göre koyamadı dönemler var, milli takımın ciddi bir nefret objesi haline geldiği dönemler de var. Yani Türkiye aslında enteresan bir ülke. Şöyle açıklıyorum ben Türkiye’de kulüpçülük de bir çeşit milliyetçilik olduğu için, Türkiye’de bence kulüpler mikro uluslardır. Hem kendi milliyetçilikleri hem de Türk milliyetçiliği üzerinden kurulmuşlardır. Dolayısıyla bazen kulüpçülük Türk milliyetçiliğini aşabiliyor. Bazı dönemlerde milli takım özellikle başarısız olduğunda o kulüpçülük daha öne çıkıyor. Biraz sempatik gelmesi-gelmemesi meselesi de var. 2002 takımı sempatik takımdı. Bazen öyle karakterler oluyor ki yani kimsenin içinden gelmiyor o takımı desteklemek. 2016 zamanda en başarısız milli takım değildi ama en az sevilen milli takım olabilir. Ama yani o işler de çok değişken. 2016’da Avrupa Şampiyonası’nda Türkiye kazara eğer o son dakika penaltısı olmasaydı İrlanda’nın belki de finale giderdi, bilemezsin ki, o zaman işler tamamen değişirdi. 2002’nin başında Şenol Güneş’i neredeyse çarmıha gereceklerdi. Türkiye tarihinin en büyük başarısını elde etti diyoruz. Büyük başarı dediğimiz 2002 Dünya Kupası’nda Brezilya Kosta Rika’ya 5 tane atmasa son maçta (hiç gereği yoktu ya Brezilya zaten gruptan çıkmıştı) yedek takımla çıksa berabere kalsa Türkiye eleniyordu. Yani dünya üçüncülüğü ile gruptan çıkamama arasında çok küçük bir fark var. Öyle turnuvaların böyle bir özelliği var. Futbol böyle bir şey. Euro 2008, hatırlayalım anormal işler oldu Türkiye açısından. Olası başarı gelseydi 2016 takımını da herkes sevecekti. Türkiye halkının milli takımla kurduğu ilişki çok çıkarcı bir ilişki, başarısız milli takımı sevmiyor. O yüzden hani milliyetçilik tamam da milliyetçilik için milli takıma bir ihtiyacı yok zaten yeteri kadar milliyetçi duyguları veya takımları var. E tabi insanlar düşene vurmayı da seviyor biraz, yani milli takım 5 tane yediği zaman da gayet ilgili olabiliyorlar.
- Fenerbahçe’de gözüken vaka sayıları, ardından Beşiktaş ve Erzurumspor… Federasyonda ise ısrarla bir oynatma çabasını görüyoruz. Senin de bahsettiğin gibi 80’lerde dahi oynandı düzeni aslında hala devam ediyor diyebilir miyiz? Yani o dönemde de futbolu normalleştirme aracı olarak kullanıyorlardı, bu dönemde de. Sporcu sağlığını riske atarak normalleştirme göstergesi olarak kullanma çabası var diyebilir miyiz?
Normalleşme isteği yaratmak için futbol oynatması lazım bir işin bu tarafı var. Bir de işin yayıncı kuruluş tarafı var, yani Katar tarafı. Yayıncı kuruluş, oynanacak diyorsa bu maçlar oynanır yani, o mesele öyle olur. Türkiye’nin futbol için Katar’a ayak sürüyecek hali yok. Çünkü acaba Katar’ın gönderdiği paraları olmasa Türkiye ekonomisi ne zaman iflas etmişti, ne kadar süre önce onu bile bilemiyoruz! Dolayısıyla zaten bir kere gerginlik yaşandı, Bein Sports ile bir gerginlik daha kimse yaşayamaz. Tırnak içerisinde söylüyorum 2 futbolcu hasta olacak diye kimse bu konuya bakmaz. Federasyonun buna değer verdiği yok zaten. Karar mekanizması da federasyon değil zaten. Eğer yayıncı kuruluş oynanacak diyorsa, iktidar oynanacak diyorsa o maçlar oynanır! Hem basketbol hem voleybol federasyonları maçları iptal etmişken futbolun bu kadar ısrar etmesinin Bein Sports ile alakalı olduğunu tahmin ediyorum. Tabi mutlaka bir normalleşme planı da var. Futbol maçlarının oynanmadığı bir normalleşme olmaz. Yani futbol maçlarının oynanması elzem görülmüşse saray tarafından, Futbol Federasyonu’nda itiraz etme hakkı yoktur. Kulüpler bir şey diyebilir mi, buna göreceğiz. Türkiye’de şuan neyin olup, neyin olmadığını dahi bilmiyoruz, bu normalleşme sürecinde de böyle yürütecekler. Hakikaten zararlı olur mu olmaz mı göreceğiz. Eğer yüksek profilli bir isim bu durumla karşı karşıya kalırsa tabii ki olmasını istemeyiz ama böyle bir durum normalleşme algısına zarar verir. “Hastalığı yendik kriz bitti” algısına zarar verir.
BİTTİ