Doğal yaşama yönelik saldırılar 2019’da artarak sürerken, bu saldırılara tepkiler giderek artıyor
AKP iktidarı kurulduğundan bu yana, gelmiş geçmiş tüm hükümetlere rahmet okutacak hızda doğal yaşamın katledilmesine yol açtı. Bu katliamlar 2019 yılında da artarak devam ederken, gelecek yıllarda benzer bir süreç yaşanması halinde Türkiye’de sular, tarım arazileri ve ormanlardan eser kalmayacak. Kaz Dağları’nda 347 bin ağacın katledilmesi sonucu yüzbinlerce insanın katıldığı eylemler ve Kanal İstanbul’a yönelik ortaya çıkan büyük tepki, 2020 yılında sermayenin ve iktidarın saldırılarını rahat rahat gerçekleştiremeyeceğine işaret ediyor.
HES, JES nükleer
İktidarın desteklediği sermaye kesimleri agresif bir tarzla nerede akan su varsa oraya bir HES kurmak için kolları sıvadı. Beraberinde termik (kömür, doğalgaz) santrallere inanılmaz destekler verildi. Nükleer santraller için Mersin’de inşaat başlatılırken, Sinop’ta ise inşa öncesi yüzbinlerce ağaç kesilerek zemin hazırlandı. Tehlikeli ya da tehlikesiz tüm atıkların yakılarak enerji üretimi her ilde desteklenmeye başlandı. HES’lerde yaşanan agresif sermaye hareketi JES’lerle tekrar ortaya çıktı. Özellikle Aydın, Manisa, Denizli ve Çanakkale coğrafyası delik deşik edilerek sondajlara başlandı ve santrallerin ayrık otu gibi her yerde bittiği görüldü.
İlk adım Cargill
İktidarın ekonomi politikaları ranta dayalı bir çizgide hiç değişmeden bugüne kadar geldi. 2002 yılında ABD’nin o dönem başkanı olan George W. Bush yine o dönem Başbakan olan Recep T. Erdoğan’ı arayarak dünya tarım tekellerinden Cargill’in önündeki engelleri kaldırmasını ‘rica’ etti. Ardından Cargill İznik Gölü kıyısında yasalara aykırı olmasına ve 19 kez mahkemelerin durdurma kararına karşın fabrikasını kurdu. Bu fabrika kurulduktan sonra Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) adı verilen, ancak bilim insanlarının büyük çoğunluğu tarafından ‘zehir’ olarak nitelenen NBŞ Türkiye’de tüm meşrubat, tatlılar, gofret ve çikolatalar ve benzeri ürünlerin tamamında kullanılmaya başlandı. Ardından şeker fabrikaları özelleştirildi ve Rusya’dan bile şeker alınmaya başlandı.
Tohum patentlendi!
AKP iktidarın ilk olarak attığı Cargill adımıyla, tarımsal üretimler dünya tohum ve kimyasal ilaç tekelleri için büyük bir pazar haline getirilirken, tohum yasası ile tohum patentlendi. Patensiz tohumun kullanımı ve satışı yasaklandı. Geçtiğimiz günlerde ise GDO’lu tohumlara da patent verildiği açığa çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de 2008’de 1 milyon 127 bin olan çiftçi sayısı 2018’de 697 bine kadar düştü. İstihdam edilen kişi sayısı ise 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2018 Şubat ayı itibariyle 4 milyon 983 bin kişiye geriledi. 2002’de 26 milyon 579 bin hektar olan tarım arazisi 2017’de 23 milyon 379 bin hektara kadar düştü. 2002’de 930 bin hektar olan sebze bahçeleri alanı 2017’de 798 bine hektara kadar geriledi.
Yüzbinler madene karşı buluştu
Türkiye coğrafyasının yaklaşık yüzde 60’ı maden sahası olarak belirlenip lisanslandı. Özellikle altın madenciliğinde AKP iktidarı döneminde yaşanan artış dikkat çekiciydi. Önce Koza Altın şirketinin önündeki engeller kaldırıldı, halk baskılandı ve bölge zehirlenmeye halen devam ederken en son Çanakkale’nin Kazdağları bölgesinde bulunan Kirazlı Mevki’nde Kanadalı Alamos Gold ve yerli ortağı Doğu Biga Madencilik tarafından hayata geçirilmek istenen altın madeni projesi kapsamında 347 bin ağacın kesilmesinin ardından halkın büyük öfkesi ortaya çıktı. Gediz havzasına hayat veren Murat Dağı’nda ise Anadolu Export Maden şirketine altın madeni için yasal izinler verildi. Çanakkalle’de yüzbinlerin ayağa kalkması ve bölge halkınında hareketlenmesi sonucu, Kütahya Valiliği tarafından verilen “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu” kararı Kütahya İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.
12 bin yıllık göl yok edildi
Türkiye’nin Maldivleri olarak nitelenen Salda Gölü çevresinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Burdur gezisi sonrası göl kıyısına koruma statüsü kaldırılarak “Millet Bahçesi” yapılma kararı alındı. Artan tepkilere rağmen iktidarın gölün yağmalamasından vazgeçmeyeceği belirtiliyor. Bir başka yağma ise Gümüşhane’de 12 bin yıllık Dipsiz Göl, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Müze Müdürlüğü tarafından verilen izin sonucunda define araması yapılması için gölün suyu boşaltılarak katledildi. Diğer yandan Türkiye’de hemen hemen bütün göller kuruma tehdidi altına girmiş durumda. Amik, Avlan, Meke, Akşehir gibi kuruyan/ kurutulan göllere 2019 yılında Kars’ta bulunan Kuş Cenneti Kuyucuk Gölü de eklendi. Beyşehir ve Eğirdir göllerinin ise kuruma sürecine girdiği açıklandı.
Hasankeyf boğulmak üzere
UNESCO Dünya Mirası kriterlerinin 10’undan dokuzuna sahip olan ve ilk insan izlerinin 300 bin yıl öncesine, ilk yerleşimin ise 12 bin yıl öncesine dayanan Hasankeyf’in suya gömülme adımı geçtiğimiz Ağustos ayı başında atıldı. İslami bazı yapılar yerinden sökülüp başka bir alana sürgün edildi. Kalan ve insanlık tarihine ışık tutacak kalıntılar ve henüz kazısı yapılmamış yüzde 90’lık bir alan dinamitlenerek adeta bombardımana tutuldu ve betona boğuldu. İnsanlar ucube binalara taşınmaya zorlanırken birçok yurttaşa bu hak bile tanınmadı. Hasankeyf Türkiye’nin enerji ihtiyacından dolayı inşa edilmedi. Bölge halkı olan Kürtler oradan sürülürken, baraj aynı zamanda aşağı havzada yaşayan Irak ve Suriye halkları üzerinde suya baskı aracı olarak bir işlev yüklendiği, aynı zamanda bir güvenlik alanı oluşturulmaya çalışıldığı açığa çıktı.
Mazıdağı’nda siyanür havuzları
Halka küfür etmesiyle ünlenen Mehmet Cengiz’in özelleştirme yoluyla aldığı Eti Bakır’ın Mazıdağı tesislerinde siyanür havuzları ortaya çıktı. Mazıdağı tesisleri için verilen devlet desteklerinde Samsun ve Kastamonu’da yapılacak olan limanların olması dikkat çekmişti. Daha sonra Diyarbakır-Mazıdağı arasına inşa edileceği duyurulan demiryolu ihalesini Cengiz Holding en yakın rakibinden 109 milyon fazla teklif vermesine karşın ihale Cengiz’e verildi. Bu demiryolunun Cengiz’e özel bir yol olduğu teşviklere bakınca ortaya çıkıyordu. Bölgede inşası başlanan Dilaver Barajı’nın da özel olarak Cengiz’e tahsisi yapıldı.
Kanal İstanbul
İstanbul’un Kuzey Ormanları’nı adeta yok eden ve milyonlarca ağacın kesilerek katlima uğratıldığı 3. Köprü ve otoyollar sonrası birçok işçiye mezar olan ve bir ekolojik yıkımı ortaya çıkaran 3. Havalimanı’nın açılışı nisan ayında yapıldı. Bu yaşatılan yağmanın son halkası ise ‘Çılgın Proje’ olarak nitelenen ‘Kanal İstanbul’ kasım ayı sonlarında hazırlanan ÇED raporunun İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı gerçekleştirilmesiyle birlikte, İstanbul halkı ve birçok kurum projeye karşı harekete geçti. Onbinlerce kişi ve kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü’ne başvuru yapmaya başladı.
Enerji şirketlerine açıktan para
Bu süreç yaşanırken Türkiye’de enerji yatırımlarının enerji ihtiyacından dolayı gerçekleşmediği ortaya çıkan arz fazlasında görüldü. İktidar alım garantisi verdiği enerji şirketlerinin ürettiği enerji için tüketim alanı yaratamadı ya da böyle bir derdi yoktu. 91 bin MW enerji kapasitesine karşın bunun yarısının bile değerlendirilemediği bir durum ortaya çıktı. Önce kamu enerji üretim tesislerini ya hiç çalıştırmayıp ya da çok düşük kapasitelerde enerji üreterek özel sektöre alan açmaya çalışan iktidarın bu çabası şirketleri mutlu etmedi. Ellerini cebine sokmadan bankalardan veya devlet destekli kredi fonlarından aldıkları paralarla enerji santrallerini kuran şirketlere 2 yıldır üretmedikleri enerjinin bedeli ödenmeye başlandı. 2019 yılında bu şirketlere 1.9 milyar lira açıktan para ödendi. Üretmedikleri enerji için gelecek yıl 2.2 milyar lira ödeneceği açıklandı.
Santrallere kirletme özgürlüğü
AKP’nin Meclis’e getirdiği termik santrallere çevreyi dilediği gibi zehirleme izni Şubat 2019’da Meclis’teki tüm partilerin ortak kararıyla geri çekilmişti. Ardından AKP iktidarı temmuzda termik santrallerin özelleştirilme sürecinde elde ettikleri haklarının 3.5 yıl uzatılması Meclis’te sağlandı. Geçtiğimiz ay yine AKP’nin Meclis’e taşıdığı bir düzenlemede santrallerin baca imalatlarının hangi süreler içinde yapılacağı belirlenmişti. temmuzda çıkan yasa hiç tartışılmadı ancak yeni düzenleme üzerine sesler yükseldi. Buna karşın AKP ve MHP oylarıyla düzenleme kabul edildi. Sonrasında Türkiye’nin tüm doğal yaşamını altüst eden uygulamaların tamamında imzası olan Cumhurbaşkanı Erdoğan düzenlemeyi veto etti. Oynanan orta oyununun finalinde bu şirketlerin bacaları 3 yıl daha yaşamı kirletmeye devam edeceği ve bedelinin de kamu elinden ödeneceği iddiaları bulunmakta.
Yusuf Gürsucu derledi….