Osman Kavala’nın tahliyesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hükmüne rağmen, geçtiğimiz Salı günü bir mahkeme kararıyla engellendi. Selahattin Demirtaş ve Ahmet Altan’ın tutukluluk hallerinin devamı kararlarında da benzer hukuki ihlaller mevcut. 2010’lu yılları geride bırakan bir dönüm anında olduğumuzdan hareketle bu davalar üzerine karamsarlığa düşmeden de bir yorum oluşturmanın yolları aranabilir. Cezaevlerindeki yüzlerce siyasi tutsağın en görünenleri olarak bu üç dava, Türkiye siyasi tarihini belirlemiş bir özelliğin ya da yapısal bozukluğun zorunlu fonksiyonu olarak okunabilir. Bu özellik/bozukluk, dönemin iktidarının siyasal çizgisi fark etmeksizin kendini sürekli tekrarlayarak hep aynı sonucu üretmektedir. Bu nedenledir ki Türkiye’de her bir dönemin siyasi tutsaklarının portresi, bir sonraki dönemin ekonomik, kültürel ve siyasal hegemonyasının aynasıdır.
XIX. Yüzyıl sonlarından başlarsak Osmanlı zindanlarındaki siyasi mahkumların hemen tümünün Jön Türkler olduğu görülebilir. Abdülhamid’in zulmünden kaçabilenler ise çeşitli Avrupa başkentlerinde sürgündedir. Sonra, XX. Yüzyıl’a geçişle birlikte bir önceki dönemde hapishane ve sürgün yaşatılan Jön Türk zihniyetinin İttihat ve Terakki adı altında meşrutî düzeni başlatması, ardından da aynı bünye içinden doğan Kemalistler tarafından saltanatın bütünüyle kaldırılması gerçekleşir.
Kemalist dönemde siyasi mahkum profilini, eleştirel yaklaşımları cumhuriyete soldan katkı sağlayıcı olmak yerine rejimin “beka”sı için tehdit olarak algılanan komünistler oluşturdu. Edebiyat alanından iki büyük ismin trajedisi, bu katı hasmane tutumun yol açtığı kaybın boyutlarını göstermektedir: 1930’larda Türkçe edebiyatın parlayan yıldızı Sabahattin Ali, Bulgaristan’a kaçma teşebbüsü içinde bir devlet ajanı tarafından kafası bir taşla ezilerek infaz edilmiş, dünyaca ünlü şair Nazım Hikmet ise Türkiye zindanlarında on üçüncü yılını tamamladıktan sonra Rusya’ya iltica etmek zorunda kalmıştı.
1950’li yıllarda hissedilen soğuk savaş koşulları içinde sol, meşru siyasal düzlemden daha da dışlandı. 1970’li ve 80’li yıllar boyunca binlerce öğrenci, siyasetçi ve sendikacı sol görüşlü olduğu için hapsedildi ve işkence gördü.
Ama on yıllar boyu süren baskıların meyvesi, sosyalizmin ülke toprağından silinmesi olmadı; bunun yerine cumhuriyetin kurucu partisi CHP, kendisini “ortanın solu” ilan ederek sosyalizme açıldı ve süreç içinde bir sosyal demokrat parti özelliği kazandı.
Daha sonra 1990’lı yıllar boyunca İslamcı yükseliş ile laik müesses nizam arasındaki çatışma öne çıktı. 1997’de gerçekleşen 28 Şubat askeri müdahalesi sonucu, aralarında Tayyip Erdoğan’ın da olduğu çok sayıda İslamcı, siyasi “suçlu” olarak hapse girdi. Ama devran yine döndü ve Türkiye bir önceki dönemin siyasi mahkumlarının iktidara yerleştiği 2000’li ve 2010’lu yılları yaşadı.
O halde, 2020’li yılların neler getireceğini görmek için bugünün siyasi tutsaklarının profiline dikkatli bakmak gerekiyor. Yakın geleceğe tutulan bu aynada, yukarıda adı geçen üç siyasi tutsağın imgeleri şunları gösteriyor:
Osman Kavala’nın kişiliğinde, çevreye ve sosyal adalet taleplerine duyarlı, sivil toplum girişimlerine destek veren sorumlu bir yatırımcılık anlayışının, yakın geleceğin ekonomi ve iş dünyası üzerinde etkili olacağı gözlemleniyor.
Öte yandan, bireyin özgürlüğünü esas almak anlamında Ahmet Altan’ın edebiyat ve gazetecilik alanlarındaki üretimine içkin liberal değerlerin, yakın geleceğin kültürel iklimi üzerinde belirleyici konumda olacağı anlaşılıyor.
Ve siyasal hegemonya bağlamında Türkiye’nin, Selahattin Demirtaş profilinde ifadesini bulan demokrat, toplumcu, barışçı ve Kürt meselesinin inkârı yerine çözümünü siyasetin merkezine alan bir dönüşümün eşiğinde olduğu gözleniyor.
Müesses nizamın yapısal bozukluğu, yakın dönemde toplum içinde yükseliş kaydeden bu üç eğilimi siyasi suç haline getirerek toplumsal yaşama sunacakları katkıyı geciktiriyor. Buna rağmen, geçmişte olduğu gibi bu dönemde de yakın geleceğin ekonomik, kültürel ve siyasal hegemonyası, siyasi tutsakların portresinde belirginleşiyor. 2020’li yılların aynasından yansıyan görüntü, aslında hiç de umut kırıcı değil.
Yeni yıl onlara özgürlük getirsin.