Her yılın son günlerinde retorik haline gelen tespitler yaparız. Bunlardan bazıları iyimserdir, umut yüklüdür, bazılarında ise “Gelen gideni aratacak”, “en kötüsü geride kaldı, daha kötüsüne hazır olun” şeklinde kötümserlik baskındır. Bu kötümser öngörülerin retorik olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştüğü az yıl yaşamadık. Her defasında tespitlerimizi belirleyenin mücadele dirayetimiz ya da dirayetsizliğimiz, örgütlülük düzeyimiz olduğunu en yakıcı haliyle hissettik.
2024’ün son haftalarında yaşanan gelişmeler 2025’te “daha kötüsüne hazır olma” anlamında sarsıcı uyarılar oldu. Önümüzde duran tablo, aklımıza gelebilecek her konuyu kapsayacak bir bütünlük taşıyor. Bölgesel dengelerden emperyalist kamplar arasındaki hırlaşmaların kazanabileceği biçimlere, ekonomik-sosyal yıkımdan işçi ve emekçilerin örgütlülük düzeyinin alarm verecek bir noktaya doğru çözülmüş olmasına, dünyanın sonunu biraz daha yakınlaştıracak ekolojik yıkım ve bu yıkımı derinleştirecek aç gözlü yağma-talan siyasetine kadar hemen her konuyu kapsayacak gelişmeler önümüzdeki yılların kazanabileceği muhtevayı okuyabilmemizi sağlıyor. Bunlara başka başlıklar da ekleyebiliriz. Kadın cinsine yönelik siyasallaşmış düşmanlıktan toplumsal çürümenin çeşitli başka biçimlerine, etnik-mezhepsel çatışmaları körükleyecek politik eksenlerden bu çelişki ve dinamiklerin artık hem bölge devletleri hem de aslında dünya çapında hangi biçimlerle karşımıza çıkacağına kadar sayısız başlık sıralayabiliriz.
Aslında yıllardır aynı çelişkiler üzerinden şekilleniyor birçok gelişme. Ama 2024’ün son haftalarında olup bitenler, yıllardır alttan alta işleyen bazen açıktan etkisini konuşturan bu dinamiklerin artık daha netleşmiş biçimlerle hükmünü konuşturduğunu gösteriyor. Aynı şey toplumsal hayatın kendisi için de söz konusu. Onlarca yıllık “toplumsal mühendislik” tüm sonuçlarıyla hayatın içine kusuluyor.
Bunlar içinden Suriye’de yaşanan son gelişmeler önümüzdeki döneme ilişkin pek çok açıdan fikir veriyor. Gazze’den başlayıp Lübnan’da Hizbullah’a yönelik saldırılarla devam eden sürecin son halkası oldu Suriye. ABD-İngiltere ve İsrail planları dahilinde daha dün “terörist” denilen cihatçı çetelere teslim edildi. Onlara sunulmuş bu “zafer” Türkiye’dekiler de dahil dünyanın diğer bölgelerindeki tüm cihatçılara dahası siyasal İslam’ın tüm ekollerine can suyu olarak önümüzdeki dönemde başka biçimlerle dile gelecektir. Çünkü, “dış”la bağlantılı olmayan herhangi bir iç sorunun olmadığı ve bunun tüm dünya devletleri-ülkeleri açısından böyle olduğu bir dönemdeyiz. Türkiye’de son günlerde köpürtülen ve Suriye’deki Alevilere yönelik saldırıları meşrulaştırmaya çalışırken buradaki Alevileri bölmeyi ve sistemin Alevisi olmayanları hedef gösteren histeri bunun ilk örneklerinden biridir. Şimdilik sosyal medyada “siyasi Alevilik” kavramı üzerinden yürütülen bu saldırganlığın yarın nasıl bir hal alacağını kestirmek çok kolay değil.
Yıllardır bir yapboz tahtasına dönüştürülen bölgede her defasında değişkenlik gösteren dengeler üzerinden kurulmaya çalışılan düzen, İsrail’in güvenliğinin merkezde olduğu bir Sünni ekseni üzerinden yükseliyor. Tepesinde ise NATO var. Tedarik hatları ve enerji nakil güzergahlarının güvenliğini merkeze koyan bu strateji aynı zamanda NATO’nun yeni misyonunun da ifadesidir.
İsrail’in Gazze, ardından Lübnan ve Suriye’ye uzanan gelişmelerin ardından İMEC Koridoru’nun (Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru) bir parçası olan Ben Gurion Kanalı’nı (293 kilometrelik) inşa etmeye hazırlanması bile son derece manidardır. Bu girişimle İsrail dünya deniz taşımacılığının yüzde 12’sini kontrol edebilecek ve bu kanalla Akdeniz’i Mısır üzerinden Kızıldeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı’na bir alternatif yaratılmış olacak. Yansıyan bilgilere göre kanalı 5 yılda tamamlamayı düşünüyormuş.
Bu dalaşta olan elbette halklara oluyor. Nitekim söz konusu stratejinin bir yanının da bölgenin mezhepsel-etnik farklılıklara dayalı olarak süreklileşmiş bir istikrarsızlık içinde tutulması olduğu anlaşılıyor. Suriye’de yaşananlar ve bundan sonra beklenen gelişmeler bunun tipik ifadesidir.
Türkiye’nin Suriye’de cihatçı çetelerden kurduğu ordu ve HTŞ üzerindeki etkisiyle kazandığı konumu Kürt halkının tarihsel kazanımlarını yok etmek olmazsa daraltıp ablukaya almak dahası Suriye’yi bir arka bahçeye dönüştürmek için kullanma heveslerinin sahneye nasıl yansıdığını izleyip görüyoruz. On binlerce cihatçıyı beslerken asgari ücret konusunda işçilere sefaletin de sefaletini dayatmaktaki arsızlığı, pervasızlığı da işin cabası.
2025’e birkaç hafta ya da gün kala yaşanan diğer önemli gelişme de asgari ücret konusunda sergilenen pervasızlık oldu. Bu pervasızlık birçok gerçeğin de ipliğini pazara çıkardı. Mesele elbette IMF ve Orta Vadeli Program olarak tabir edilen Şimşek programından milim sapmadan “hedeflenen enflasyon” oranının bile altında kalan komik bir artışın yapılması yani emekçilere “daha daha az tüket” denilmesi. Dahası kiraya anca yetecek bu ücretle çocuk yaşlı herkesi ücretli köleler ordusunun en güvencesiz parçası olmaya zorlamak. Ama bunun da sebebi işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve örgütlü gibi görünen sendikalı çekirdeğin de tepesine çöreklenmiş ağalık sistemiyle iradesizleştirilmesi. Tam da bu nedenle tarihte eşi görülmemiş ölçüde bir aşağılanmayla karşı karşıya kalındı. O kadar ki, sözde işçilerin temsilcisi Türk-İş bile toplantıya son anda telefonla çağrıldı! Yani olağan prosedür bile işletilmedi. MÜSİAD’ın önerileri doğrultusunda belirlenen yüzde 30’luk artış tepeden gelen bir emirle apar topar Ankara’ya çağrılan Çalışma Bakanı’na açıklatıldı. Erdoğan daha sonra bunun için “hayırlı olsun” dedi, dalga geçercesine… Daha da ileri gidip “çatlasanız da patlasanız da biz dengeyi gözeterek artış yaptık” dedi. Sürecin şu seyri bile sınıfı aşağılamanın daniskasıdır. Onlarca yıllık sendikal düzen yıkılmış, artık paspas niyetine bile dikkate alınmayacak kadar silinmiştir. Bu böyleyken işçi sınıfı ve emekçiler ise dayatılan sefaletin de sefaleti olan rezilliğe karşı kendi öz güçleriyle ayağa kalkıp “soframdaki ekmekle, emeğim ve onurumla böyle oynayamazsın” diyecek bir örgütlülüğe sahip olmamanın dağınıklığı içinde.
Filistin, Lübnan ve son olarak Suriye’deki saldırganlık, kural-yasa tanımadan önüne geleni yıkıp geçme hali emekçiler karşısında da böyle vücut buluyor. Sadece bu 2 cephede yaşananlar bile 2025’in nasıl bir saldırganlığa sahne olacağının özetidir.
Mesele tam da bu noktada net bir sınıf tutumu takınmakta, tüm oyun ve dalaverelere karşı tavizsiz ama aynı zamanda örgütlenmeyi genişletip gücü yoğunlaştıracak bir duruş içinde olmakta.