Özel sektörde çalışanların yüzde 60’a yakını asgari ücret alıyor. Yani açlık sınırının altında bir ücret. Yani Avrupa ülkelerine oranla 4-5 kat az bir ücret. Yani 1970’lere oranla milli gelirden yarı yarıya daha az pay alan bir ücret. Bununla ilgili bir kampanya başlattık. Ücreti hesaplarken milli geliri ve enflasyonu dikkate alıyoruz. Üç aylık enflasyonun yüzde 10,06 olarak açıklanmasına bağlı olarak, asgari ücretin alım gücü hükümetin belirlediği 22.204 lira üzerinden 2.224 lira düştü. Emekçi Hareket Partisi’nin belirlediği rakam olan 50.000 liraya göre ise alım gücü yaklaşık 5.000 lira düşmüş durumda. Bu aynı zamanda ücret kaybı anlamına geliyor. Biz bu düşüşü açıkladığımız rakama ekleyerek asgari ücretin 55.000 lira olması gerektiğini ilan ediyoruz. İktisadi alana ilişkin birinci müdahalemiz bu. Biz talep etmeyiz, müdahale ederiz.
Bu rakamı her ay enflasyon açıklandıktan sonra güncelleyeceğiz. Fikri takip yaparak sürekliliğini sağlayan bir politik programın gereği budur. Bununla birlikte, somut hedefi, öznesi ve öncelikleri olan; güncel bir çözüm planını ortaya koyuyoruz.
İktisadi alana ilişkin ikinci müdahalemiz, uzun çalışma saatleri ve işsizlik konusunda. Bu defteri de açıyoruz. Bu başlık iktisadi alanla ilgili; ücret, iş ve refah başlıklarımızın ikincisi. Politik alana yönelik de Kürt meselesinin çözümünü ve demokrasiyi; kadınların, Alevilerin ve ayrımcılığa uğrayan herkesin eşitliğini; laikliği ve parasız eğitimi savunuyoruz.
Ücretlerin düşük olmasının ötesinde bir de hiç iş sahibi olamamak var. Beterin beteri.
Emekçilerin bu düzenden payını alabilmesinin tek yolu çalışmak ve çalışmasının karşılığını alabilmek. Emekçiler kâr, faiz, rant olarak gelir elde etmiyor. Vergi kaçırmıyor, usulsüz kredi almıyor, ihale vurgunu yapmıyor, yandaş olarak savunma sektöründen pay kapmıyor. Onlar için ekmek aslanın ağzında, ekmek ter döktüğü saatlerin sonunda sadece.
Gelgelelim insanlar işsizler ordusunun bir piyadesi olmak durumuna düşüyor. Çalışabilecek durumda olan nüfus işsiz olduğu için bu ülkenin üretilen milli gelirinden payını alamıyor. Bu durum, açlık yoksulluk koşullarını ve gelir dağılımı bozukluğunu şaha kaldırıyor. Endüstri 4.0 oldu deniyor, yüksek teknolojiye geçiliyor, verimlilik muazzam artıyor ama bu ilerleme işçi sınıfına asla yansımıyor. Emekçilere enflasyondan, işsizlikten, yoksulluktan, vergiden mutlaka pay düşüyor ama verimliliğin artışından bir pay düşmüyor. Eğer endüstriyel verimlilik on yıllar içerisinde katlanarak arttıysa, bundan işçi sınıfı da yararlanmalı ve iş süreleri kısaltılmalıdır.
Çalışma yaşamındaki süreklilik giderek bozuluyor ama temel alanlardaki hizmet ihtiyacı sürekliliğini koruyor. Okulda çocuklarımıza bir öğün yemek yok. Başımızı sokacak bir sıcak evimiz yok. Hastalarımız randevu peşinde koşuyor. Bu koşullarda ihtiyaçlar çok ve buna bağlı olarak yapılacak işlerimiz de çok demektir. Yapılacak bunca iş varken ve işleri yapmak için sayısız insana ihtiyacımız varken, işsizlik kabul edilemez.
TÜİK’in açıkladığı geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 30’a yaklaşıyor. Yani bu ülkedeki her üç kişiden biri işsiz. Türkiye’nin geniş tanımlı işsiz sayısı Norveç, Danimarka, Finlandiya gibi ülkelerin toplam nüfusundan daha fazla. Kadınlar “ev işleriyle meşgul” denilerek işgücüne dahil edilmediği için, işsiz sayılma aşamasına bile gelemiyorlar. Gençlerin işsizliği çok yüksek olduğu için, gençler geleceğini yurt dışında aramanın derdine düşüyor.
Ülke için asıl büyük sorun, geniş işsizlik oranının geldiği yüksek düzey. TÜİK bizlere potansiyel işgücüyle, eksik istihdamı kamufle ederek sadece dar tanımlı işsizliği açıklıyor. Dar tanımıyla, ancak dört hafta içinde iş aramış durumda olan ve işe başlayabilecek insanlar işsiz sayılıyor. Bu dar tanım kapsamındaki işsizlik oranı, 2001 krizinden bu yana yüzde 10 civarında kendini gösteriyor.
Dar tanımlı işsizlik kadar, potansiyel işgücü ve bir o kadar da eksik istihdam var. İş bulma ümidi olmayanlarla, iş aramayanlar ve kısa sürede işbaşı yapamayacak durumdaki nüfus, potansiyel işgücünü oluşturuyor. Dar tanımlı işsizliğe, potansiyel işgücü ve zamana bağlı eksik istihdamı eklediğimizde geniş tanımlı işsizlik ortaya çıkıyor. Bu oran ülkemizde yüzde 25-30’lara ulaşıyor ve geniş tanımlı işsizlik yaklaşık olarak 10 milyon kişi. Bütün bu tabloya kadınların yüzde 36’lık düşük işgücüne katılma oranı etkisi dahil bile değil. Kadınların erkekler kadar işgücüne katılma oranını dikkate alıyor olsak, geniş tanımlı işsizlik yüzde 35 düzeylerine gelir.
İşsizlik bu kadar yaygınken, bu dikkate alınmadan, mevcut işçiler çok uzun süre çalıştırılıyor.
Emekçiler günde 8 saat çalışmak bir yana, 10-12 saat çalışmaktan başını kaldıramıyor, gün yüzü görmüyor. Bu meselenin çözümü, 4 vardiya halinde, günde 6 saat çalışmaktır. Bütçe kaynakları, altyapının yenilenmesi ve ihtiyaçların kamu hizmeti olarak sağlaması yönünde yatırıma dönüştürülebilir. Bunu yaparsak iş alanları açılır, işler paylaşılır ve herkese iş sağlanabilir.
Hepimiz çalışıp, hepimiz üretebiliriz.