8 Mart, günümüzde kadınların eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin simgesi. Dünya, Türkiye ve Kürdistan’da kadınlar, eril zihniyete karşı direnmeye devam ediyor
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, pek çok kişi için sadece kutlamalarla anılan bir gün gibi görünse de aslında derin bir direnişin, eşitlik mücadelesinin ve kadınların insan hakları için verdiği savaşın simgesidir. Yıllardır süren bu mücadele, kadınların yalnızca çalışma hayatında değil, yaşamın her alanında haklarını savunma kararlılığının bir yansımasıdır. Kadınların bu direnişi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, şiddete ve sömürüye karşı verdikleri kesintisiz bir savaşın ürünü olarak, her 8 Mart’ta yeniden anlam kazanıyor ve dünya genelinde yankılanmaya devam ediyor.
Dosyamızın ilk bölümünde, 8 Mart’ın simgelediği direniş ruhunu ve bu mücadelenin tarihsel köklerinden günümüze kadar nasıl evrildiğini ele alarak, kadınların hak, özgürlük ve eşitlik yolunda verdikleri kesintisiz savaşı mercek altına alıyoruz.
Tarihsel sürecin başlangıcı
Kadın direnişinin kökleri, 19. yüzyılın sonlarında, sanayileşen dünyanın fabrikalarında insanlık dışı koşullarda çalışan kadın işçilerin hak arayışına dayanır. 1857 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde binlerce kadın işçi, düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine ve kötü koşullara karşı greve çıktı. Ancak bu direniş, polis saldırısıyla bastırıldı. Fabrika önünde kurulan barikatlar nedeniyle yüzlerce kadın mahsur kaldı ve çıkan yangında 120’den fazla kadın işçi yaşamını yitirdi. Bu trajedi, insanlık tarihine utanç verici bir sayfa olarak geçti.
8 Mart oy birliğiyle kabul edildi
Ancak bu kayıp, kadınların sesini kısmadı. Aksine, hak arama mücadelesini daha da ateşledi. Kadınlar, yalnızca emeklerinin değil, insan olarak var olma haklarının da savunucusu oldular. 1910 yılında, Almanya’nın Kopenhag kentinde düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Alman sosyalist feminist Clara Zetkin, bu mücadeleyi anmak ve kadın hakları mücadelesini büyütmek amacıyla 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesini önerdi. Öneri oybirliğiyle kabul edildi.
BM 1977’de 8 Mart’ı tanıdı
Ancak bu kararın ardından 8 Mart’ın bir mücadele günü olarak resmen kabul edilmesi hemen olmadı. 1917 yılında, Rusya’daki kadın işçiler, Ekim Devrimi’nin fitilini ateşleyen grevlerinde, “Ekmek ve Barış” sloganıyla sokaklara çıktılar. Bu direniş, kadınların siyasal ve toplumsal yaşamda söz sahibi olabilmesi için verdikleri mücadelenin bir devamıydı. Sovyetler Birliği, 8 Mart’ı resmî tatil ilan eden ilk ülke oldu. Birleşmiş Milletler ise ancak 1977 yılında 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak tanıdı.
Değişimler ve kazanımlar
8 Mart’ın küresel çapta kadın hareketlerinin ortak simgesi haline gelmesi, kadın mücadelesinin gücünü de artırdı. 20. yüzyılın başlarında kadınlar temel haklarını dahi kullanamıyorken, bugün birçok ülkede kadınlar seçme ve seçilme hakkından eğitim hakkına, ekonomik özgürlükten toplumsal temsiliyete kadar çeşitli haklar için mücadele etti ve önemli kazanımlar elde etti.
Kadın hareketi, dünya genelinde yalnızca yasal kazanımlarla sınırlı kalmadı. Kadınlar, cinsiyet eşitliğinin ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarını da gündeme taşıdı. Feminist hareketler, 1960’lar ve 70’lerde ikinci dalga feminizm ile kadınların bedeni ve kimliği üzerinde söz sahibi olma mücadelesini öne çıkardı. Kadınlar artık yalnızca oy hakkı değil, kendi yaşamları üzerinde karar verme hakkını da talep ediyordu. Doğum kontrolü, eşit işe eşit ücret, aile içi şiddete karşı yasal koruma ve çalışma hayatındaki ayrımcılıkla mücadele, bu dönemin temel talepleri arasında yer aldı.
1990’larla birlikte, üçüncü dalga feminizm, kadın mücadelesini daha kapsayıcı hale getirdi. Sadece beyaz, orta sınıf kadınların değil, yoksul, göçmen ve farklı kültürlerden kadınların da sesini yükselttiği bir döneme girildi. Kadınlar artık sadece bireysel hakları değil, toplumsal cinsiyet adaleti ve sistemsel eşitsizliklerle de mücadele ediyordu.
Kadınlar aynı haklar için mücadele ediyor
Bugün, dünya genelinde kadınlar hâlâ aynı haklar için mücadele ediyor. Afganistan’da kadınların eğitim hakkı gasp edilirken, İran’da başörtüsü zorunluluğuna karşı çıkan kadınlar yaşamları pahasına direniyor. Latin Amerika’da kadın katliamlarına ve cinsiyet temelli şiddete karşı “Ni Una Menos” hareketi güçlenirken, Avrupa’da kadınlar iş yerindeki cinsiyet eşitsizliğine ve ücret farkına karşı seslerini yükseltiyor.
Türkiye’de kadın mücadelesinin seyri
Türkiye’de kadın mücadelesi, Osmanlı dönemindeki ilk kadın hareketlerine kadar uzanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde kadınlar, eğitim ve çalışma hakkı için seslerini yükseltmeye başladı. 1913 yılında kurulan Kadınlar Dünyası dergisi, kadın hakları ve eşitlik taleplerini açıkça dile getiren ilk yayınlardan biri oldu.
Kadınlar seçme ve seçilme hakkı kazandı
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kadınlar, 1930’da belediye seçimlerinde, 1934’te ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı kazandı. Ancak bu haklar, kadınların toplumsal yaşamda eşitlik mücadelesini sonlandırmadı. Türkiye’de kadınlar, 1970’ler ve 80’lerde yükselen işçi hareketleri ve siyasi mücadelelerin içinde aktif rol aldı. 1980 darbesi sonrasında ise kadın hareketi, devlet baskısına rağmen güç kazandı ve feminist örgütlenmeler yaygınlaştı.
Somut kazanımlar için mücadele ettiler
1987’de Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü, Türkiye’deki kadın hareketinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu yürüyüş, sadece fiziksel şiddete değil, kadına yönelik her türlü baskıya karşı kitlesel bir tepki olarak tarihe geçti. 1990’larda kadın örgütleri, kadın sığınma evleri, cinsel şiddet kriz merkezleri gibi somut kazanımlar elde etmek için mücadele etti.
2000’ler ve kadın hakları
2000’li yıllarda ise kadın hakları konusunda yasal düzenlemeler hız kazandı. 2004’te Medeni Kanun’da yapılan değişiklikle kadın ve erkek arasında yasal eşitlik güçlendirilirken, 2012’de İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir adım olarak görüldü. Ancak Türkiye, 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadın hakları konusunda ciddi bir gerilemeye sahne oldu.
Bugün Türkiye’deki kadın mücadelesi, sadece yasal haklar değil, yaşam hakkı ve toplumsal cinsiyet eşitliği için de sürüyor. Her yıl yüzlerce kadın, erkek şiddeti nedeniyle yaşamını yitiriyor. Kadın örgütleri, “Asla yalnız yürümeyeceksin” sloganıyla adalet arayışlarını sürdürüyor.
Kürdistan’da kadın mücadelesi
Kürdistan’daki kadın mücadelesi, sadece patriyarkaya karşı değil, aynı zamanda ulusal ve kültürel baskıya karşı verilen bir özgürlük mücadelesi olarak da şekillendi. Kürt kadınlar, tarih boyunca hem kimlikleri hem de cinsiyetleri üzerinden baskıya maruz kaldı. 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren Kürt kadınlar, toplumsal ve siyasal hareketlerde daha görünür hale geldi. 1980’lerden sonra Kürt özgürlük hareketi içinde kadınlar, sadece destekleyici bir rol üstlenmekle kalmadı, aynı zamanda direnişin ön saflarında yer aldı. Kürt kadın hareketi, kadının hem patriyarkal düzene hem de ulusal baskılara karşı özgürleşmesini savunan bir ideoloji etrafında şekillendi.
1990’larda Kürt kadınlar, kendi örgütlerini kurarak hem toplumsal cinsiyet eşitliği hem de ulusal haklar için mücadele etti. “Jin jiyan azadî” sloganı, bu mücadelenin en güçlü sembollerinden biri haline geldi. Bu slogan, sadece Kürdistan’da değil, dünya genelinde kadın hakları mücadelesinin ortak dili oldu.
Bugün Kürt kadınlar, Güney Kürdistan, Kuzey ve Doğu Suriye ile Rojhilat’ta kadın hakları ve özgürlük için mücadele ediyor. Rojava’daki kadın devrimi, kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda eşit temsiliyetini esas alan bir model sundu. Kadınlar, burada kurdukları öz savunma birlikleri ve demokratik konfederalizm anlayışı ile sadece kendi haklarını değil, tüm toplumu dönüştürmeye yönelik bir mücadele yürütüyor.
Ancak bu mücadele bedelsiz değil. Kürt kadınlar, hem devlet baskısı hem de patriyarkal şiddetle karşı karşıya. Kadın siyasetçilerin tutuklanması, kadın kurumlarının kapatılması ve kadın haklarına yönelik saldırılar, bu mücadelenin ne kadar zorlu bir yolda sürdüğünü gösteriyor.
Mücadele sürüyor, umut büyüyor
8 Mart, kutlamalardan ibaret değil, kadınların yaşam hakkı, eşitlik, özgürlük ve adalet için verdiği mücadelenin sembolüdür. Dünya genelinde kadınlar, haklarını kazanmak için yüzlerce yıl boyunca bedel ödedi, sesini yükseltti ve direnmeye devam etti.
Türkiye’de, Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında kadınlar, eril şiddete, eşitsizliğe ve sömürüye karşı yan yana duruyor. Medine Memi, Pınar Gültekin, Jîna Emînî ve adını bilmediğimiz binlerce kadın, bu mücadelenin bedelini hayatlarıyla ödediler. Ancak kadınlar, her kaybı bir direniş çağrısına dönüştürüyor.
Bugün, kadın mücadelesi sadece geçmişin anısını yaşatmakla kalmıyor, aynı zamanda daha adil, eşit ve özgür bir dünya kurma umudunu da büyütüyor. “Jin jiyan azadî” sloganı, bu mücadelenin sadece bir talep değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğunu dünyaya haykırmaya devam ediyor.
Kaynak: JINNEWS