“Gidiyor, rasgelmez bir daha tarih eşine / Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine…” Kekemeliğimden ötürü çocukken beni törenlere hiç çıkarmazlardı ve her 10 Kasım’da sınıfın ‘ağlayan Hanife’si şiir okurdu ama pek hevesliydim ben de. Orhan Seyfi Orhon’un bu 10 Kasım şiiri pek belagatlıydı çünkü, çok bir havalıydı.
Neyse işte, demek o vakitler nüfus 17 milyonmuş. Hepsi de derin bir üzüntü içinde miymiş, bilemem, yaşamadığım bir dönem sonuçta. Ama en azından Dersim’in derelerini kanlarıyla kızıllaştıran binlerce kadın ve çocuğun bu hüzünlü vedaya yetişemediği kesin.
Şimdi, 82 milyon mu olduk? Bu hızla gidersek, maşallah 83, 84… Çoğalıp duruyoruz. Ama öte yandan, rakamlar değişse de egemen gücün ‘nüfusun tamamını kapsama’ hevesi hiç değişmiyor. Kimi zaman ‘sınıfsız imtiyazsız tek bir kitle’ lafı dolanıyor ortalıkta, kimi zaman da ‘Türkiye İttifakı’ adı altında 82 milyonluk yekpare bir bütünlük yaratma arzusu fışkırıyor ağızlardan. O kadar ki, şu an itibarıyla misal, bir çocuk doğuyor olsa, o da otomatik olarak 82 artı 1 şeklinde aynı bütünlüğe giriyor!
Politik olarak meseleyi uzatmanın gereği yok. Nüfusun tamamını homojen bir topluluk olarak hayal etmek, bildiğiniz anlamda faşist bir tasarımdır. Kimi yerde altı şöyle doldurulur, kimi yerde böyle ama netice olarak yekpare bir ulus/halk söylemi, her durumda faşizmin temelidir. Tabii ki böyle bir bütünlük de yoktur, hiç olmamıştır. Toplum her zaman sınıflar, etnik topluluklar, inanç biçimleri gibi bir dizi faktörle parçalanmış olarak yaşamını sürdürür ama zaten bunu diktatörler de bilirler. Gerçekte olan şey, toplumun bir kesiminin susturulması, kalan kesimlerin de egemen gücün çıkarlarını kendi çıkarı zannetmesinin sağlanmasıdır. Bu sadece bize özgü değil, dünyada birçok örneği var; hatta durumu tanımlamak için üretilmiş ‘Paternalizm-Babacılık’ gibi kavramlar da var. Evren’in yurt gezilerinde kürsüden “yemeklerden sonra ellerinizi mutlaka yıkayın” gibi öğütler verdiğini hatırlarım; Erdoğan’ın da kürtaj tartışılırken “elbette bu benim işim, ben 80 milyondan sorumluyum” dediğini de duymuşluğumuz var.
Bunlar işin karikatürü gibi duruyor, biraz da kibirden kaynaklanıyor ama asıl mesele her zaman daha derindir. Kim nerede kendisini “Ulusun Babası” olarak ilan etmişse, arka planına baktığınızda göreceğiniz şey, aslında onun ‘başkalarının babası’ olduğudur. Latin Amerika’nın bütün diktatörleri, çok uluslu büyük şirketlerin kuklalarından ibarettir örneğin ama her seferinde kendilerini ‘bütün ulusun koruyucusu’ olarak ilan ederler. Asıl marifetleri ise muz/şeker kamışı plantasyonları ve madenlerdeki yüzbinlerce kölenin kanının emilmesidir. Yani, gerçekte ‘herkesin sevdiği büyük insan’ diye bir şey yoktur, herkes o derin yoksulluk/zenginlik uçurumunu bilir ama diktatörler yine de vazgeçmezler bu söylemden, hatta kendileri de inanırlar bazen. Sonuç olarak, bu bütünleştirme söylemi, derin bir riyakârlıktan ibarettir.
Bizdeki yeni versiyon ise karikatürün de karikatürü olarak sahnede duruyor: Ucuz iş!
Zaten daha en baştan o 82’nin 6 milyonu haindir, en az 30 milyonu da zillet içindedir ve bütün mesele 17 yılda kurulmuş olan büyük bir rant ve sömürü mekanizmasının devamı için geriye kalan kesimlerin elde tutulmasından ibarettir. Bu mekanizma, tabii ki genel kapitalist işleyişin devamı olarak vardır, asıl amacı odur ama bugünkü durumda bir ailenin de arpalığı durumundadır. Yani, Erdoğan’ın ‘babalık’ arzusunun ötesinde, artık bir işleyişin ve rant akışının can havliyle savunulması meselesi vardır. Bu yüzden, bütün güçleri ve manipülasyon araçlarıyla sürece saldırıyorlar, bir ‘geri dönüş’ yakalamaya çalışıyorlar. Üstelik bu, ülke hazinesinin ‘kefen parasının’ bile harcandığı berbat ekonomik koşullarda yapılmaktadır.
Dolayısıyla, bugün karşı karşıya olduğumuz şey, ucuz bir numaradan ibarettir ve doğal olarak ‘çıbanın başı’na, yani Kürtlere yönelik bir dalaveredir. 40 gün sonra seçim var İstanbul’da ve herkes bu sürecin belirleyicisinin HDP olduğunu biliyor. Tam da bu noktada 82 milyon muhabbeti, beşinci sınıf bir oyunculuk olarak karşımıza çıkıyor ve ucuz olduğu ölçüde karşılıksız bir oyun. Karşılıksız olduğunu onlar da biliyor üstelik. Bitti o iş! 82 milyon mavalı hala ortalıkta gezinse de, Erdoğan artık 82’den geriye kalan ne varsa onunla yetinmek, oradan bir çıkış yolu bulmak zorunda.
Kesin konuşmak istemem ama artık o da zor görünüyor.