Cizîr bodrumlarındaki katliamda kaybettiği kızı Hacer’in cenazesini 9 yıldır bulamayan Hiznê Arslan, ‘Bir mezarı olsaydı diye her gün dua ediyorum. Bir kemiği, bir saç teli, bir elbisesi olsaydı diyorum. Ona bir mezar, yapıp, başına gidip, yas tutsaydım’ dedi
Şirnex’in (Şırnak) Cizîr (Cizre) ilçesinde 14 Aralık 2015’te 79 gün süren sokağa çıkma yasağı döneminde aralarında bebek, çocuk ve kadınların da olduğu 228 kişi katledildi. Bunlardan 177’si 7 Şubat 2016’da saldırılardan korunmak için Cudi Mahallesi’nde sığındıkları 3 ayrı bodrumda ve bodrum yakınlarındaki evlerde askerler tarafından katledildi. Katledilenlerden 14 kişinin cenazesi hala bulunamadı. Katliamın üzerinden 9 yıl geçti ama ilçede yaşayan ve yakınlarını kaybedenler için acılar hala ilk günkü gibi taze.
Hiznê Arslan da çocukları Mehmet Sait ve Hacer ile abisi Selim Toray’ı bu katliamda kaybetti. Hiznê Arslan, abisi ve oğlunun cenazesine uzun çabalardan sonra ulaşmayı başarsa da kızı Hacer Arslan’ın cenazesini 9 yıldır arıyor.
Koruculuğu reddettiler
Sekiz çocuğu bulunan Hiznê Arslan, 13 yaşında evlendirilmiş. 1993’te koruculuk dayatmasını kabul etmedikleri için köylerinden çıkmak zorunda kalmış. Ailesiyle Cizîr’e göç eden Hiznê Arslan o süreci şöyle anlatıyor: ”Cizre’ye geldik. Tam o zamanlarda Sait, bir yıl sonra Hacer dünyaya geldi. Çocukları bomba seslerinin gölgesinde büyüttük. Çocuklar dışarıya, oyun oynamaya giderken hep kaygılıydık, sokakta, caddede onlarca panzer vardı. Evlerimiz basıldı, yakınlarımız kaçırıldı. Yıllarca bu baskılarla yaşadık.”
1993’te köylerin boşaltıldığı dönemde Hiznê Arslan’ın kayını Bahri Arslan gözaltına alınıp, gözaltında işkenceyle öldürülmüş. Cizîr’e göç ettikten iki ay sonra bu sefer bir diğer kayını İskan Arslan, gözaltına alınır ve bir daha kendisinden haber alınamaz.
Hacer yaşam doluydu
Cizîr’de yaşanan vahşetin yıldönümü yaklaşırken Hiznê Arslan, bir yandan kayıpların acısını öte yandan da 9 yıldır kızının cenazesine ulaşamamanın derin üzüntüsünü yaşıyor. Kızı Hacer’i anlatırken, kelimeler boğazında düğümleniyor, cümleleri tamamlayamıyor. “Hacer daha 19 yaşındaydı” diye anlatan Hiznê Arslan, “Akşam eve on dakika geç kalsa ben merak ediyordum o da beni arayarak, ‘annecim biraz geç geleceğim, yemeğe beni beklemeyin’ derdi. Hacer’le anne-kız gibi değil, iki arkadaş gibiydik” diyor.
Herkesin yardımına koşardı
“Hacer her dilimin ucuna geldiğinde bir yanda heyecanlanıyor bir yandan da hüzün beni sarıyor” diyen Hiznê Arslan, kızına dair şunları anlatıyor: “Hacer sağlık bölümünde öğrenciydi. Üniversiteye hazırlanıyordu. Ama 2015’te olaylar başlayınca sınava girmedi. Liseyi bitirir bitirmez Cizre Hastanesi’nde staja başladı. Sağlık bölümünde ambulans hemşireliğini okuduğu için sonra ambulansa geçti. Hacer, okulda yaşadıklarını, derslerini, arkadaşlarını gelir bana anlatırdı. Bana en çok bağlı olan çocuğum Hacer’di. Hacer okuldan geldiği gibi, ‘anne, sen otur, kendini yorma’ derdi. Hem okuyor hem de ev işlerine yardım ediyordu. Komşumuzun felçli bir hastası vardı. Neredeyse her gün onu ziyaret eder, bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Daha lise öğrencisiydi, ama profesyonel bir sağlık çalışanı kadar bilgisi, görgüsü vardı. Sorunu olan kim varsa yardımına koşardı. Hastaneye gidenlerle de o kadar ilgiliydi ki, şimdi bile bahsederler. Kin, nefret diye bir şey bilmezdi. Kimseye eyvallahı yoktu, kararlı, dirençli biriydi, irade sahibiydi.”
‘Halkımıza borcumuz var’
“Yıllarca Hacer’den bahsetsem bitiremem. Bahsederken, ellerim kollarım düşüyor” diyen Hiznê Arslan, şöyle devam ediyor: “Hacer ile anne kızdan ziyade iki arkadaş, yoldaştık. Emekçiydi, yüreği sevgi dolu biriydi. Hacer, okuldan ya da stajdan eve gelince de durmazdı. Mahallede ne kadar hasta ne kadar ihtiyaç sahibi biri varsa Hacer yardımlarına koşardı. Komşumuz yatalaktı Hacer her gün onu ziyarete gider, tansiyonuna, şekerine bakar, iğnesini, serumunu vururdu. Çocuklarımın içinde farklıydı, yeri bambaşkaydı. Yorulmak nedir bilmezdi. Şikayet etmezdi. Elinden gelseydi gece de yatmaz, sokaklarda gezer, insanlara yardım ederdi. Anne ‘Bu halkımıza da borcumuz var. Onlar için de çalışmalıyız’ derdi. Çok az sinirlendirdi. Sadece kardeşleri izinsiz eşyalarını karıştırınca sinirleniyordu. Onun dışında çok güler yüzlü, uyumlu biriydi. ‘Andok’ ve ‘Nûda bûka Kurdistan’ şarkılarını çok seviyordu. Sesi çok güzeldi evin içinde hep bu şarkıları söylerdi. Kimi zaman ben de ona eşlik eder, beraber söyler, gülerdik. Sanata ve okumaya çok ilgisi vardı. Roman, sağlık ve Abdullah Öcalan’ın kitaplarını okumayı çok seviyordu. 10 kişi bir evde yaşıyorduk. Çoğu zaman okuyacak bir yeri yoktu ama kitabı yanından ayırmıyordu. Babası Amed’e ya da başka bir yere gittiğinde kendisi için sadece kitap istiyordu.”
Cenazesi 29 gün sokakta kaldı
Özyönetim direnişi başladığında Hiznê Arslan’ın ağabeyi Selim Toray, Nur Mahallesi’nde 4 Şubat 2016’da keskin nişancılar tarafından katlediliyor. Cenazenin alınmasına dahi izin verilmediğini söyleyen Aslan, Selim Toray’ın cenazesinin 29 gün sokakta kaldığını anlatıyor. Cenazeyi aldıktan sonra yalnızca iki kişinin katılımıyla defnedebiliyorlar.
Kızı diye gitti oğlunu gördü
Arslan, ağabeyinin öldürülmesinden sonra iki çocuğunun da ölüm haberini alıyor. Kendisini “Urfa’da kimliği tespit edilen bir cenaze var, hazırlan, seni oraya götüreceğiz” diyerek çağırdıklarını söyleyen Arslan, şöyle devam ediyor: “Gazeteciler geldiğinde kucağımda Hacer’in fotoğrafı vardı, onu gösterdim. Mehmet Sait’in cenazesini almaya geldiğimi hiç bilmiyordum. Urfa Devlet Hastanesi’nde yetkililer tarafından bize, cenazenin kimsesizler mezarlığına götürüldüğü söylendi. Oraya gittiğimizde mezarı kazmış, tabutu hazırlamışlardı. Tabuta baktığımda cenazenin Hacer’e ait olmadığını anladım ve yeri sarsacak bir çığlık attım. ‘Bu cenaze Hacer’in değil’ diye haykırdım. Tabuta yaklaştığımda ise cenazenin oğlum Mehmet Sait’e ait olduğunu gördüm. Kızımın cenazesini ararken, oğlumun cenazesiyle karşılaştım. Bu acı nasıl tarif edilir.”
Gitti bir daha gelmedi…
Cizîr’de yasak ve çatışmalar başladığı süreçte Hacer, belediyenin açtığı bir sağlık merkezinde ambulans hemşiresi olarak çalışıyormuş. Mahallede yaralanan, hastalanan biri olduğunda, bir şey lazım olduğunda ilk koşanlardan biri Hacermiş. Anne Hiznê Arslan kızını anlatmaya devam ediyor: “Yaralananların yaralarını sarıyor, ilaç veriyordu. Hacer, son görüştüğümüz gece ambulanstan geldiğinde ben yemek hazırlıyordum. ‘Hacer gel yemek ye’ dedim. Hacer ise, ‘Anne arkadaşım kapıda beni bekliyor’ dedi. Hızlıca bir şeyler aldı, bana sarıldı, öptü, sıcaklığını hala hissediyorum. Gitti ve bir daha gelmedi. Hacer’e ‘Kızım abin içinde, dayın orada, abinden haber alamıyorum. Sen de gidersen ve bir şey olursa yaşayamam. Lütfen evden uzaklaşmayın’ dedim. Hacer de bana ‘Aziz Vural’ın yanında olacağım. Merak etme bir şey olmayacak’ deyip gitti. Hacer, Cizre Devlet Hastanesi sağlık çalışanı Aziz Vural’ın arkadaşıydı. Aziz Vural’ın katledilmesi sonrasında çok etkilendi. Aziz Vural’ın katledilmesi sonrasında Hacer ile konuştum, ağladı, sesi çok kötü geliyordu. Bana ‘Anne arkadaşımı, yoldaşımı kaybettim’ dedi. Hacer de Aziz’in yolundan gitti ve son ana kadar da halkına hizmet etti. Geriye ondan bana birkaç parça eşya ve botları kaldı.”
Hepsini yakmıştılar
Hacer’i, Cudi Mahallesi’ndeki bodrumlardan birinci bodrumda olduğunu ve günlerce oradaki herkesin sivil olduğunu ve çıkmaları için çağrı yapıldığını anlatan Hiznê Arslan, “Ama devlet, yetkililer hiçbir şekilde izin vermedi. Kimyasal atıp, hepsini yaktılar. Hacer’in sağ çıkamayacağını anlamıştım. Hacer’in babasına ‘git, bir yolunu bulup kan örneği ver’ dedim. Babası Mardin’e morga gidip, kan örneği verdi. Teker teker cenazeleri gezdi, inceledi. ‘Tanımanın imkânı yok, cenazeleri yakmışlar’ dedi. Yıllardır kızımın cenazesini arar dururum” diyor.
Bir kemik, bir saç teli…
Yıllardır Hacer’in cenazesini bulmak için mücadele ettiğini anlatan Hiznê Arslan, şöyle devam ediyor: “Defalarca DNA için kan örnekleri verdim. Günlerce sokak sokak gezip, kızımın cenazesini aradım. Hastanelere, savcıya, mahkemeye gittim. Hiçbir yerde Hacer’in cenazesini bulamadım. Yıllardır aileler, cenazelerini arıyor ama kimse sesimizi duymuyor. Çocuklarımızın cenazelerini vermiyorlar. Şubat ayı gelince çok kötü oluyorum. Şubat ayı benim için karanlık ayıdır. Tüm acılarım, yaralarım Şubat ayında bir kez daha deşiliyor. Abimin ve oğlumun cenazesini yan yana gömdüm. Hacer’in bir mezarının dahi olmaması beni çok üzüyor. Bir mezarı olsaydı diye her gün dua ediyorum. Bir kemiği, bir saç teli, bir elbisesi olsaydı diyorum. Ona bir mezar, yapıp, başına gidip, yas tutsaydım diyorum. Hacer’i Sait’in, Selim’in yanına gömer, onlara dua eder, içimdeki ateş biraz olsun söner diyorum. Ama yıllar geçiyor, ömür bitiyor ve ben hala kızımın cenazesini bulmuş değilim. Bu dünyada sağ olduğum sürece, nefes aldığım sürece çocuklarımın mücadelesi peşinde gideceğim. Asla bu yoldan dönmeyeceğim.”
‘Polis evi basıp Hacer’i arıyor’
Kızının cenazesini bulamayan Hiznê Arslan’ın evine bir de sık sık eve polisler gelir. 2 hafta önce bile polisin arayıp, Hacer’i sorduğunu söyleyen Hiznê Arslan şunları aktarıyor: “Polis babasını arayıp, Hacer’in nerede olduğunu sormuş. Hacer’in sağ olduğuna inanıyorlar ve bunu diretiyorlar. Yıllardır defalarca evimiz basıldı, telefonla arandık, Hacer’i soruyorlar. Bir gün de evi bastılar polisler kapıyı çaldı. Kızım Meryem kapıyı açtı. Meryem, Hacer’e biraz benzediği için, polisler birden öne atlayıp, ‘Hacer sen misin?’ diye sordu. Meryem, ‘Hayır, Hacer değilim’ dedi. Ben de bağırıp, tepki gösterdim. Siz ne istiyorsunuz, kızımı katlettiniz, şimdi de gelip, evimde mi arıyorsunuz dedim. Polisleri evimden kovdum. Yıllardır iki ayda bir eşimi telefonla arayıp, taciz ediyorlar, soruyorlar.”
Bodrumların üzerine park yapıldı
Bodrumların bulunduğu Cudi Mahallesi’nden geçmenin bile insana büyük bir acı verdiğini ve yıllardır o mahalleye gitmediğini anlatan Hiznê Arslan şunları söylüyor: “Bodrumların olduğu yerleri devlet kendi yaptığı katliamı örtmek, delilleri, anıları yok etmek için kayyım döneminde orayı park yaptı. O parkın üzerinde bir de festival düzenlediler. Bizim için o park değil, mezarlıktır. Beni öldürürseniz oraya gidemem.”
Hacer’in ismiyle büyüyecek
1 Şubat’ta oğlu Abdulrezak’ın bir kızı olduğunu anlatan Hiznê Arslan, “Torunuma Hacer’in ismini verdim. Hacer, Cizre Devlet Hastanesi’nde çalışıp, staj yaptığı için yaşamını yitirdikten sonra bir daha gönlüm el vermedi ve hastaneye bir daha gitmedim. 8 yıl boyunca hastaneye gitmedim. Hastalandığımda da ya Batman’a ya da Diyarbakır’a gidiyordum. Oğlumun kızı olup, Hacer’in ismini verdiğimiz için Cizre Devlet Hastanesi’nin kapısından içeri girdim. Ama yine de çok zorlandım. Hacer’in ismi yaşasın istedim. Torunumun kimliğinde Hacer yazması beni çok etkiledi ama çok da mutluyum. Günlerdir Hacer’im varmış gibi hissediyorum” dedi.
Newroz Uysal: İnsanlar diri diri yakıldı
Cizîr bodrumları üzerinden yıllar geçse de acılı ailelerin ve 79 boyunca ablukada kalan insanların yaşadıkları hala hafızalarda taze. ”Cizre sadece ablukaya alınmadı en ağır insanlık vahşetin yaşandığı yer oldu” sözleriyle Cizre’de yaşananlara dikkat çeken DEM Parti Şırnak Milletvekili Newroz Uysal Aslan ise ”3 bodrum diye tarif edilen yerlerde gazeteciler, siyasetçiler, siviller, gençler bulunuyordu. O dönemde ve hala hafızalarda olan şey insanların o bodrumlarda diri diri yakılmasıydı” dedi.
Tüm başvurular reddedildi
O dönemde birçok sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için İdare Mahkemeleri’ne başvuruların yapıldığını ve tüm başvuruların reddedildiğini anlatan Uysal, “Yasaklar ve yaşananlar hukuka uygun bulunmuştu. İlk kez Sur’daki ailelerin mahsur kalması olayından sonra Cizre bodrumları için AYM’ye tedbir başvuruları yapılmıştı. Mehmet Yavuzel, Mehmet Tunç, Orhan Tunç, Derya Koç için başvuruda bulunuldu. AYM, bu başvuruları reddetse de AİHM’in aldığı ‘sağlık hakkının gözetilmesi’ tedbir kararı vardı. Hakkında tedbir kararı verilen sadece bir kişi Helin Öncü sağ kalmıştı. AYM’nin ret kararları devletin AİHM’deki davalarda ‘güvenlikçi ve terörizmle mücadele’ olarak savunma yapmasına yol açtı. Yaşamını yitirenler için her biri soruşturma dosyası açılsa da hiçbir dosyayla ilgili tek bir güvenlik personeli tek bir ifade işlemi yapılmadı. Dosyalarda, bölgede uzun bir operasyonun yürütüldüğü, devletin güvenlik zafiyetine karşı gelindiği ve bunlardan övünçle bahsedildi. Hiçbir hukuksal süreç işletilmedi. Aksine saldırılarda yaşamını yitirenler hem ‘örgüt üyesi’ hem de ‘sokağa çıkma yasağı’ kararına uymadığı belirtildi. Tüm dosyalara takipsizlik kararı verildi” şeklinde konuştu.
AYM 7 dosyada hak ihlali verdi
AYM’ye götürülen dosyalardan 7’sinde “usulen hak ihlali kararı” ve ailelere tazminat verildiğini ifade eden Uysal, “Bu ihlal kararı yaşam hakkının ihlali üzerinde değil, dosyadaki kimi eksiklerin olması üzerinden ihlal kararı verildi. Sonra ne oldu bu dosyalar savcılıklarca tekrar açıldı ama eksiklikler giderilmeden, emniyetle birkaç yazışma yapıp, ‘bilgi ve belge bulunamadı’ denilerek, dosyalar tekrar takipsizlik kararı verilerek, kapatıldı. Bu cezasızlık politikasını sürdüren bir yönü oldu. Dosyaları irdeleyen bir yargı değil, Cizre ve diğer yerlerde işlenen suçları örtmek isteyen bir yargı vardı’’ dedi.
AİHM’de 20 dosya var
İç hukuk yolları tüketilerek AİHM’e götürülen 20’e yakının dosyanın devam ettiğini anlatan Uysal, şunları söyledi: “AİHM, iç hukuk yolları tüketilmedi diye kabul edilemezlik kararı vermişti. Ama şimdi iç yolları tükendi ve bu dosyalar tekrar AİHM’in önünde duruyor. AİHM, hangi yönde karar vereceği çok önemlidir. AİHM’in yapacağı tespit hem aileler için hem de hukuki süreci yürütenler için çok iyi bir sonuç olacak. Aileler hala yas sürecini tamamlamadı. İnsanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Ailelerin DNA işlemleri aylarca bekletildi, cenazeler verilmedi, başka yerde defnetmeye zorlama dayatıldı. Cizre’de hala cenazelerini alamayan 14 aile var. Devlet, bodrumların bulunduğu binaları yıktı, molozları Dicle Nehri’nin kenarına atıldı. Deliller yok edildi ve savcılık o bölge için inceleme yapmadı. Kayyım ise orayı park yaptı. Cenazesi özellikle bulumaysan ailelerin yaraları tazedir. Aileler cenazelerinin bulunmasını istiyor. İnsanlığa karşı işlenmiş suçları işleyen klişelerin adalet karşısına çıkmasını istiyor. Ailelerin acısının bir nebze dinmesi için dosyaların etkili bir şekilde yürütülüp, hesap sorulabilir aşamaya getirilmesi gerekiyor” dedi.
Haber: Seli Sontay / Yeni Özgür Politika