Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve yükselişinde Recep Tayyip Erdoğan parti siyasetini neredeyse belirleyen tek kişi olmuştur. Kişisel siyasi planlarını, başta Refah Partisi içinde değişim isteyen genç bir hareketin ortak talepleri gibi sunarak çıkmıştır toplumun karşısına. Daha sonra tasfiye edeceği Abdullah Gül ile bir ikili oluşturmuş, her biri farklı sermaye gruplarını temsil eden yandaşları ile girdiği ilk seçimde partisini iktidara taşımayı başarmıştır.
Necmettin Erbakan’ın, kurulduğu yıllarda fevkalade marjinal bir görüntü veren, girdiği seçimlerde %3 oy oranı ile yetinmek zorunda kalan ‘milli görüş’ söylemi, Erdoğan hareketi ile tek başına iktidara gelecek oranda oy almayı başarmıştı. İşin aslı ise, bu başarının bir inkâr siyaseti ile sağlanması. Yeni parti AKP “Biz milli görüş gömleğini çıkarttık” diyerek oylarını arttırmıştı.
Yanılıp da meseleye ideolojik açıdan bakmaya kalkarsak, Türkiye’de seçim yolu ile devrim gerçekleştiği sanrısına kapılmak işten bile değildir. Kendisini memleketin sahibi zanneden, o inançla sayısız komplo, manipülasyon ve tertip üreten bir ‘derin’ aklın karşısında, ilk kez biat etmeyen bir siyasi hareket şekillenmişti. O yılların generallerinin kurumlu, üsttenci, küstahlık boyutuna varan tepkilerini hatırlamakta yarar var. Protokolde yer alan başörtülü insanların elini sıkmamayı marifet sayan bir zihniyet, birkaç yıl içinde başa çıkamadığı güce boyun eğmek zorunda kaldı.
Ergenekon’, ‘Balyoz’, ‘Ay ışığı’, ‘Sarıkız’ gibi tertiplere dair dosyalar yeni keşfedilen değil, buzdolabında dinlendirilen konulardı. Bunlar, Ümraniye’de ele geçirilen el bombalarından yıllar önce, dönemin ‘Nokta’ dergisinde ayrıntılarıyla işlenmişti. Türkiye’de ne dendiği değil, kimin tarafından dillendirildiği önemlidir çoğu zaman. Aynı konu ‘Nokta’ dergisinde görmezden gelinirken, ‘Taraf’ gazetesindeki yayınlarla dava dosyasına dönüştü. Üstelik de dönemin ana muhalefet liderinin avukatlığını, başbakanının ise savcılığını üstlendiği bir dava. O hengamede TSK tam bir komutan kırımı yaşadı. Özellikle deniz kuvvetlerinde neredeyse amiral rütbesinde subay kalmadı. Ardından Fethullahçı darbe vs. derken, dönemin sözcüsü Yalçın Akdoğan’ın “Milli ordumuza kumpas kuruldu” sözü bir işaret fişeği kabul edilerek, uyduruk ve düzmeceler bir yana, yığınla somut suç kanıtı bulunan bütün davalar düşürüldü.
Erdoğan artık devleti bütün kurumlarıyla kontrol edebilen bir lider olarak, kolayca makas değiştirebilirdi. İktidara geldiği yılların özgürlükçü, refah ve çağdaşlık vaat eden söylemleri hızla geriye sarıldı ve özellikle Cumhurbaşkanı koltuğuna geçtikten sonra dinci gericiliğin şoven milliyetçilikle desteklenmiş halinin somut figürüne dönüştü.
Türkiye’nin kendi içinde böyle çalkantılarla yerinde sayması, hatta gitgide gerilemesi, yoksullaşması ülke insanı için, gelecek nesiller için tabii ki büyük bir kayıp. Yandaş şirketleri kalkındırmak üzere tasarlanan ekonomik program, halkı derin bir yoksulluğa sürüklüyor. Ülkenin yer üstü ve yeraltı kaynakları alabildiğine talan edilirken, tarım ve hayvancılık yanlış politikalar sonucu değil, bilerek, isteyerek, tercih edilerek sabotaja uğrarken, propaganda söylemleri de buna paralel değişime uğruyor. Ekonomik kriz ‘yok’ denilerek, ‘teğet geçti’ denilerek örtülemeyecek kadar somut bir gerçeklik olarak halkın canını yakmakta. Artık refah vaat etmenin pek bir inandırıcılığı kalmadı. Aynı şekilde batılıları kıskançlık krizine sokan ‘otoyollarımız’, ‘havaalanımız’, ‘denizin altından tüp geçidimiz’ edebiyatının da pek bir alıcısı yok artık
17 yıllık AKP iktidarında, ilk kez yandaşlara akan musluklardan da ‘tıss’ sesleri gelmeye başladı. İnşaat şirketleri tökezleyen işletmelerine devleti ortak ederek, yani zararı bizlere yükleyerek krizden kurtulmaya çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en çaresiz hali ise, arife günü yayınlanan Kurban Bayramı mesajında görülüyordu. “Zaferlerle dolu şanlı tarihimize yeni bir halka daha ekleyeceğiz” sözü gerçekten de boş vaatlerde geldiğimiz son noktayı göstermesi açısından oldukça vahim bir aşama. Milletçe gözümüz aydın olsun, iktidarımız bize şehit olma şerefini de bağışlayacak. Tarihte örneklerini çokça gördüğümüz üzere, Müslüman bir ülkeyi fethe gidiyoruz, gazamız mübarek olsun, Allah devletimize ve sultanımıza zeval vermesin.
Ya da ne veriyorsa versin de, bari AKP iktidarının ateşi bizi yaktığıyla kalsın, bir de dünyanın başına bela olmasın.