İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. İktidarın kadın erkek eşitliğine inanmadığını belirten avukat Ulaş, ‘Sözleşmenin daha güçlü şekilde hayata geçirilmesi için mücadelemiz devam edecek’ dedi
Rengin Azizoğlu/Diyarbakır-Jinnews
Kürtaj hakkı, nafaka hakkı, 6284 sayılı kanun üzerinde yapılan değişiklikler gibi kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırıların ardından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin İstanbul Sözleşmesi üzerinde tartışmalar yürütülüyor. İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında 20 ülkenin imzaladığı, Türkiye’nin de ilk imzacılarından olduğu “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni kapsıyor. 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme kadına yönelik şiddete karşı çıkarılmış en kapsamlı metinlerinden biri olma misyonu taşıyor.
Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Danışma ve Uygulama Merkezi avukatlarından Elif İpek Tirenç Ulaş, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için önemini, uygulanmamasının nedenlerini ve son süreçte yaşanan tartışmaları değerlendirdi.
‘Sözleşme yasalar üstü’
İstanbul Sözleşmesi’nin kadın erkek eşitliğini temel halan bir sözleşme olduğunu hatırlatan Ulaş, “Sözleşme imzacı ülkelere şiddetin önlenmesi ve korunması boyutuyla önemli yükümlülükler yükler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki Madde 90 der ki; ‘uluslararası sözleşmeler hem ulusal mevzuatın hem de kanunların üzerindedir.’ Yani herhangi bir ulusal mevzuatla çelişme olduğu zaman uluslararası sözleşme hükümleri esas alınır. Bu anlamıyla İstanbul Sözleşmesi hem Türkiye’nin imza attığı ilk kadına yönelik şiddetle mücadele sözleşmesidir hem de genel itibariyle içerdiği hükümlerce mücadelenin alanları ve yöntemleri boyutuyla Avrupa standartlarında yükümlülükler getiren bir sözleşme olma misyonuna sahip” dedi. Bugün yürütülen tartışmalara bakıldığında sözleşmenin imzalandığı süreci de bilmenin gerekli olduğunu vurgulayan Ulaş, İstanbul Sözleşmesi’nin Birleşmiş Milletler’in (BM) hazırlamış olduğu bir sözleşme olduğunu, Türkiye’nin BM ile hem resmi hem de fiili anlamda bağları olan bir ülke olduğunu ifade etti. Ulaş, “Dolayısıyla verdiği bazı taahhütler gereği sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldı Türkiye. 2012 yılında sözleşme hükümlerini yerine getirmek adına bizim ‘şiddetle mücadele yasası’ olarak tanımladığımız onların ise ‘aileyi korumak’ olarak tanımladıkları 6284 sayılı yasa çıkarıldı. 6284 sayılı yasa genel hükümleri itibari ile İstanbul Sözleşmesi’nin ilke ve esaslarını kapsayan, kadına ve çocuğa dönük şiddette koruyucu ve önleyici tüm tedbirleri en geniş haliyle ele alan ve düzenleyen bir kanun” diye belirtti.
‘Hükümet eşitliğe inanmıyor’
Sözleşmeye rağmen şiddet vakalarının azalmadığını kaydeden Ulaş, “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni ruhuna, gerekliliklerine ve getirdiği hükümlere inanarak imzalanmadığı için böyle olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Sözleşmesi genel hedef olarak önüne kadın erkek eşitliğini sağlamayı koyar. İmzacılarına ‘hukuki ve fiili anlamda kadın erkek eşitliğini sağlamakla yükümlüsünüz’ der. Bunu yaparken de kadına yönelik şiddetle mücadeleyi temel bir araç olarak görür. Kadına yönelik şiddet bu kadar artmışken bunun temelinde kadın erkek eşitliğinin olmamasını görür. Siz bu sözleşmenin ruhuna inanmazsanız bununla ilgili istediğiniz kadar kanuni düzenleme yapın, isterseniz sözleşme hükümlerini olduğu gibi kanun olarak aktarın yine işe yaramaz” diye vurguladı.
‘Özel politikalar üretilmeli’
Şiddetle mücadelenin yalnızca koruma ve önleme tedbirleriyle olacak bir mesele olmadığının altını çizen Ulaş, “Bununla ilgili özel politikaların üretilmesi ve hayata geçirilmesi gerekir. Mevcut hükümet kadın erkek eşitliğine zihniyet boyutuyla inanmıyor. İnanmadığı için de bununla tam olarak mücadele edemiyor. İstanbul Sözleşmesi hükümlerini bu kadar tartışmaya açmak, Türkiye halkları gerçeğine, sosyal ve toplumsal yapıya uymadığını ifade etmenin, tartışmanın esas sebebi bu” diye bitirdi.