Kürt’ün varlığı görünür hale geldikçe, etki alanı genişledikçe, saldırıların kapsamı da boyutu da büyüyor. Kürt’e yönelik saldırı çok yönlü, çok boyutlu, geniş kapsamlı ve müşterek. AKP’nin ikide bir temcit pilavı gibi ısıtarak, “beka sorunu” olarak gündeme getirdiği saldırının mimarı da, planlayıcısı ve organizatörü de sadece AKP değil. AKP buzdağının sadece görünen yüzü.
Şu son bir ayda yazılıp çizilenlere bile bakıldığında Kürt’e yönelik uluslararası komplonun biçim değiştirmiş olsa bile hangi dinamikler üzerinden kendini güncellediğini ve yeniden dolaşıma girdiğini görmek mümkün. İngiliz gazeteleri ısrarla Türkiye’nin neden Kuzey Suriye’ye saldırması gerektiğini yazıyor. Rus medyası iştahla Türkiye’nin çıkarının Rojava’ya saldırmaktan geçtiğini propaganda ediyor. Kimi ABD gazeteleri Türkiye’nin Rojava’ya saldırması halinde ABD’nin tepkisiz kalacağını belirterek Türkiye’deki savaş cephesini cesaretlendiriyor. 8 yıldır “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tesisi” gerekçesiyle Suriye’de bulunan Rusya, ısrarla Türkiye’yi Kuzey Suriye’ye girmesi için fiştekliyor. Saldırı konusunda fitnenin bin türlüsünü uluslararası medyada görmek mümkün.
Bu güçler Türkiye’nin çıkarlarını savundukları için mi bu kadar iştahla saldırı ve savaşı propaganda ediyorlar? Bildik kalıplarla tekrarlanırsa, emperyalistler Türkiye’nin ve Kürtlerin kara kaşına ve gözüne hayran olmadıklarına göre, bu kesimlerin Türkiye’yi savaşa cesaretlendirmelerinin başka nedenleri var. Savaş kime ne kazandırabilir?
Mesele son derece basit ve anlaşılır. 100 yıl önce Ortadoğu’yu dizayn edip, ulus devlet görünümlü diktatörlükleri bölge halklarının başına bela edenler belli ki bu yüzyılda yaşanan değişimin yönünü ve rotasını saptırmaya çalışıyorlar. Arap Baharı’nı rotasından saptırdılar. Onca değişim isteğine, ödenen onca bedele rağmen Arap coğrafyasında her şeyin eski tas eski hamam sürmesinde bu güçlerin çok belirgin payları var. Arap Baharı’nın sistem lehine devşirilmesi uluslararası bir konseptle mümkün oldu. Oysa Arap toplumunun değişim talebi hala baki.
Bu çevreler şimdi dünya halklarını etkisi altına almış Kürt Baharı’nı rotasından saptırmak istiyorlar. Çok bildik yöntemlerle, bölparçala-yönet taktiği ile bunu başarmaya çalışıyorlar. Tıpkı 100 yıl önce yaptıkları gibi bölge halklarını birbirine kırdıracak politikalar izliyorlar. Çünkü Kürt Baharı, özellikle Kobane sonrası dünya ezilen halklarını etkisi altına almaya başladı. Halen yasaklı olan ve yaşama savaşı veren Kürtçe şarkılar Norveç’te, İsveç’te zafer sonrası çalınan parçalar haline geldi. Kürt kadınlarının mücadelesi beyaz perdenin baş yapıtları haline geliyor. Fransız yönetmenin Kürt kadınlarının mücadelesini ele aldığı filmi yakında gösterime girecek. Kürtlerin dünyada estirdiği bu özgürlük rüzgarı bir dönem Vietnam mücadelesinin dünyadaki ezilen halklar için yarattığı havayı anımsatıyor. Ezilen halklar kendi kurtuluşlarını da, özgürlüklerini de yükselen Kürt mücadelesinin başarısında görüyor. İşte bu yüzden Kürt kazanımlarına saldırmak için her devletin ayrı bir hesabı ve nedeni var. Ortaklaştıkları nokta; dünyanın neresinde olursa olsun ortaya çıkan ve gittikçe halkları etkisi altına alan özgürlük havasını yok etme amacı.
Oysa Türkiye meseleye farklı bakabilir. Ortak kaderi ve coğrafyayı paylaştığı Kürtlerle bir gelecek tahayyülü kurabilir. Dünya halklarının sanatçı Bahoz’un Kürtçe müziğe yazdığı Türkçe, Kürtçe, Arapça parçaları eşliğinde duyduğu mutluluğu biz bu topraklarda neden birlikte yaşamayalım? Bu toprakların zenginliği, bu ülkenin birliğine, ortak geleceğine neden vesile olmasın? Bunun yolu, başkalarının kışkırtmasıyla Kürtler adına ortaya çıkan her türlü kazanıma saldırmak değil, varsa sorunları ortak bir masa etrafında konuşarak çözmekten geçer. Kürtler adına başkalarıyla yapılan pazarlık Kürtleri de Türkiye’yi de 3’üncü taraflara bağımlı hale getirmekten başka işe yaramaz. Elbette bazen bir üçüncü göze, bir arabulucuya ihtiyaç duyulabilir. Ancak arabuluculuk, iki taraf kendi sorunlarını çözmenin yollarını bulmak için konuşuyorsa anlamlıdır. Milli ve yerli olduğunu iddia edenlerin Kürtler adına uluslararası güçlerle pazarlık yapması, kendi iradelerini kırmakla kalmaz, onları başkalarının ajandalarına da mahkum kılar.
Şimdi devlet aklı oturup “biz niye kendi sorunlarımızı kendimiz çözmüyoruz” diye sormak ve bu işin muhasebesini yapmak zorundadır. Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok. İmralı’nın yolu birkaç adım ötede ve Öcalan 2013-2015 yılları arasında bu meselede nelere kadir olduğunu, etki gücünün ne olduğunu gösterdi. Bakmayın öyle iskeleyi de sancağı da batırmış, şimdilik arpalıklarda köşe kapmış bazı “yazarların” sırça köşklerinden Öcalan’ın etkisiz hale geldiğini yazdıklarına. Sahibinin sesi bu isimlerin yazdıkları, fitneyi ateşlemenin işaretidir.