31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. Tarihinin en ağır yenilgisini yaşayan AKP cephesinde de, muhalefet tarafında da tartışmalar sürüyor, yeni yol haritaları çiziliyor. Bu koşullarda hazırladığımız dosyamızda, görüştüğümüz siyasi odaklar ve toplumsal kesimlere, öncelikle ‘şimdi ne olacak’ sorusunu yönelttik. Gelinen noktada, bir demokrasi cephesinin imkânlarını, mevcut muhalefet toplamının nasıl bir ittifaka dönüştürülebileceğini, bunun hangi temeller üzerini kurulabileceğini sorduk. Aynı çerçevede, yeni bir demokratik anayasa meselesinin nasıl ele alınabileceği de başka bir sorumuzdu. Bu arada yazılı belge olarak anayasanın tek başına bir anlam ifade etmediği, bunun daha geniş bir demokratik dönüşümün parçası olarak nasıl ele alınabileceğini de sorularımıza ekledik. Ortaya çıkan tabloyu okurlarımızla paylaşıyoruz. Bugün, ESP Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, SYKP MYK üyesi İlhan Turan Yıldırım ve Birleşik Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Murat Pircan Yaratan ile konuştuk.
Şimdi kararlı öncülük zamanı
Özlem Gümüştaş / ESP Eş Genel Başkanı
31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinin en kesin sonucu AKP/MHP faşist bloğunun aldığı siyasi yenilgi; bu durumun ezilenlerde yarattığı moral üstünlük ve başarma duygusudur. Bu siyasi yenilgiyi yaratan AKP karşısında birleşmiş halk iradesidir. Bu irade sandıkta bir güç ortaya koymuş ve sonuçları AKP bakımından 7 Haziran’dan sonra yeni bir yenilgiyi yaratmıştır.
Bu faşist bloğun sonuçları kabullenmeyeceği ve durumu bir ‘değişim’ yönünde ilerletmeyeceği açık. Yargı Reform Strateji belgesi belirsiz bir tarihin konusu olarak ortada. Ve siyasi iktidar Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük saldırı planlarında derinleşiyor. Mevcut iktidarın seçim sonuçları ile belli bir durum değişikliğine gitme niyeti olmadığı gibi; bloğun iç yapısı ve AKP’nin iç krizleri, savaştan beslenen bir ekonomi politikası ile politik İslamcı faşist çetelerle iç içe geçmiş iç-dış politika gerçeği ile buna olanak da yoktur.
Deneyimlerimiz yol gösterici
23 Haziran seçimlerinde yan yana gelen kitle; yıllardır faşizm saldırıları karşısında boyun eğmeyen kadın hareketinden, emek hareketine, ekoloji hareketinden LGBTİ+ hareketine, gençlikten inanç topluluklarına geniş ve özgürlük, adalet, eşitlik talepleri ile birleşme iradesi gösteren bir kitledir. AKP’yi 7 Haziran’dan bu yana sistematik olarak sarsan ve gerileyişini belirleyen bu birleşik mücadele gücü, bu gücün dinamik bir parçası olan Kürt özgürlük hareketi ve yine bu birleşik çizgiyi bir program, bir siyaset tarzına getirmiş HDK/HDP cephesidir. Bitmeyen seçimler ortamında daha 1. yılını henüz doldurmuşken Başkanlık sistemini tartışılır kılan da aynı direniş çizgisidir. Bu çizgi elbette demokrasi ve özgürlükler için bir ittifaka dönüştürülebilir. Bir ittifak için en temel şey, bilinç ve direniş bu hareketlerin 4 yıllık mücadele deneyimlerinde vardır. Fakat elbette bunun için kararlı bir öncü duruşun örgütlenmesi, politikanın geliştirilmesi gerekiyor.
31 Mart, 23 Haziran siyasi okumasında muhalefetin düşeceği risk, bu hareketin kendiliğinden biçimde bir politik hatta dönüşeceğini beklemektir. Şimdi olması gereken, seçim sonuçlarının yarattığı iklimi de arkalayarak, daha ileri yürümek, ‘bu kadar ve böyle’ kalmaması için sandıkta birleşen kitlelere bir alternatif göstermek. CHP/İYİP duruşu ortada. Bu bloktan demokrasi ittifakı için güç beklemek ham hayal olur. Sandıktaki tercih büsbütün CHP-İmamoğlu tercihi de değildir üstelik. Bu tercihi ‘değişim’ olarak okumak ve değişimin politikasını-pratiğini örgütlemek herkesi bir araya getirmeye yetecektir.
20-22 Temmuz tarihleri arasında İstanbul ve Amed sokaklarına bakalım. 20 Temmuz’da Suruç katliamının 4. yıldönümü birleşik eylemlerle protesto edildi. 23 gençlik örgütünün İstanbul’da yaptığı eylem ve yürüme iradesindeki meşruluk kitle hareketinin seyri ve gelişim yönü bakımından yol göstericidir. 4 yıl önce Ceylanpınar’la yaratılmak istenen provokasyonun yıldönümünde, 22 Temmuz’da Amed’den yükseltilen ‘demokratik çözüm, onurlu barış’ sesi ise özgürlük için tutulacak eli göstermiştir.
Örgütlülüğü yükseltmeliyiz
Saray rejimini Başkanlık sisteminin krizleri ile baş başa bırakan da bu hattır, Anayasa tartışmalarını açan da. Devlet yapısındaki bu sorunlar ve ekonomik krizle birlikte de giderek derinleşecek olan yönetememe krizi karşısında demokrasi ve özgürlük safı geniş, yaygın ve gelişkindir. Birleşme eğilimi güçlüdür ve geride kalan yıllarda Hayır saflaşması, KHK ihraçlarına karşı mücadele, adalet eksenli mücadele gibi değişik gündem etrafında birleşik bir hattan da gitmiştir. Şimdi hiç gecikmeden bu değişim isteği, arayışın politik modelini oluşturmak, örgütlülüğü yükseltmekle mükellefiz. Devrimci, demokratik, kadın özgürlükçü, doğaya duyarlı bir politika ve örgütlenme hareketin önünü açacaktır. Bu hat, kararlı bir öncülük duruşu da bekler aynı zamanda. Bu açıdan birleşik bir form, çizgi, siyaset olarak HDK/HDP inisiyatif almalı, bu birleşik hareketin önünü açmalıdır.
Anayasa tartışmaları da bu hareketin yan yana gelişinde belirleyici olacaktır. Anayasa tartışmalarını parlamenter demokrasiyi bile işlevsiz hale getiren Başkanlık sistemi ile almak gerekiyor. Ancak böyle bir karşı duruş ve karşı politika üretildiğinde özgürlük ve demokrasi kanalları doğru hattan, doğru örgüt formları ve yollarından ilerletilmiş olur. Bu tartışmalar CHP’nin ‘daha cesur sözler’ söylemesinin beklenmesine bırakılamayacağı gibi, İmralı tecridi altındaki Sayın Öcalan’la konjonktürel görüşmelerin kaderine de bırakılmamalıdır. Herkes üzerine düşen görevi almalı, bir adım önde yürümelidir. Geride kalan zaman siyasi saflaşma ve çarpışma anlarında ele alamadığımız inisiyatifin ve öncü rolü oynamamanın eksiklikleri ile doludur.
Asıl güç ‘üçüncü kutup’tur
İlhan Turan Yıldırım / SYKP – MYK üyesi
Muhalefette bir sıkıntı olduğu açık. Bunun en temel nedeni; büyük çoğunluğunun bir demokrasi programı etrafında değil, karşıtlık temelinde bir arada bulunuyor olmalarıdır. Diğer neden; muhalefetin ana aktörü olan ve ona da karakterini veren CHP’nin; Yenikapı ruhu ile adalet yürüyüşü ruhu arasında bocalayan niteliğidir. Üçüncü ve en önemli neden ise; faşizmin OHAL dönemi saldırılarıyla muhalefet üzerinde yarattığı kuşatma ve deformasyondur.
Antidemokratik kuşatmayı kıracak bir mücadele süreci içinde pişmeden, sandık başında bir an için yan yana gelen amorf topluluğun bir “demokrasi ittifakı” statüsüne kolaylıkla yükselmesi beklenemez. Gözetilmesi gereken; muhalefetin AKP-MHP faşist blokunun hezimetinden kazandığı moral politik üstünlükle, hem kendisini dönüştüreceği hem de anayasa dâhil demokratik hakları kazanacağı, “rehabilitasyon” ya da “restorasyon” yollarına sapmayan pratik mücadelesidir.
Bir adım ileriye
Muhalefetin ana aktörü CHP olsa da esas devindirici gücü o değil, 3. kutup dinamikleridir. Demokrasi mücadelesinin en tutarlı savunucuları ve bu mücadelenin en ağır bedellerini ödeyen; renkleri, dilleri, tarzları farklı da olsa; tarihsel olarak aynı mücadele yatağında akarken o yatağı büyütüp genişleten bir nehir gibi, birbirini tamamlayan ve birbirini içererek ileri götüren bu dinamikler; 60-70’lerde işçi sınıfı ve devrimci hareket, 80’lerden bu yana Kürt Özgürlük hareketi, 2000’ler ve sonrasında kitleselleşen kamu emekçileri ve kadın hareketleri ve diğer toplumsal hareketler, sonrasında tümünün ortaklaştığı Gezi İsyanı’yla sıçrayan ve ardından 7 Haziran, şimdi 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri üzerinden ağırlığını koyan ve sistemin ikili siyasi yapısına alternatif olarak ortaya çıkan 3. kutuptur.
Politik güçlerin yeniden dizileceği yeni bir siyasi konağa giriyoruz. Bu konakta bileşeni olduğumuz HDK/HDP’nin demokrasi kampının ön safına geçmesi, muhalefet dinamiklerine sözcülük etmeleri, aşağıdan yukarı meclisler ve dayanışma ağları yoluyla, yukarıdan aşağı ise platformlar, eylem birlikleri, koordinasyonlar yoluyla yeni örgütsel modelleri tarif etmeleri ve demokratik cumhuriyet programını toplumsallaştıracak açılımlar yapma görevi bulunmaktadır. SYKP olarak en geniş muhalefet içinde 3. kutup çizgisini, 3. kutup dinamiklerinin içinde ise işçi sınıfının sosyal cumhuriyet programını savunmaya, asgariden azamiye sol, sosyalist ve devrimci demokratik güçlerin birlikte mücadelesini örgütleme çabasına devam edeceğiz.
Dar çerçeveden çıkmalıyız
Murat Pircan Yaratan / Birleşik Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı
31 Mart – 23 Haziran seçimlerini bir yerel seçim olarak okumak elbette mümkün değildir. Göründüğünden daha fazla anlamı olan bu seçim, sonuçları itibari ile her geçen gün başka anlamları kendisine yükleyerek ilerlemektedir. Seçimlerdeki söylem ve pratikler Türkiye yakasında herhangi bir adayın seçimi kazanmasına yönelik olmaktan ziyade diğerini (AKP’li olanı) seçtirmemeye dönük şekillenmiştir. Bu amaç başarılmıştır. Ancak görülmesi gereken şey saraya karşı sandıkta yan yana gelen güçlerin olası saray sonrası döneme dair ortak bir perspektifinin olmadığı, olmayacağı gerçeğidir. Nitekim hemen seçim sonrası gündeme gelen açıklamamlar ve arayışlar sermayenin bu süreçten devleti re-organize ederek çıkmak istediği yönündedir. Saray darbe almış ama yıkılmamıştır. Tam tersine seçim sonrası geçen zamanı kendisini toparlama, kaybettiği hegemonyayı yeniden inşa etme çabasına girmiş bir görüntü vermektedir. Bu toparlama çabasının itici gücü olarak ise Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş siyasetini derinleştirme eğilimi öne çıkmaktadır. Sarayın kendisini toparlama çabasına karşılık egemenler arası çatışmanın diğer bloku da harekete geçmiş seçim üstünlüğünü kalıcı bir yapılanmanın manivelası haline getirme çabasına girişmiştir. Tüm açıklamalardan ortaya çıkan sonuç sağda ve solda devleti re-organize edip sermayenin egemenliğini, emperyalizmin çıkarlarını garantiye alacak liberal dönüşümlerin başladığıdır.
Sürece müdahale edilmeli
Toplumsal muhalefet her şeyi sandığa bağlama ve sandık sonrası geri çekilerek olacakları izleme siyasetini sürdürerek seyirci konumuna düşmüştür. Büyük oranda sarayın içerden ya da dışarıdan sistem içi güçlerin müdahalesi ile yıkılacağı beklentisi hakim hale gelmiştir. Bu beklenti sosyalistler dahil tüm emek demokrasi güçlerini atıl hale getirmekte, derinleşen sınıfsal çelişkiler değerlendirilememekte, sarayın savaş ve işgal politikaları görmezden gelinmektedir. Bu siyasetin devamı telafisi mümkün olmayacak hasarlar verecek, emekçi sınıfları sistem içi güçlerin denetimine terk edecektir. Saraya karşı sandıkta oluşan cephenin sınıfsal ve ideolojik uyuşmazlığı gözardı edilmemelidir. Emek, demokrasi ve barış güçleri sürece müdahale etmelidir.
Bu noktada 3. yol tartışması bu egemen politikaya karşı emek ve demokrasi güçlerinin nasıl konumlanacağı arayışının tartışması olarak ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfı ve ezilenlere yaklaşım, başta Kürt sorunun çözümüne dair eğilimler ve Kürt siyasal hareketine dair yaklaşımlar bu cepheyi şekillendirecek en önemli noktalardır. Burada bu cephenin en önemli mevzisi elbette HDP’dir. Kürt siyasal hareketi ve HDP’ye dönük diz çöktürme planlarına karşın HDP’nin ne kadar belirleyici bir özne olduğu tekrardan açığa çıkmıştır. Devrimci bir dinamo ve Kürt siyasal hareketi ile köprü oluşturabilecek bir özne ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Kendi fasit dairesi içerisinde debelenirken özne olamamak her yapının bir problemidir. Burada biz Devrimci Parti olarak, sol örgütlerin tartışması gerekenin, görece örgütlenme imkanlarının genişlediği bu dönemde söz konusu fasit daireyi kırarak ortaya çıkan imkanları değerlendirebilecek, egemenler arasındaki çatlakları derinleştirerek iktidara karşı sınıf eksenli, Kürt siyasal hareketi ile ittifakı stratejik gören bir devrimci özneyi inşa etmek olması gerektiğini düşünüyoruz.
Devrimci parti bu noktada üzerine düşeni yapacaktır.
YARIN: /ÖDP BAŞKANLAR KURULU ÜYESİ ALPER TAŞ / TİP GENEL BAŞKANI ERKAN BAŞ / SODAP EŞSÖZCÜSÜ KEZBAN KONUKÇU