31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. Tarihinin en ağır yenilgisini yaşayan AKP cephesinde de, muhalefet tarafında da tartışmalar sürüyor, yeni yol haritaları çiziliyor. Bu koşullarda hazırladığımız dosyamızda, görüştüğümüz siyasi odaklar ve toplumsal kesimlere, öncelikle ‘şimdi ne olacak’ sorusunu yönelttik. Gelinen noktada, bir demokrasi cephesinin imkânlarını, mevcut muhalefet toplamının nasıl bir ittifaka dönüştürülebileceğini, yeni anayasanın tek imkanlarını sorduk. Bugünkü konuklarımız, ÖDP Başkanlar Kurulu Alper Taş, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve SODAP Eşsözcüsü Kezban Konukçu.
Kurucu bir program (kamucu, halkçı, bağımsızlıkçı, laik, barışçı, ekolojist, anti-cinsiyetçi ve Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alan) üzerinden Kurucu Meclis temelinde demokratik bir geçiş süreci mümkün
Alper Taş/Özgürlük ve Dayanışma Partisi Başkanlar Kurulu Üyesi
Türkiye 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerine geride bıraktığımız özellikle 2013 Haziran direnişinden bu yana bir dizi gerilim, çatışma ve kanlı süreçlerin içerisinden geçerek geldi. Bu yerel seçim halkın çoğunluğunun karşı olmasına rağmen OHAL altında hile ve baskıyla 16 Nisan referandumuyla yaşama geçirilen ve 24 Haziran seçimiyle de resmen yürürlüğe giren Başkanlık rejimi ve onun dayandığı İslamcı- faşist iktidar blokuyla (Bahçeli hariç hiç kimse bunu itiraf etmese de) bir hesaplaşma olarak yaşandı.
Seçimden çıkan sonuç, bir yıldır resmen yürürlükte olan ve her derde deva kriz çözücü olarak takdim edilen yeni rejimin bir kriz rejimi olduğunun geniş halk kesimleri tarafından görülmesi oldu. O yüzden yerel seçim sonucunun muhalefetin önüne koyması gereken soru ve görev başkanlık rejimine karşı nasıl bir rejim sorusudur. Bizim açımızdan, başkanlık rejimi ve onun dayandığı siyasal İslamcı faşist zihniyetle köklü bir hesaplaşma yaşanmaksızın Türkiye’nin özgürlükçü ve eşitlikçi geleceği kurulamaz. Yapılması gereken, rejimin revizyonu veya eski sisteme dönmek değil, süreci her alanda köklü bir demokratikleşmeye taşımaktır.
Başkanlık rejimi AKP-MHP’nin zorunlu ve çelişkili ittifakı, cephesi üzerine inşa edildi. Buna karşı ise yine Kemalistlerden, Kürtlerden, sosyalistlerden, sosyal demokratlardan, laiklerden, dindarlardan ve hatta bir kısım milliyetçilerden oluşan zorunlu ve çelişkili bir ittifak-cephe doğdu. Ama esas sorun Türkiye’nin ilerici, sol değerlerinin, birikiminin Türkiye’nin geleceğini nasıl inşa edeceğidir.
Çünkü eskinin henüz gitmediği, yeninin de henüz doğmadığı bir dönemdeyiz. Bu dönemde yapmamız gereken öncelikli olarak sol, ilerici muhalefetin dağınıklığını aşacak bir yol bulmaktan geçiyor. Birleşik bir muhalefet-iktidar hareketi nasıl yaratılacak? Kurucu bir program (kamucu, halkçı, bağımsızlıkçı, laik, barışçı, ekolojist, anticinsiyetçi ve Kürt sorunun demokratik çözümünü esas alan) üzerinden aşağıdan yukarıya inşa edilecek meclislere dayalı bir Kurucu Meclis temelinde birleşik demokratik bir geçişsel süreç pekala örgütlenebilir.
Öte yandan, bugünkü rejimin inşasında büyük rolleri olan Gül-Babacan ikilisinin ‘revizyonist’ politikalarına dayalı bir Türkiye tasavvur edilemez. Türkiye’nin köklü devrimci anlayışla yeniden kurulmasına ihtiyaç vardır. Bunun yolu eşitlik ve özgürlük değerlerine bütünlüklü sahip çıkacak olan gerçek bir sol iktidardan geçiyor.
Sevgili Can Yücel’in dizeleriyle;
“Özgürlük ama eşitlik bozulmadan,
Eşitlik ama özgürlük ezilmeden.”
Partisi Genel Başkanı Üçüncü odak yaratılmalı
Selma Gürkan/Emek Partisi Genel Başkanı
AKP’nin 17 yıllık iktidarında uygulamış olduğu ekonomi, iç ve dış politikaların açmazları gittikçe derinleşmiş, halkın çözüm bekleyen sorunlarına vaat düzeyinde bile olsa çözüm sunamaz, hamaseti aşamaz noktasına gelmiştir. 23 Haziran’da ortaya çıkan sonuç, ekonomik krizin yıkıcı etkilerine, faturanın kendisine kesilmesine, kutuplaşma siyasetinin yarattığı şiddete ve ayrışmaya karşı bir “değişim” beklentisi ile birlikte çalışma ve yaşama koşullarını kötüleştiren politikaları sorgulama eğilimleri ve iktidara verdiği desteğin düşmesidir.
Bu değişim beklentisini gören burjuvazi, farklı klikleri ve siyasi temsilcileri çeşitli seçenekler üzerinde tartışma yürütüyor. Bir seçenek olarak; kutuplaşma dilinin zarar verdiği görüşüyle, siyaset dilini değiştirerek, kabinede revizyon yapılarak ve başkanlık rejiminin ruhunu koruyarak kimi ufak düzenlemelerle mevcut iktidarla yol yürüme. Ali Babacan’ın başını çektiği yeni parti oluşumu da başka bir seçenek olarak tartışılıyor. Bir diğeri de malum Millet İttifakı. Öncelikle söyleyelim, iki kutuplu siyaset içerisinde sıkışarak, bir burjuva kliğinin siyasi mihrakı karşısında diğerini tercih ederek, karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümü açısından bir yol alınamaz. Doğru olan; siyasal özgürlükleri, demokrasiyi ve hakların güvencesini, yargı bağımsızlığı ve adaletin sağlanmasını temel alan, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenme ve siyaset haklarını güvence altına alan, siyasete ve devlet yönetimine katılma mekanizmalarını oluşturan, Kürt sorununun demokratik çözümünü, inanç özgürlüğüne dayanan gerçek laikliği tesis etmeyi hedefleyen anlayışla bir seçenek oluşturmaktır.
Sandıktan alanlara
Biz sandıkta buluşan beklentilerin sandıkla sınırlı kalmaması gerektiğini, bu beklentilerin kazanılması için ortak talepler etrafında mücadele birliklerinin oluşturulmasını, bu birliktelikte gözetilecek hassasiyetin demokrasi ve özgürlüklerin esas alınıp alınmadığının olması gerektiğini ifade ediyoruz. “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” temelinde süren bloklaşma karşısında, üçüncü bir odak olarak, devrimci-demokratik bir mücadele odağının- ittifakının oluşmasını esas alıyoruz.
Sandıkta bir araya geliş başarılmışsa, alanda ve mücadele meydanlarında da başarmak pekala mümkün olabilir. Önümüzdeki dönem TİS süreçleri başlıyor ve gelişecek emek hareketi, hak eşitliği ve özgürlükler mücadelesi veren kadın hareketi, anayasa tartışmaları ile bir- likte yürütülen rejim tartışmaları kısaca mücadele içerisindeki farklı toplumsal kesimler, böyle bir seçeneğin dayanakları olma potansiyeline sahiptir.
Büyük bir potansiyele sahibiz
Erkan Baş/ Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı
AKP karşıtı güçler içinde “Türkiye ittifakı”, “normalleşme” vb. isimlerle süren tartışmaları önemseyen ve nihayet AKP’yle bir düzeyde uzlaşma yollarını da arayan bir eğilim var. Bu tehlikelidir ve esas olarak acilen devrimcilerin, sosyalistlerin AKP’yle uzlaşmaya veya AKP’nin toparlanmasına izin vermeyecek bir çizgiyi güçlendirmesi gerektiğine işaret ediyor.
Halk güçleri devrede olmadığı durumda AKP’li ya da AKP’siz düzen, geride kalan 17 yılda elde ettiği kazanımları korumayı merkeze alan bir yaklaşımla kendi yolunu çizer. TİP, AKP’yle uzlaşmayı bir yana bırakalım AKP’nin yarattığı yıkımın hesabının da sorulmasının önümüzdeki dönemin halkımız açısından yaşanabilir bir ülke yaratmanın ön şartı olduğu görüşüne sahiptir ve esasen AKP’ye karşı mücadele eden geniş halk kitlelerinin de bu çizgide olduğunu düşünüyoruz.
AKP’yi çatlatan muhalefet
AKP içindeki çatlaklar önemlidir ancak esas önemli olan bu çatlağın nedenidir. Bu çatlağı oluşturanın AKP’nin mevcut haliyle yönetememesini sağlayan muhalefet güçleri olduğunu unutmayalım. Bu çatlak, sadece AKP’nin ya da rejimin iç gerilimlerinin ürünü değil, AKP’ye teslim olmayan milyonların etkisinin artmasının bir sonucudur. Özetle, “yukarıda” neler olduğuna bakalım ama bunun cevabının biraz bizim “aşağıda” neler yaptığımızla ilgili olduğunu bilerek ve esas işimizi yaparak bakalım.
TİP, kendisini işçi sınıfının emekçilerin devrimci partisi olarak tanımlıyor ve kesin bir düzen değişikliğini hedefliyor. Bununla birlikte bu mücadelenin aynı zamanda güncel görev ve sorumlulukların hakkını vererek ilerleyebileceği konusunda da net bir yaklaşıma sahibiz. Dolayısıyla gerek devrimciler arasındaki güç birliğini gerekse bugün AKP/Saray iktidarının karşısında devrimcileri de aşan çeşitli birlikteliklerin gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bir öncelik sonralık ilişkisi olarak değil bir durum tespiti olarak söyleyelim, böylesi ittifakların, güç ve eylem birliklerinin oluşumu için güçlü bir sosyalist kutbun olmaması gibi önemli bir eksiklik var.
TİP bu eksikliği ortadan kaldırmak için yola çıktı, bu başarılabildiği ölçüde AKP’den gerçekten kurtulmamızı sağlayacak birleşik mücadele mevzilerinin oluşumunun ve güçlenmesinin de daha kolay olacağına inanıyoruz.
Statükomuzu kırmalıyız
En son 23 Haziran seçimlerinde de gördük, CHP’nin kazanması için elinden geleni yapan ancak CHP’ye sığmayacak milyonlarca insandan oluşan son derece dinamik ve geniş bir güç var. Tersinden söylersek aslında CHP’ye göre epey solda duran ancak çoğu zaman CHP dışında oy verecek gerçek bir seçenek göremeyen, ancak böyle bir seçenek ortaya çıktığında gerek oy verme, gerekse birlikte hareket etme kararı veren kesimlerin varlığı ve daha önemlisi diriliği önemli bir potansiyel güçtür.
Bizim bir süredir sıkça vurguladığımız sosyalist hareketin kendisini hapsettiği statükoyu kırması gerekir saptaması biraz da bununla ilgili. Türkiye sosyalist hareketinin sadece tarihsel birikimine yaslanmakla yetinmeyip, günün ihtiyaçlarına uygun politikalar geliştirmesi, gerçek bir seçenek haline gelmesi ve AKP’ye karşı direnen halk güçlerinin hareket alanını genişletmesi bu odağın şekillenmesi için bizim somut katkımız olabilir. Güçlenen, etkisini artıran, özellikle emekçileri siyasal bir özne konumuna taşımayı başarıp gerçek bir siyasal odak haline gelen sosyalist bir damar, Kürt halkının kararlılıkla sürdürdüğü özgürlük mücadelesiyle yoldaşça bir ilişki kurmayı da başarabilirse, yıllardır inatla ve ısrarla AKP’ye teslim olmayan büyük kentlerdeki devrimci demokratik potansiyel belirleyici bir güç haline gelebilir.
7 Haziran ruhu hala yaşıyor
Kezban Konukçu/SODAP Eşsözcüsü
31 Mart-23 Haziran’da ortaya çıkan değişim iradesini anlamak için Gezi direnişi ve 7 Haziran sürecine kadar uzanmak gerekiyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük rejim krizine Saray iktidarının faşizmin inşası yoluna girmesi ve bunu da “başkanlık sistemi” ile tescillemeye çalışması 7 Haziran’da HDP ve Demirtaş şahsında cisimleşen “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” sloganı etrafında birleşilmesi ile boşa düşürülmeye çalışıldı. Bu, devlet içinde ciddi bir alarm olarak algılandı. Yenikapı İttifakı olarak karşımıza çıkan devlet refleksi daha sonra Cumhur İttifakı’na evrildi. 7 Haziran’ı yok sayan Saray, savaş ilan ederek gerilim politikası üzerinden faşizmi inşa yoluna girişti. Bu süreçte muhalefet güçleri değişik kereler Demokrasi İttifakı kurmak için çabaladı. Bu çabaların önemli bir kısmı şovenizmin duvarlarına çarptı. Ancak 31 Mart-23 Haziran sürecinde görüldü ki 7 Haziran ruhu yaşıyor. Bu süreçte özellikle HDP’nin faşizme kaybettirme yaklaşımı başarılı oldu ve halkların demokrasinin inşası yolunda tekrar birbirine yaklaşmasını sağladı.
31 Mart-23 Haziran’ı kazanan yapı faşizme karşı olma anlamında bir arada durma iradesini temsil ediyor. Özellikle 23 Haziran seçim sonuçlarıyla faşizmin ağır bir darbe aldığı gerçektir ama faşizm yıkılmamıştır. Demokrasi güçlerinin önünde faşizmin ortadan kaldırılması güncel görevi durmaktadır. Türkiye’de siyasi krizle ekonomik krizin aynı zaman diliminde yaşanıyor oluşu ezilenler lehine mücadeleyi büyütme olanağı sunmaktadır. Ekonomik krizle açığa çıkan işsizlik ve hayat pahalılığına karşı zenginliğin paylaşımı mücadelesi demokrasi mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Eşitlik mücadelesiyle tamamlanmamış bir Demokrasi İttifakı burjuvazinin bir fraksiyonunun projesine eklemlenme anlamı taşıyacaktır.
Birlik iradesi yok edilemedi
23 Haziran, faşizme karşı bir arada durma iradesinin 7 Haziran sonrası yaşanan savaş ortamında tüm katliamlara baskılara rağmen yok edilemediğini gösterdi. Ancak bu iradenin güçlendirilmesi ve örgütlenmesi gerekiyor. Mesele burada. Zenginliğin paylaşımı programı olmadan bir araya geliş burjuvazinin bir fraksiyonunu güçlendirecektir. Kürt sorunu konusunda bir çözüm yaklaşımı olmayan bir oluşum geleceğe taşınamayacaktır. Zaten demokrasi ittifakının kurulmasında yaşanan ana sorunlar eşitlik talebi ve Kürt sorunun çözümüne yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Bu iki konuda da geleceğe dair ipuçları taşıyan bir oluşum ancak faşizmi gönderebilir ve geniş ezilen kesimlere umut olabilir. Faşizm bir şekilde gidecek ama bizim asıl gündemimiz yerine neyin geleceğidir. Faşizme karşı mücadele eşitlik ve özgürlük talebimizin örgütlü bir güce dönüşmesiyle geleceğe dönük umut olacaktır.
YARIN: MELE OSMAN DENİZ / İLAHİYATÇI İHSAN ELİAÇIK/ ADF BAŞKANI CELAL FIRAT / ABF GENEL BAŞKANI HÜSEYİN GÜZELGÜL