Türkiye’yi krize sürükleyen iktidar için tehlike işaretleri ve alarm sinyalleri artıyor. Üstelik bu uyarıların pek çoğu da AKP’nin içinden; yanından, yamacından yükseliyor. Yaklaşan tehlike için Eylül sonu Ekim başını işaret edenler çoğunlukta. Bu tarih aralığı aynı zamanda Kürtlere karşı savaşın derinleştirilmek istendiği, Rojava yönelik saldırı tehditlerinin arttığı bir tarih. Savaş tamtamları ve hazırlıkları içinde yapılan uyarılar duyulmuyor, dikkate alınmıyor.
Türkiye öyle bir çıkmaza sokuldu ki “aman batıyoruz, tehlike büyük” diye yapılan ve içeriden yükselen “dost” uyarılarının bile bir karşılığı yok. Erdoğan’ı ve AKP’yi girdiği geri dönülmez yoldan çevirmeye yönelik çabalar nafile. Çünkü çok büyük bir istekle kendi sonunu kucaklamaya, kendisiyle birlikte ülkeyi ateşe atmaya hevesli bir akıl var. Herkesin, hepimizin hayatlarını, ortak yaşamını tehlikeye atan bu çılgınlığın her gün yeni örneklerine tanık oluyoruz. Rusya’sı, İran’ı, Suriye’si, ABD’si, hatta içerideki derin yapıları AKP’nin Kürtlere karşı saldırı hevesini, ısrarını, inadını her iki tarafı bir birine kırdırma fırsatı olarak kullanıyor. İktidar ve Türkiye için “Kürt kapanının” tarihsel işlevine kapı aralanıyor. Haliyle AKP Kürtlere ve muhaliflere karşı kazdığı kuyuya kendisinin iteklendiğinin, atıldığı kazanının altının yavaş yavaş ısıtıldığının ya farkında değil ya da bunu görmek istemiyor.
Kürde karşı şirinlik de nefret de bir süreye kadar AKP kurucu aklı için zemin kazanmaya yönelik siyasi bir manevra alanıydı. Bu yaklaşım zamanla katı bir nefrete dönüştü ve artık AKP istese de bu nefretten geriye dönemiyor. Kendisini öylesine derin kaptırmış ki ortada akılla, mantıkla, izanla tanımlamayacak işlere imza atıyor. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda gösterdiği 3 fotoğrafların hikayesi ve bu fotoğraflar arasındaki bağlantı tam da bu izansızlığı tanımlayacak eşsiz bir örnek.
Kural, kaide, hak, hukuk, adalet talebinde bulunan dindar görünümlü menfaat koalisyonu, bütün bu evrensel değerlerden kendisinin muaf olduğunu düşünüyor. BM Genel Kurulu’ndan bayraklaştırılan “Herkes için adalet, herkes için özgürlük, herkes için barış” sözlerinin üzerine kimi çevreler haklı olarak “Kürtler hariç” yorumunda bulundu. Doğru ama eksik bir yorum. Kürtler için adalet, barış, özgürlük yok da Türkiye’nin geriye kalanı için var mı? Kürdün barış içinde yaşamadığı bir ülkede ülkenin geri kalanı barış içinde yaşayabilir mi? Bırakalım muhalifleri, iktidar destekçileri bile artık barış, demokrasi, hukuktan nasiplenemiyorlar.
Dolayısıyla BM Genel Kurulu’nda gösterilen 3 fotoğraf, iktidarın anlam dünyasındaki tutarsızlığın ve Türkiye’nin içinde girdiği ruhsal bunalımın sarih bir göstergesi. Erdoğan, önce İsrail’in yıllar boyunca yayılmacılığını gösteren ve İsrail’i Filistin topraklarını işgal etmekle suçlayan fotoğrafları gösterdi. Bu fotoğraflara isyan etti. Sesinde kızgınlık vardı. Daha sonra Kuzey ve Doğu Suriye Özerk bölgesinin haritasını göstererek Türkiye’nin girmek istediği işaretli bölgelerin altını çizdi. Bu bölgelere mültecilerin yerleştirilmesini ve bölgenin demografisinin değiştirilmesini istedi. İsrail için işgal olarak tanımladığını Makyavel’in ruhuna rahmet okuyacak bir şekilde Türkiye için hak olduğunu savundu. Gösterdiği İsrail-Filistin fotoğrafı yaratılmak istedikleri Türkiye-Rojava fotoğrafının da referansı olduğunu görmüş olduk. Üzerinden “insanlık dersi” verdiği Aylan bebeğin fotoğrafı ise her iki fotoğrafı tamamladı. Aylan bebeğin kıyıya vuran fotoğrafı elbette bütün insanlığın yüz karasıdır. Ama bu fotoğrafın sebebi Suriye’de savaşı derinleştirenler ve gün aşırı Aylan bebeğin de göç etmek zorunda kaldığı Kobanê ve Rojava’yı tehdit edenlerdir. Aylan bebeğin görüntüsünün sebebi gösterilen ikinci fotoğraftaki Kuzey Suriye fotoğrafıdır.
Ve bütün bunlar dünyadaki savaşlara, ölümlere, eşitsizliklere çözüm bulması gereken BM’de yani dünya devletler sisteminin arenasında cereyan etti. Bu sistem baştan sona haksızlık, savaş ve ölüm üretiyor. Erdoğan dahil kimi devletlerin bu sisteme dair eleştirileri sistemi değiştirmeye dönük değil, sistemden nemalanmaya yöneliktir. Böyle olduğu için kimse çıkıp da “yahu arkadaş sen burada bir egemen devletin sınırlarını nasıl kendine göre işaretler ve oraları parsellemeye çalışırsın” demiyor. Üstelik BM’nin ortaya koyduğu devletler sistemi kurallarına aykırı olmasına rağmen. Çünkü ortaya konulan o kurallar, sistemin efendileri açısından pek bir önemi yok. O kuralların tamamı dünyanın geri kalanını dövmeye ve hizaya getirmeye yönelik kurallardır.
O yüzden içeride yapılan uyarıların bir anlamı yok. Bu kokuşmuşluğun varıp varabileceği son nokta, haksızlığı yaratanların kendi haksızlıklarına kurban olacakları gerçeğidir. Son tahlilde çanların kimin için çaldığı sorusu önemlidir. Çünkü eninde sonunda herkes bir gün kazdığı kuyuya kendisi düşüyor.