AVM, yani alış-veriş merkezlerinin yeni icat olduğunu düşünenler yanılıyor. Haydi Osmanlı’nın kapalı çarşı örneklerine kadar geriye gitmeyelim. Ama 1960-1970’li yıllarda babamın AVM’si vardı.
Beni birazcık tanıyanlar, babamın Züğürt Ağa benzeri hikayesini bilir. Şimdi onlar da “hayda bu da nereden çıktı” diye şaşıracaklar. Anlatayım:
Parasız yatılı imtihanlarını kazandıktan sonra ben İzmir Maarif Koleji’nin yolunu tutarken, ailem mecburiyetten ilçeden köye geri döndüler. Neredeyse her şeye sıfırdan, yeniden başlandı. Babam çiftçiliği öğrenmeye başladı.
Ancak bakkallık günlerini özlüyordu. Annemlerin hiç istememe tavırlarını yavaş yavaş kırmak için önce un, yem, kuru gıda gibi birkaç şey satan yer açtı. Mallar elde kalsa bile aile bunları kendi tüketebilirdi yani.
Sonra mallar giderek çeşitlendi ve sonunda her şeyin ama her şeyin bulunduğu bir dükkana ulaşıldı. Köylerdeki bakkal dükkanlarındaki malların çeşitliliğine bugünkü AVM’lerde bile ulaşmak zordur bence.
Özellikle gıda çeşitleri vardır: makarnalar birkaç çeşittir ama henüz jelatin poşetlere girmemiştir ve açıkta-varilde satılmaktadır. Aynı şekilde satılan mallar arasında fasulye, nohut, mercimek, bulgur ve un da vardır. Toz şeker, çuvalından alınıp tartılır. Kesme şekerin müşterisi sadece kahvecilerdir. Çayı ve şekeri hesaba yazdırırlar.
Leblebi, çekirdek, şekerleme, lokum ve bisküvi çocuklara satılan şeylerdir ama dükkanın olmazsa olmaz ürünleri arasındadır. İki bisküvi arasına konulan lokumu almak, bir çocuğun en büyük hayallerindendir. Belki de bu yüzden, takma dişli dedeler, çaydan büzülen midelerini sevindirmek için bakkaldan bu alışverişi yapıp kahvedeki sandalyelerine geri dönerler. Sadece 3 ya da 5 bisküvi aldıkları da olur dedelerin. Çaya bandıra bandıra yerler bisküvilerini. Çabuk bitmesin diye didinirler.
Babamın AVM’sinde her türlü gıdanın yanı sıra her türlü eşya bulunurdu: Gaz lambası için gaz, lamba fitili, lamba camları, lüks lambası için gömlek (ışık veren bezden yapılmıştır), ispirto.
Lastik ve spor ayakkabılar, gömlek, kazaklar… Naylondan kaplar, su hortumları, tütün için çeşitli kalınlıkta urganlar. Başta çivi çeşitleri olmak üzere kimi inşaat malzemeleri. En çok çivi satmayı severdim. Çünkü fiyatı tek idi, çeşitli çiviler tartılır ve kilosuna göre, alınacak para ortaya çıkardı.
Satmayı sevdiğim şeyler arasında sigaralar da vardı. Yerlerine dizer ve müşteri istediğinde verip, parasını peşin alırdım. Birinci 90 kuruş, ikinci 60 kuruş ve üçüncü 45 kuruştu. Diğerleri epey lüks sigaralardı. Herkes alamazdı.
İlgili-ilgisiz o kadar çeşit vardı ki, her birini koyacak raf yetmediği için yerlere konulurdu pek çok şey. Söz konusu çeşitleri, müşteri de görsün diye, gündüzleri de dükkanın önüne çıkartırdık. Her sabah dışarıya çıkartılan eşya, her akşam yeniden dükkanın içine alınırdı. Babamın hiç sevmediği bu taşıma işi, ben köydeyken bana, diğer zamanlarda ise biraderime düşerdi.
***
Okurlarımdan kimileri homurdanmaya başladı biliyorum. Bu yazının içerisiyle ne ilgisi var diye. Var, var; biraz daha sabır. Az kaldı!
Geçen dönem Siirt Belediye Başkanlığı’na seçilen Tuncer Bakırhan’ı ziyaret edip, şehrin sorunlarıyla ilgili bir dosya yapma konusunda sözleşmiştik. Ama nasip olmadı. Önce onu hapse attılar. Yıllar sonra da beni.
Siirt’e gitseydim, Sayın Bakırhan’a şunu diyecektim: “Esnafın eşyalarını kaldırıma çıkarmasına kızıyormuşsunuz! Yıllarca bu angaryadan çok çekmiş biri olarak, size hak veriyorum ama esnafı bıraksanız daha iyi olur!”
Botan vadisinin neredeyse 13 asırlık kadim şehri Siirt için yapabileceği ne kadar çok şey varken, Tuncer Bakırhan’ı hapse atmak…
İnsan ne diyeceğini bilemiyor gerçekten…
Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi
Sincan/Ankara