“Her şey o kadar dokunaklı ki, istemeden kırılıyorsam bazen / dağınık, renksiz bir mozaik gibiysem,/ üstelik yalnızsam bir de-telefonda kuş sesleri- / aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı/ karşımızda Eylül’ün sesi.”
Edip Cansever’in dizelerinde de olduğu gibi sonbaharın payına düşen hep hüzün olmuştur. Bu mevsime ilişkin yazılan her dize ve her tümcede sözcükler, kanadı kırık kuşlar, rüzgarda savrulan yapraklar gibi olmuştur. Gerçi şiirdeki Eylül’ün sesi artık yerini Ekim’in sesine bıraksa da buralarda daha yeni yeni başlıyor mevsim görüntüleri. Bu mevsime atfedilen tüm sözcükler ve anlam kümeleri eski bir yara gibi kanayan uyaklardan oluşmuştur… Hazan, hüzün, güz… Sararmış yapraklar, hüzzam şarkılar, sırılsıklam yağmurlar… Hele hüzünsüz bir sonbahar yazısı düşünülemez ki bu sözcük, hayatı yanlış okumuş bir ömrün tüm bedellerini eksiksiz ödemiş, ‘Üstü kalsın’ demiştir. Hayatın yol haritasını dikkate almadan yola çıkanların varacakları son durak hüzün durağıdır. Okunmadan bir kenara atılmış bir kitabın bizi vuran bakışları gibidir. Yanık yanık kokmuştur. Değdiği yeri kanatmıştır. Duygu yüklü tüm sözcükler, bu mevsim tarafından rehin alınmıştır.
* * *
‘…Ömür biter bir uzun sonbahar olur/ Yaprak çiçek kuş dağılır, tarumar olur’ diyen Yahya Kemal’in dizeleri gibidir hazan… Yakmayan güneş, üşütmeyen rüzgardır. Yanlış anlamlar yükleyip imha ettiğimiz yanlış hayatlardır sonbahar… Hazan mevsimidir. Gülerken bile gülüşüne hüzün çizgileri katan suretlerdir. Beynimizin kılcallarını zorlayan kemanlardır. Edası, sedası ve sevdası kanayan damarlardır. Veda vaktidir… Hüznün en leziz zamanıdır güz. Bir renkler cümbüşüdür hazan. Sarı hırkasını giymiştir zaman, iç ürperten bir esintiyle hayatın manzarasına yeni bir pencereden bakma zamanıdır… Son sıcağı da çekilince bedenden yazın, kuşlar da artık hazana akmaktadır. Hoşça kal zamanıdır. Tenha ve ıslak sokaklardır hazan, eski bir aşk gibi, ayrı düşmüş kırık bir dal parçasıdır. Çürük bir diş ağrısı gibidir. Hayatın cilvesidir. Can feda zamanıdır… Tarumardır, talandır… Hasretin bağrına damlama zamanıdır. Silip süpürmedir, yırtıp atmadır, çekip gitmedir. Ar zamanıdır. Bir anı defteri tadındadır. Vicdanın sahneye yansıyan yüzü gibidir hazan. Zihinselimizin görüş mesafesi, duygularımızın ufkudur. Uzaklar ve yakınlardır. Sürgünlere açılan kapılardır. Patikalar ve uçurumlardır. Uykusuz geceler, sağır ve dilsiz duvarlardır… Zindanda voltalardır. Tazelenmiş yeminler gibidir güz. Uzak akşamlar, yağmurlarla ıslanmış merhabalardır. Aşka dair bütün sözcükler, bu mevsim tarafından rehin alınmıştır.
* * *
İşte yine yağmur kokan bir mevsimdeyiz. Güneş, bulutları dağıtmak için rüzgarlar oluşturuyor… Siz de dinliyor musunuz? Rüzgarın yapraklarla oluşturduğu şarkıyı duyuyor musunuz? “Yine hazan mevsimi geldi. Yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek. Yine deli gönlüm, yine bu mevsim de, hicranını yalnız çekecek…” Ait olmadığınız bir oluşa haberiniz olmadan dahil edilmenin hüzün faslını duyuyor musunuz? Doğruların yanlış parçalara bölündükten sonra, birbiriyle milyon kez çarpılıp, yalanların sonsuzunu oluşturan sesleri duyuyor musunuz?.. Gülerken bile gülüşüne ince bir hüzün katan özneler tanıyor musunuz? Yanlış anlamlar yükleyip imha ettiğimiz yanlış hayatlar yaşıyor musunuz? Beyninizin kılcallarını zorlayan anlar anımsıyor musunuz? İçini boşalttığımız, kırıp döktüğümüz, güz yaprakları gibi üstüne basıp geçtiğimiz, içimizi acıtan şeyler anımsıyor musunuz? Günde üç öğün edası, sedası ve sevdası olan zengin kafiyeler kurabiliyor musunuz?
Zulmü reva görenleri görüp kedere boğuluyor musunuz? Turgut Uyar’ın deyişiyle içiniz acıyor mu?
‘…Eylül toplanıp gitti işte. / Ekim filan da gider bu gidişle,/ Tarihe gömülen koca atlar gibi /
Kimi sevsem, kim beni sevse, / İçim acıyor.’
***
‘Her şey zıddıyla vardır’ derler ya… Hazanın hüzünlü yanında umut da saklı. Savrulan yaprakların arasından gelecek baharın tomurcuklarını, çiçeklerini görmek de mümkün. O zaman bir ezber bozsak, bu mevsimi hüzün mevsimi olarak uğurlasak ama bir dahaki bahara ilişkin umutları çoğaltsak.