Her yıl binlerce insan savaşlarda yaşamını kaybeder ve binlercesi göç yollarına düşer. Bunun en büyük nedeni ise her şeyi, herkesi metalaştıran kapitalist sistemdir. Alan Kurdi’nin sahile vuran cansız bedeninin tek sebebi bu sistemdir. Sistem değişmedikçe binlerce Alan Kurdi yaşamını yitirmeye devam edecektir. Göçertme meselesi de öyle masum bir konu değil savaş aygıtına dönüştürülen bir mültecilik anlayışıdır. Yeşil yüzleriyle göçenler için ayrılan fonlar ya da göstermelik pozların altında yine bu sistemin kendini sürdürebilmesi yatar.
Kökleri beş bin yıl önceye dayanan kapitalist sistem; kendini ulus devlet, endüstriyalizm ve aşırı kâr üzerinde var eder. Avrupa’da su buharının bulunması ile başlayan sanayi devrimi endüstriyalizm ve aşırı kâr olgusunu en üst noktaya taşıdı. Aşırı kâr için doğa ve emek sömürüsünün artan bir ivme kazanmasına neden oldu. Dünyada ilk çok katlı yapılar su buharı ile çalışan fabrikaların yanına kuruldu, nedeni ise zaman kaybını önleyerek daha fazla emek sömürüsü yapabilmektir.
Özellikle Avrupa son 60-70 yılda sanayisinde çalıştırılmak üzere daha fazla ucuz işgücüne ihtiyaç duymuştur. Bunu sağlamak için de nerede işgücü fazlalığı varsa özellikle orada savaşlar yoluyla göçertme yoluna gitmiştir. Yaşam alanlarından kopmak zorunda kalanlar için cazip hale getirilenler birer sanayi kenti olan buralara ucuz işgücü olarak getirilmiştir. Avrupa’nın kentleri iş merkezlerine dönüşmüş devasa ölçekte fabrikalara işçi istihdam etmek gerekmekteydi. Avrupa’da hakim olan çekirdek aile ölçekli yaşam anlayışı nedeniyle işgücü azalmış ve daha fazla sömürü için mültecilik bir savaş aygıtı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Daha liberal ve demokratik olan Avrupa ülkelerindeki işgücü yetersizliğine çare olarak diğer kıtalarda bu arayışlarına başladılar. Elbette vasıflı ucuz işgücünün kabulü için de kriterler belirlediler; sömürüleceği ülke de beş yıl çalışmak, iyi hal göstermek, Avrupa kentlerine uyum gibi sisteme entegrasyonu olanların kabulü gibi birçok kural getirdiler. Buna uyum sağlama mantığında olanlar Avrupa kentlerine kabul edildiler.
Günümüze geldikçe emek sömürüsünün devamı için pazar olarak Ortadoğu seçildi ve yöntem olarak da savaşlar tercih edildi. Pazar olarak görülen alanlarda ülkede iç savaş için gerekli çalışmalar yapılarak iç savaşlar çıkarıldı. Bu savaşların çıkması ve uzaması nedeniyle insanların yaşam alanları elinden alındı ve burada yaşayanlar kurtuluş yolu olarak Avrupa ve benzeri sermaye kentlerini tercih ederek göç yollarına düştüler.
Birleşmiş Milletler devletler üstü sermayece kurulmuş emperyal ülkelerin üye olduğu bir sistem. Yaşamın birçok alanında kabul görmüş kurumların da kurucusudur. BM göçertilen-mültecileri korumak için de Anchor gibi yeşil yüzlü birim kurmuş. Bu birimde çoğunca iyi niyetli aktivistler kendi sömürü çarklarına alet edilerek iyi niyetleri suistimal edilmiştir. Çıkardıkları savaşlar nedeniyle mülteci konumuna düşen insanların daha iyi şartların sağlandığı sermaye kentlerine göçmelerini sağlayamaya başlayan Anchor olmuştur. Anchor, insanlar arasında istatiksel çalışmalar; rehabilite, dil, uyum gibi birçok başlıkla çalışmalar yürüterek aslında ucuz işgücü olan mültecileri sermayede istihdama hazırlamak için çalışmalar yürütür. Elbette bir kısım seçilmiş için özel çaba sarf edilerek kolay yollardan göçmeleri sağlanırken, kalan çoğunluk ise ülkelerden sınırlardan geçmek durumunda bırakılmıştır.
Böylelikle ekolojik mültecilik; Yaşam alanlarından koparılan ve yaşama bilgisi zor aygıtları yoluyla elinden alınanların yeni yaşam alanları bulmak için yaşama tutunmasıdır diye tanımlanmıştır. Bu bilinçten yoksun yaklaşımların sadece sistemin ekmeğine yağ süreceğini bilmemiz gerekir. Çözüm ise birlikte-barışık-dayanışmacı bir yaşamın inşasından geçer.