Mehmet Haberal hakkında “devletin azraili” demek pek yanlış olmaz. Eceli gelen “devletlû” şahsiyet, ona ve başında olduğu Başkent Hastanesi’ne mutlaka uğruyor. Bülent Ecevit ve ardından Süleyman Demirel, şifayı Haberal’da bulacaklarını ummuşlardı. Olmadı. Bu aralar Haberal’ın yakınlarına sıkça uğramak durumunda kalması dikkate alındığında, sıranın Devlet beyde olduğu üzerine bahis oynanabilir. Sonra ne olacak diye soranlara derhal el cevap: Erdoğan kaset şantajıyla rehin alarak yanına çekmiş olduğu rivayet olunan Bahçeli-sonrası koalisyon arayışlarını sonuçlandırmak üzere. İyi Parti’yi CHP ile ittifakından uzaklaştıracak ve belki de MHP’yi yeniden birleştirecek.
Erdoğan’ın bu tür koalisyonlar kurmak için kasete ihtiyacı yok. Başlıca iki önemli vaadi var: Birincisi, bu parti taraftarlarının devlet içinde kadrolaşmasına imkan tanıma. Bunun Erdoğan’a özgü olmadığı, 1970’lerdeki Millyetçi Cephe koalisyonlarından beri merkez sağ partilerin bu tür ultramilliyetçi kadrolaşma vaatleri karşılığı MHP desteği ile iktidarda kalabildikleri hatırlanmalı. Aynı şeyi son iktidarı döneminde merkez-solcu Ecevit de yapmak zorunda kalmıştı. Sonuçta, siyasal iktidar hükümet bazında kimin elinde olursa olsun, bir “paralel devlet” olarak MHP çizgisi her zaman ülke yönetiminde söz sahibi oldu; oluyor. 12 Eylül döneminde Türkeş’in şu sözleri önemli bir gerçeği yansıtıyordu: “Biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda.”
İkinci vaat de işte tam bu noktada cisimleşiyor. Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana devletin hem ideolojik hem de şiddet aygıtlarını MHP’li kadroları doldurup taşırmakla kalmıyor; özellikle “Kürt sorunu” siyasetini bütünüyle bu paralel devlet çizgisinde yeniden-yapılandırıyor. Ergenekon paşaları, Perinçek gibi şahsiyetler ve Ağar’ın tedrisatından yetişme emniyet ve mülki idare kadrolarıyla da bu çizgide buluşuyor.
“Kürt fobisi” çizgisinin dönem itibarıyla konsantre olduğu başlıca hedef, Suriye’de bir Kürt oluşumunu engellemek. Geçmişte IŞİD’le mücadele iddiası taşıyan Fırat Kalkanı, Cerablus, El Bab ve ardından Afrin operasyonlarının gerçek hedefinde Kürt varlığının olduğu artık inkâr edilmiyor. Şimdi Fırat’ın doğusunda Rojava bölgesi üzerinde hem askeri yayılma hem de demografik mühendislik projeleri olduğu açık. Erdoğan, son Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bu projelerini elinde haritalar ve şemalarla anlattı. Bu şekilleri, İsrail’in yayılma şemaları ile birlikte sergilemesi ise bir “Freudiyen sürçme” örneği olarak kayda geçmiş bulunuyor.
Şimdi bu “devletlû” Kuzey Suriye siyaseti üzerine birkaç yeni hamle ortaya çıkıyor. Birincisi, Gaziantep Üniversitesi’nin El Bab, Azez ve Afrin’de fakülte açma kararı. İktisadi ve İdari Bilimler, İslami İlimler ve Eğitim fakülteleri. Zaten Türkiye İçişleri Bakanı, Suriye toprakları içindeki bu bölgelere kaymakamlar, emniyet müdürleri ve jandarma komutanları atandığını ilan etmişti. İkincisi ise Urfa’da bir otelde bir araya gelen “Suriye Geçici Hükümeti” başbakanı, savunma bakanı ve genelkurmay başkanı, Suriye “Milli” Ordusu’nu (Ceyşül Vatani) kurduklarını açıkladılar. Bu milli ordunun amacı, açıkça Türkiye ordusunun Kuzey Suriye’deki operasyonlarına destek vermek olarak belirtiliyor. Ayrıca, Suriye üzerindeki en büyük tehdidin PYD olduğu ilan ediliyor. Bu ordu, ÖSO’ya ilaveten Türkiye’ye yakın diğer cihatçı grupları da içeriyor. Öyle görünüyor ki özellikle İdlib’de sıkıştırılmış olan cihatçı kalıntılar, Ankara himayesinde birleşiyorlar; Rojava’ya saldırarak kendilerine “lebensraum” açacaklar. Aileleriyle birlikte TOKİ konutlarına yerleşecekler. Bunu hedefliyorlar.
İlginç olan, bu projeye Rusya’dan gelen destek. Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’nin Fırat’ın doğusu ile ilgili operasyon planlarını, “terörizmin kalıntılarının yok edilmesi” açısından değerlendirdiklerini belirtti. Alt metin, Türkiye ile ABD arasında bir çatışma ihtimali, Rusya’yı memnun ediyor. Bu arada, ÖSO birlikleri ile Suriye ordusunun ilk kez ortak bir operasyonla Menbiç’i Suriye devleti adına ele geçirdikleri açıklanıyor.
Bu gelişmelerin anlamı şu: Türkiye, ABD ile görüşerek elde edemediği Kürt varlığını yok etme hedefini bu kez Baas rejimi ve destekçisi Rusya ile elde etmeyi umuyor. Belli ki Suriye’nin “toprak bütünlüğü” konusunda Ankara ve Şam arasında görüşmeler belli bir aşamaya gelmiş. Erdoğan “Kürt fobisi” temelinde yalnızca içeride paşaları ve MHP’li kadroları ile devleti birleştirmekle kalmıyor, Suriye devleti ile de bu ortak paydada buluşma açısından adımlar atmaya başlıyor.
“Devletin azraili” bugünlerde iş başında ama bu durum, Erdoğan rejiminin sonu değil daha da genişleyerek güçlenmesi anlamına geliyor olabilir.