Hüzün de var, öfke de var tabii. Milyonlarca yurttaşının Kürt olduğu bir ülkede sabahtan akşama medyadan, kürsülerden Kürtlük, Kürtlerin kazanımları, Kürt siyasetçiler hedef gösteriliyor, kriminalize ediliyor, bir siyasi sınırın iki tarafında Kürtler ölüyor. Bize hizmet etsin diye devlete ödediğimiz vergilerle alınan silahlar, yine bize çevrilmiş oluyor. Bu ülkedeki milyonlarca Kürdün sırf bu nedenle, yani bu ülkenin yurttaşı olmaları nedeniyle devlet nezdinde sınır ötesi Kürtlerin kazanımlarının sigortası olması gerekirken, tam tersine tam da bu, devletin bizim neler hissettiğimizi hiç umursamadan bu kazanımları bertaraf etmeye yönelmesine yol açıyor. Üzerimize boca edilen kardeşlik nutuklarının perdelediği bölünme paranoyasının sebebi bizlerin bu ülkedeki varlığıdır. Oysa tam tersi olmalıydı, değil mi? Eğer bu kardeşlik nutukları samimi olsaydı, bu devlet sınır ötesindeki Kürt kazanımlarının garantörü olmaya soyunur, uluslararası toplum nezdinde sonuçsuz bir kriminalizasyon çabasına girişmek, askeri operasyonlarla imha etmeye kalkışmak yerine, diplomasi çevrelerinde yurttaşlarının yüzü suyu hürmetine bu kazanımları savunur, desteklerdi. Devlet bizi defalarca hayal kırıklığına uğratsa da, bir yere gitmiyoruz tabii. Burası binlerce yıldır bizim topraklarımız, bu ülke ortak vatanımız, resmi kardeşlik nutuklarından hüsrana uğrasak da, yurttaşlık bilinci ile bu ülkede demokrasiyi ve başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilenlerin hukukunu savunmayı sürdüreceğiz. Elbette halkımızın direngenliğine ve karalılığına güveniyorum ama yine de hüzün de, öfke de var tabii hepimiz gibi bende de.
Bu bir girizgâhtı. Önce devletin politikasındaki mantıksızlığa değinmek istedim. Devlet aklının Kürtlere karşı tutumundaki öngörüsüzlüğe işaret etmek istedim sadece bir açısından.
Hükümetin de mantık dışı hangi tutumundan bahsetsem diye bakınıyorum bir yandan da. Öngörüsüzlüklerinin, yanlış hesaplarının listesini yapmaya kalkışsam bu yazının sınırlarını aşar, buraya sığmaz.
Hükümet operasyona başladığından beri savaş karşıtlığını, barış savunuculuğunu, “kimse ölmesin” diye haykırmayı suç ilan etti yine. Efrîn harekatı sırasında olandan daha ağır bir baskı ve sansür uygulanıyor medyada, sosyal medyada ve sokakta. Efrîn harekatı sırasında “barış” diyenler soruşturmaya uğruyor, cezalandırılıyordu, şimdi susmak da kriminalize ediliyor, susanlara neden sustuğu soruluyor. Herkesin hükümetin arkasına dizilmesi, savaş yanlısı ve destekçisi olması isteniyor. Sivil yurttaşları da kapsayan medyatik bir seferberlik ilan edildi. Roland Barthes adlı filozofun söylediği gibi bir durum var ortada. Ne demişti Roland Barthes: “Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir.” Cumhurbaşkanı’nın operasyonun başlamasının hemen ardından bütün yurttaşları AKP’li olmaya çağırmasında açıkça ortaya çıkan ‘parti devleti’ ideali için hükümet koşulların hazır olduğunu düşünüyor olmalı. Devlet partilerinden oluşan muhalefet bloğu ve milliyetçi propaganda ve manipülasyonun biçimlendirdiği geniş toplumsal kesimler, dünden hazır biçimde bu söyleme mecburiyetine boyun eğmiş olabilir ama AKP’nin düşünü gördüğü türden bir totaliter toplum oluşturmak mümkün değildir. Bu ülkede her zaman hükümetin militarist politikalarına karşı çıkan, barış talebini yükselten insanlar, topluluklar, siyasi hareketler olacak.
Hükümetin en önemli öngörüsüzlüklerinden, mantıksızlıklarından biri bu işte. Medyada ve sokaktaki bu topyekûn seferberlik, bu sansür, hükümetin istediği biçimde söyleme mecburiyeti aslında hep iktidarların aleyhine işler. Ancak hükümet o kadar günü kurtarmaya ve iktidarını bir gün daha uzatmaya kilitlenmiş durumda ki bunu görmesi imkânsız. Siz toplumdaki eleştirel seslere kulak vermez, bu sesleri keser, hiçbir muhalefete müsaade etmezseniz, kendiniz sağır olursunuz esas. Toplumdaki dip dalgadan haberiniz olmaz, toplumsal fay hatlarının nasıl kırıldığının farkına bile varmazsanız. Şu anda Türkiye toplumunda olup bitenler konusunda en bilgisiz partinin hükümet partisi olduğunu buradan iddia ediyorum. Zaten bunun en ağır sonuçlarından birini 31 Mart ve 24 Haziran 2019 yerel seçimlerinde aldılar. Siz sokaktaki insanın şimdi, bu savaş ortamında ne dediğine bakmayın. Gündelik hayatlarında bu askeri operasyonların sonuçlarını her zamankinden daha fazla hissediyorlar. Bu savaş politikası, refah isteyen insanları yoksulluğa doğru itiyor hızla. Bu milliyetçi hezeyanlar çabucak durulur. Her insan nihayetinde barış ister, evlatları, sevdikleri için can güvenliği ve refah ister.
Fakat hükümet bugün derin bir yalnızlık içinde. Uluslararası toplumdaki yalnızlık zaten artık son raddeye gelmiş durumda. Ama daha ağır bir yalnızlığı ülke içinde kendisi üretti. Kendini belki de en güçlü hissettiği şu dönemde aslında en zayıf durumuna geldi. Bu yüzden olmadık ittifaklar kuruyor ülke içinde, belki de zaman zaman bu güç odaklarının elinde oyuncak oluyor.
Şu bir zamanlar hükümete muhalif olan Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun aşırılıklarında, acımasız söylemlerinde, sivil katliamı önerilerinde ben müthiş bir samimiyetsizlik seziyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun tuhaflıklarına, mantıksızlıklarına alıştık ama mesela onun da tezkereye “evet” diyeceklerini açıklarken, bunu temellendirişindeki ciddiyetsizlik de bir başka ajandası olabileceğini düşündürüyor.
Dünyanın zengin ülkeleri, ABD ve Rusya gibi diplomatik ve askeri güçler zaman zaman bazı devletlere yol verirler böyle. Kapitalizmde en kârlı sektörlerden biri, hatta en önemlisi silah sanayi. En hızlı gelişen sektör de bu. Teknolojisi sürekli yenileniyor. Ve bu yüzden de sık sık stokları eritmeleri gerekiyor. Bu devletler bu silah satışlarına muhtaç. Ve her çatışmanın bir başka çatışmayı tetikleyeceğini biliyorlar. Bu yol vermelere kanmak çok tehlikeli bir öngörüsüzlüktür.
Ülke dışındaki gizli ajanda buysa, ülke içinde hükümete savaş yolunu açan, operasyonu destekleyen, milliyetçi hezeyan korosuna katılan muhalif maskeliler de gizli gizli ellerini ovuşturuyor olamaz mı? Amaçlanan hükümeti iyiden iyiye işin içinden çıkamaz hale getirmek olamaz mı? Ölen yüzlerce insanı hiç hesaba katmadan böyle bir politika yürütüyor olamaz mı kimi muhalif maskeliler?
İktidar bunu hiç bilemeyecek. Çünkü kendi özel hukuku ile kendini sağır etmiş durumda artık.