Gazeteci Oğuz Güven’in “Zordur Zorda Gülmek” adlı kitabı aklıma geldi. 12 Eylül işkencelerinin trajikomik öyküleri anlatılıyordu.
Bu tespitin doğruluğunu bugüne kadar yaşadığımız çok acılı olaylardan da bilmekteyiz. Birçok askeri darbeye tanık olmuş Diyarbakır cezaevinde yaşamış ve söylenenlerin doğruluğunu benliğinde hissetmiş biri olarak söylüyorum: Evet, zorluklar içeren çok sayıda zaman kesitini yaşadım, çok zorlu süreçlere tanıklık yaptım, gördüm ki; yeni doğan zorlu süreçler bir öncekinin “zorluklarını” hep arattı, aratıyor. “Bu gecenin sabahı olmaz” diyecek kadar karmaşık bir ruh halini yaşamış biri olarak söylemek gerekirse; gerçekten “zordur zorda gülmek”. Bu söylemle asla bir karamsarlık yaratmak niyetinde değilim. Ama demokrasi ve barışseverlerin önündeki zorluklara dikkat çekmek herkesin görevidir. Tanıklık yaptığımız bir başka önemli tecrübe de yaşanan her zorluğun nasıl aşıldığına dair yapılan demokratik karşı çıkışlara tanıklık yapmış olmamızdır.
Daha güncel ve somut konuşalım: AKP iktidarının Kuzey Doğu Suriye’ye gireceğiz açıklamasından sonra herkesin gözü, kulağı kuzey Suriye’ye ve orada yaşananlara dikilmiş durumdadır. Ortadoğu’da karmaşanın bataklığına dönüştüğü bir dönemde bölge devletlerinin iç politikaları da “meşe odunları” üzerinde kaynayan bir pekmez kazanına dönmüştür. İşte tam bu noktada yaşanacak bir alt-üst oluşun, klasik yıkım ötesinde bir kaosa ve insanlık suçuna dönüşebileceği ihtimali yüksek olduğunu şimdiden görmek gerekir. Bu konuda her aydın, her demokrat, her devrimci ve hümanist kişilik dikkat çeken düşüncelerini ısrarla söylemeye devam ediyor. Doğmuş olan kaosu aşmak ve doğabilecek bir imhayı engellenmenin yolu demokrasi ve barışsever güçlerin gösterecekleri demokratik ve haklı tepkilerle mümkün olacağı da ortaya çıkmıştır. İşte tam da bu noktada “zordur, zorda gülmek” tespitinin ne kadar yerinde ve doğru bir gerçek olduğu bir kez daha görülüyor.
AKP-MHP iktidarı serüvenci bir tutumla Ortadoğu bataklığına girmeye karar vermiş durumdadır. Konu Kürtler olunca CHP de içinde olan irili ufaklı rejim partileri bu iktidarın serüvenine çanak tutmada geri kalmadılar. AKP Genel Başkanı Erdoğan muhalefete, özellikle de CHP liderine “size kemik bile yok” demesine rağmen onların desteğini almakta zorluk çekmiyor. Buna rağmen AKP iktidarı içeriden ve dışarıdan gelen tepkilerle bunalmış bir konuda.
Bu serüvenci tutumun AKP iktidarına ne kazandırıp, ne kaybettireceğini önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz. Ama maceranın başta Kürtler olmak üzere tüm bölge halklarına yıkım, yoksulluk, gözyaşı getirmekten başka bir sonucu olmayacaktır, burası kesin.
Yerli faşist güçler ve global sömürgeci devletler bir kez daha Kürtler ve Türkler başta olmak üzere bölgenin tüm halklarını birbirine kırdırmaya çalışmaktalar. Rojava’da geliştirilen siyasi ve ekonomik (demokratik modernite) model, ABD’nin de içinde olduğu tüm emperyalist güçleri tedirgin etmekte ve korkutmaktadır. İnceden inceye yapılan sinsi planlar ve yaşama geçirdikleri kurnaz taktikler korktukları içindir. Şovenizmin ve yayılma serüveni politikalarının peşinde koşmaları tesadüf değildir.
Daha somut konuşursak: Irak kaynıyor. Her gün yüzlerce ölü haberleri geliyor. İran büyük bir girdabın içinde ne yapacağını bilemez konuma düşmüş. Suriye diye bir devletten söz etmek olanaksız. Türkiye’deki kriz yapısal bir hal almış durumda, AKP iktidarı yönetemez durumda olduğu için Kürtleri baş hedef seçmiş, demokrasi güçlerine nefes aldırmıyor.
Rojava da dahil olmak Kürtlerin üzerinde yaşadığı tüm topraklar AKP iktidarının bir “iç sorunu haline” gelmiştir. Dahası AKP dağılmaktan kurtulmak için her yerdeki Kürtlerin demokratik kazanımlarını dağıtmak zorunda olduğunu hissediyor. AKP’nin kendi içinde bir dağılma süreci yaşandığı gün gibi aşikâr. Zamlar ve yoksulluk almış başını gitmekte. Korkuyu büyüten budur.
ABD’nin ikircimli ve oportünistçe tutumu AKP iktidarının iştahını kabartmış durumda. Lafı uzatmanın gereği yok. Kartlar açık oynanıyor, hedef de belli.
Kürtlere uygulananlar ikinci bir komplodan başka bir şey değildir.
Komplocu güçleri tedirgin eden ve birlikte hareket etmelerini sağlayan birinci etmen; Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin geliştirdiği özgürlük paradigması ise, ikincisi de, “Suriye’yi parçalamak” ve bir kısmını Türkiye’nin kontrolüne bırakarak buna karşılık AKP iktidarını “kopmamacasına” kendine bağlamak ve Türkiye’yi NATO’nun “sorunsuz” bir ülkesi haline getirmek. Kürtlerin Suriye’nin klasik rejimiyle birlikte kalma olanakları kalmamış olması da arzuları kabartıyor…
Gün, zor olan “zorda gülmeyi” başarma günüdür. Sonuç ne olacak? Yaşam demokratik hakları için mücadele edenlerin başarılarıyla doludur.