**Sesli düşünüyorum! Şöyle bir tarihsel yanılgı içinde miyiz, içinde olduğumuz an, neticede her açıdan her şeyin üst evresinin de olduğu aralık! Yaşama ve uygarlığa dair çizdiğimiz tüm tablolar doğal olarak iyimser, öyle olmasını tercih ederiz. Kimse yanıldığını görme taraftarı değil. Kötü, çok kötü bir şey olduğunda “tarihin normal akışında bir kesinti, uygar toplumun vücudunda kanserli bir şişlik, akıllılığın içinde anlık bir delilik olduğuna (kasten değil, ihmal sonucu) inanırız.” Oysa kısaca iyi ve kötünün, karanlık ve aydınlığın savaşı diyebileceğimiz şeyler at başı gider! Fakat yaşama devam edebilme gücü için bir yönü ile olumlu olanı görme, anlama, hissetmeye meyilliyizdir. Şu an Rojava üzerine başlayan işgal, medyaya yansıyan dehşetengiz görüntüler… İnsanların üzerine patır patır düşen bombalar, birkaç saniyede yerle bir olan yaşam ve bin yılların mekanları! Oysa öyle bir uygarlık süreci ki, diyorsun hayır, bu kadarına da izin vermez ‘insanlık’ vicdanı, modern demokrasi havariliği! Kesinlikle yok böyle bir dünya. Çünkü Cizre bodrumunu, Sur sokaklarını unutmuşsundur o ara. Çünkü dünyayı çeviren çarkın şu an her şeyi yutmaya hazır bir “sözleşmeli kapitalist” çark olduğunu da o an hatırlamak istemiyorsun. Gel gör ki…
**Videosunu dünya izledi. Kobanê’de bir anne, katledilmiş çocuğunu kollarına alarak, gözyaşları içinde soruyor: Erdoğan biz sana ne yaptık? Kürtlerden ne istiyorsunuz? Nusaybin’de dokuz kişinin katledilmesi sonrasında da okuduğum bir röportajda bir anne aynı soruyu sormuş: Bizden ne istiyorsun Erdoğan? Çok basit, çok net bir soru. Belki de herkesin cevabını bildiği ama merak ettiği tek soru. Yüzyıldır cevabını aldığımızda yine yegâne soru…
**Rojava işgali duvardaki bir resim değil, sonuna kadar açılmış bir pencereden görünen geniş mi geniş bir alandır. Gören için değil bir pencere, bakan için sıradan bir tablo olan kültürel kırım kıskacındaki Kürt gerçekliği, tüm yalnızlığı ile önümüzde duruyor. Teknik bir garabete dönüştürülmüş, mükemmel sıfatı ile güdülere servis edilmiş toplumsallık, sosyo-eko motivasyonu saklı tutulan yoğun bir kitleyi üretmeye devam ediyor. Bu üretim gayet güzel ambalajlanarak çağdaş uygarlık seviyesinin “savaşçı” halkına uzatılıyor… Hikâyenin öbür yakasında ise, terk ettiği kulübeye, ruha, bedene, isimsizliğe, gamsızlığa, anlamsızlığa, asit kuyularına, köleci yaşama, horlanmaya, dışlanmaya, yok yere mezara gömülmeye, iradesizliğe, küçük düşünmeye ve en önemlisi artık ölüme geri dönmeyeceğini söyleyen birileri var. Hikaye bu kadar net iken ve ‘çağımızın hurafeleriyle, ihtirasları ve aldanmışlarıyla, gazeteler ve televizyonlarla kirlenmiş olan insan ruhuna ulaşmak zor iken’, evrenin oluşuna sunulan kozmolojik kanıtların karışıklığına neden gidiliyor acep?
**Bu nalet dünyanın bize yaptığı en büyük kötülük hiç şüphesiz sürekli ama sürekli “öldüğünü ispat et” demesidir. Bizden bunu beklemesidir. Ölenden öldüğünü anlatmasını, ispatlamasını beklemesidir. Evrensel şefkatsizlik içinde insanca hücreler kurmaya çalışırken, suçlunun günahları için kurban edilirken, tanık olmanın tüm zorluğunu en zor şekilde yaşarken kendi ölümünü de ispatlama zorunluluğu yaşamak…Evet, Kürtlük söz konusu ise anahtar kelime budur. Ortak bir onay ile hemfikir olunan üzücü bir hakikat bu. Bu yaşamda, bu ülkede ve tüm zamanın duraklarında hep öldüğümüzü ispatlamak zorundayız.
**“Tecavüze uğrayan Babil, İskender’i küçülttü; zincire vurulan Roma, Sezar’ı küçülttü; katledilen Kudüs, Titus’u küçülttü” diyor Victor Hugo ve ekliyor: “Dumanı tüten kanlar, dolup taşan mezarlıklar, gözyaşı döken analar, bütün bunlar korkunç birer ithamnamedirler. Yeryüzü aşırı bir yükün altında acı çektiği zaman karanlıktan esrarengiz iniltiler yükselir ve uçurum bunları duyar.” Rojava dünya sahnesinde kimleri küçültecek, derinden yükselen kıyamet sesleri ilk kimi kucaklayacak hep beraber göreceğiz…
**Lozan’dan sonra başlayan yaşamsal-kültürel inkar politikaları her açıdan bütünlüklüdür! Dönemsel ve uzun sürelidirler! Bireyin zihin dünyasından başlayıp, yaşadığı mekânın bitki örtüsüne kadar tasfiyeyi içeren yoğun planlamalardır. Direniş mekanlarını birbirinden ayırarak, bu ayırım içinde istediği zaman saldırı taktiği, yine her zaman makul bir yol olarak hayata geçirildi. Şimdi Lozan bitiş arifesinde yepyeni planlara dair girişimler, ciddi savaş dolu zamanlar var. 2014 Çökertme Planı kısa süreli değil, uzun süreli bir korkunç realitedir.
** “Şu anda ben yazıyorken, yüksek düzeyde uygarlaşmış insanoğluları beni öldürmek için tepemde uçuyorlar” diye yazmış George Orwell, 1941 yılında… Orwell, “beni rahatlıkla ve tek gram suçluluk hissetmeden öldürebilir” derken sebebini şu güncel duruma bağlar: “Çünkü onu suçlu olmaktan kurtaracak ülkesi var arkasında.” Bir şeyler tanıdık geliyor mu?
**Bir şey daha… 30 Km sınırlı bölge argümanı ile girişilen ve artık dünyanın işgal demeyi bırak, savaş suçu, etnik temizlik diyerek manşetlerden tartıştığı savaşın esas operasyon kısmı sanki içeride sürüyor. Havadan sınır dışı vurulurken, içeriden HDP hedef! Her sabah baskınlar var, her gün tutuklamalar var. Ve şimdi Erciş, Gever, Hakkari, Nusaybin belediye eş başkanları gözaltına alındı, belediyeler ablukada. Nusaybin’de kurulan kriz masası basılmış, insanlar darp edilmiş. Bu belediyelere durup dururken neden saldırı oluyor? Çünkü savaşın bir ayağı da bu. Türkiye’de sınır hatları hepten boşaltılabilir. Dünyanın karşı geldiği ‘güvenli bölgeyi’ içeriden mi kuracaksınız?
**Bir Afrika atasözü “Pek çok küçük yerde, pek çok küçük insan dünyanın suretini değiştirebilecek pek çok küçük şey yapar” der. Dünya sokaklarında, adını bilmediğimiz bu sokakların duvarlarında, hiç tanışmayacağımız insanların sohbetlerinde ve en büyük enformasyon ağlarının küçük detaylarında şimdi bu büyük insanlar var. Bir ülkenin kimliksiz çok küçük parçasıydılar ama direne direne, yürüye yürüye büyüdüler. Bu yürüyüş durdurulabilir mi? Bu büyüme boğdurulabilir mi? Şu an büyük bir iştahla buna çalışılıyor. Bunun cevabını sahadaki devletlere vermeyecek! Şu an Kürtlerin sığındığı tek bir müttefik var; zaman…Çünkü devrim ve zaman birbirini çok iyi tanır…