Türkiye’deki iktidar, Suriyeli 4 milyon mülteciden şikayet ediyor. “Asıl yük bizim sırtımızda” diye yakınıyor.
Şimdi soralım: Bu 4 milyonluk mülteci kitlesi olmasaydı, Türkiye şu anda Rojava’ya “mayın eşeği” gibi sürülen 40 bin kişilik “Suriye Milli Ordusu’nu” örgütleyebilir miydi? Ya da bu “DAİŞ artığı” unsurlar Türkiye’ye sığınmayıp Suriye’de kalsaydı tepeden tırnağa, tanklarla, obüs toplarıyla, fiilen de Türk bayraklı uçak filolarıyla silahlanıp ordulaşabilirler miydi?
Bunu yapamadıkları, Kürt savaşçılarına yenildikleri için Türkiye’ye sığındılar.
Artık anlaşılıyor ki, “Suriyeli mülteciler” Erdoğan için “Allah’ın bir lütfu”dur. Bu mülteciler olmasaydı, Türk devletinin Suriye topraklarıyla ilgili öne sürebileceği hiçbir “müdahale” gerekçesi de olmayacaktı.
Dönelim Suriye Milli Ordusu’na…
Neyin nesidir bu ordu?
Bu ordu Suriye Arap Cumhuriyeti’ne silahlı olarak baş kaldırmış, BM’de temsil edilen bu devletin yönetimini yıkmak amacıyla silahlı şiddete başvurmuş bir ordudur.
O kadar da değil. Üstelik kendi ülkesine karşı, o ülkeye düşmanlık eden yabancı bir devletin topraklarında örgütlenmiş, o nedenle de “vatan haini” unsurlardan oluşmuş bir ordudur.
İktidar Kuzeydoğu Suriye güçlerinin ABD’den aldığı silahları diline doluyor ama, şunu unutuyor: Kuzeydoğu Suriye, ayrı bir devlet olmasa bile, savaş koşullarında kendi öz savunmasını yapmak zorunda kalan bir oluşumdur; Suriye devletinin bir parçasıdır; Suriye devletinin bu parçasını Suriye’deki iktidar koruyamadığı için Suriye Arap Cumhuriyeti adına kendi savunmasını kendi başına DAİŞ’e karşı yapmak zorunda kalmıştır; kendi ülkesinin topraklarında kendi varlığını korumak için ABD ile, tıpkı egemen bir devlet gibi bir anlaşma yapma hakkına sahiptir. Bu hakkı kullanmıştır.
Özetle Kuzeydoğu Suriye bölgesel yönetimi ve halkı, bağlı oldukları Suriye devletiyle savaşmamış, kendi ülkesine karşı silah çekmemiş, kendi ülkesine karşı ordu kurmamıştır. Öyle olduğu içindir ki, şimdi DSG kendi ülkelerinin resmi hükümetiyle Türkiye’nin saldırısına karşı, özerkliğini koruma temelinde askeri anlaşma yapabilmiştir.
Türk devletinin örgütlediği Suriye “Milli” ordusu yabancı bir devletin Suriye Arap Cumhuriyeti’ne karşı kullandığı “gayrı meşru” bir alettir.
Düne kadar Kuzeydoğu Suriye özerk bölgesini “ABD’nin kurdurduğu devletçik” diye karalayanlar şimdi dut yemiş bülbül gibidir. Trump’ın saldırıya “evet” dediği günden beri bunlar ne diyeceklerini bilemez haldedirler. Kuzeydoğu Suriye özerk bölgesi Suriye devletinin ayrılmaz bir parçasıdır, Türkiye’nin örgütlediği “Ordu” ise kendi ülkesine karşı yabancı bir ülkenin saldırgan, işbirlikçi, hıyanetçi bir aletidir.
O nedenle şimdi savaş yeni bir içerik kazanmıştır: Anayurt Suriye’nin savunulması için Arap ve Kürt, Ermeni ve Süryani, Türkmen ve Ezidi vatanseverlerle yabancı bir ülkenin beşinci kolu “vatan hain”leri arasındaki savaşa dönüşmüştür ve hızla bir Suriye-Türkiye savaşına dönüşme eğilimi kazanmıştır.
Suriye rejimi ile Kuzeydoğu Suriye güçleri ortak vatanlarının topraklarını işgalden ve “vatan hain”lerinden korumak için tartışmasız meşru bir temele sahipken, Türkiye ve onun tarafından örgütlenen çetelerin hiçbir meşruiyeti yoktur.
Savaşın yeni mahiyeti tastamam böyledir.
Mahiyeti böyle olan bir savaşın sonucu da şimdiden bellidir. Eğer PYD ve onunla birlikte hareket eden siyasi güçler BAAS rejiminin “ulus devleti yeniden ihya etme” eğilimini, diyalog yoluyla ve kendi öz savunmalarını güçlendirerek aşabilirlerse, Suriye yalnızca topraklarını işgalcilerden temizlemekle kalmayacak, aynı zamanda tek bir “demokratik ulus” içinde kaynaşan, demokratik özerk bölgelerin toplamından oluşan, toprağı bütün, sınırları dokunulmaz “demokratik bir Cumhuriyet” olacak.
Ya Türkiye?
Daha şimdiden Trump’ın açıkladığı “yaptırım”lardan da anlaşıldığı üzere, Türk devleti bu işin sonunda “savaş suçlusu” ilan edilecek. Ve El Beşir’in ülkesi gibi, “savaş suçluları” yakayı kaptırmamak için umutsuz bir diktatörlük gücüyle Türkiye’yi dünyadan koparacak, kendi ekonomisini harabeye çevirecek, nihayetinde savaş suçluları El Beşirlerin kaderini paylaşacak.
Bu o kadar açıktır ki, bizi hayrete düşüren husus, sözde muhalefetin, bu yıkıcı gelecekte suç ortaklığından kurtulmak için önlem almak yerine, Başkomutan Erdoğan’ın önünde asker selamıyla hazırol’a geçmeleridir. Biliyorum, bu muhalefet milliyetçidir, Kürt düşmanıdır, demokrasiden nasibini almamıştır.
Öyledir de, kafataslarının içinde beyin yerine karnabahar taşıyor olmaları yine de hayret edilecek bir şeydir.
Erdoğan ve kliğinin artık yapabileceği hiçbir manevra kalmadı. Bari siz kendinizi kurtarmak için son bir gayrete gelsenize…
Gelmeyecekler. Ve belki de bu, Türkiye’nin hayrına olacak. “Temizlik imandan gelir.”