İmralı’daki son 5 görüşmede yer alan Avukat Rezan Sarıca, Öcalan’ın Suriye’de yaşanacakları öngördüğünü vurgulayarak, “Sayın Öcalan birleştirici bir siyaset öneriyor, ancak devlet çözümsüzlük politikalarında ısrar etti” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan 27 Temmuz 2011’den 2 Mayıs 2019’a kadar avukatlarıyla görüştürülmedi. 8 Kasım 2018’de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve 200 gün süren açlık grevleri sonucu avukatların gerçekleştirdiği ilk görüşmede, Öcalan 7 maddelik bir deklarasyon yayınladı. “Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz” diyerek, çözüm mesajı veren Öcalan, “İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır” çağrısı yaptı.
Görüşmelerde Türk-Kürt birlikteliğinin önemine değinen Öcalan, çözüm çağrılarını başta “devlet aklı” olmak üzere toplumun tüm kesimlerine iletmeye çalıştı. Ancak 7 Ağustos’tan bu yana avukatların yaptığı tüm başvuralar yanıtsız bırakılıp fiili olarak reddedildi. Öcalan’ın 1993’ten beri “barış yürüyüşü” gerçekleştirdiğini söyleyen 5 görüşmede de yer alan Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca, “Sayın Öcalan birleştirici bir siyasette ısrar ediyor. Ancak devlet çözümsüzlük politikalarında ısrar ediyor” dedi.
Açlık grevleri
2011 yılından 2019’a kadar PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmediğini hatırlatan Sarıca, 8 yıl aranın ardından ilk görüşmeyi 2 Mayıs 2019’da yaptıklarını söyledi. Görüşmenin Türkiye cezaevlerinde başlayan ve Avrupa’ya, dünyaya yayılan açlık grevi ekseninde gerçekleştiğini belirten Sarıca, “Açlık grevleri İmralı’daki tecridin halklar nezdinde kabul görmediğine dair çok tarihsel bir itiraz ve seslenişti.
Bu temelde ortadan kalkması için de bir kenetlenme, dayanışma ve bir sahiplenme durumu gelişti. Bu da çok ciddi bir sivil eylemselliğe dönüştü. Toplumsal duyarlılık ve dayanışma Öcalan’la görüşmemize vesile oldu” diye belirtti.
‘Barış yürüyüşü’
İmralı’da tecridin hiçbir zaman son bulmadığını dile getiren Sarıca, zaman zaman avukat ve aile görüşlerinin yapılması tecridin kalktığı anlamına gelmediğini söyledi. Tecridin ortadan kalkması için İmralı’daki koşulların bir bütünen ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulayan Sarıca, “8 yıl aradan sonra avukat görüşmelerinin yapıldığı 2-3 ay içerisinde aslında toplumsal bir ferahlama, toplumsal bir huzurun geleceğine dair inanç ve umudun yükseldiği bir döneme şahit olduk. Bunun sebebi Sayın Öcalan’ın yürüttüğü siyasettir. Sayın Öcalan 1993’ten beri barış yürüyüşü gerçekleştiriyor. Bunun başarıya ve kalıcı bir çözüme kavuşması içinde her fırsatı değerlendiriyor. Avukat görüşmelerinden tutalım aile görüşmelerine kadar topluma ve demokratik kamuoyuna temas ettiği her anı demokratik siyaset temelinde değerlendiriyor” ifadelerini kullandı.
‘YAŞAMA VE YAŞATMA SİYASETİ YÜRÜTÜYOR’
Öcalan’la görüşmelerin kesildiği her dönemde yaşamın her alanında krizler ortaya çıktığını vurgulayan Sarıca, şöyle devam etti: “Burada önemli olan nasıl bir siyasetin yürütüldüğüdür. Şimdi kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir siyaset yürütülüyor. Toplumun dokusunu zedeleyen bir siyaset toplumun tüm kesimlerini kutuplaştırır. Bugün baktığımızda bunun yaşandığını görebiliriz. Sayın Öcalan bunun tam tersi bir siyaset yürütüyor. Bütün farklılıklara dayalı, bütün toplumun, toplumsal kesimlerin bir arada yaşaması için hukuksal bir sistem, demokratik bir çözüm siyaseti yürütüyor. Fırsatını yakaladığında da bunu kullandığını yakın zamanda gördük. Örneğin çok ciddi boyuta varan açlık grevlerinin sonlandırılması çağrısı yaparak yaşatma siyasetini yürüttüğünü yeniden ortaya koydu. Sayın Öcalan’ın avukat görüşmelerinde 2013 Newroz’unda açıklanan mektubunu hem bize hem de kamuoyuna tekrar hatırlattı. 2013’teki mektubu hatırlatmasının nedeni görüşmelerin olduğu süreçlerde toplumsal bir rahatlama, toplumsal bir huzur, hakların sınırlanmadığı, yasakların olmadığı, kişilerin ve kesimlerin kendisini rahatça ifade edebildiği süreçler olduğunu hatırlatmasına ilişkindi.”
ÇÖZÜME KARŞI ÇÖZÜMSÜZLÜK
Öcalan’ın birleştirici siyasetine karşılık ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, otokratik, otoriter bir siyaset izlenildiğini dile getiren Sarıca, “Gerçekten çözüme dair bir siyaset ortaya konulduğunda Öcalan’la görüşmeler de kesilmez. 7 Ağustos’tan bu yana 2 buçuk aydır kesintisiz görüşmeme hali bu yüzden var.
Devlet yeniden çözümsüzlük politikalarında ısrar ediyor; Kürt sorununu, Türkiye’nin demokrasi sorununu çözmeme konusunda politikalar yürütüyor. Bugün içerisinde olduğumuz süreç buna denk geliyor. 7 Ağustos’taki görüşmede Sayın Öcalan’ın bir çağrısı da oldu. Bir riskin olduğunu görüyordu ve devlet aklının gereğini yapması halinde bir hafta içerisinde savaş ve çatışma ihtimalini sonlandırabileceğini topluma deklare etti. Buna karşılık çözümsüzlük politikaları devreye sokuldu. Yıllardır bu politikalar yürütüldü. Ama herhangi bir sonuca varılamadı. Görüşmelerin engellenmesi yürütülen siyasetle ilgili bir durumdur. Bunun için Sayın Öcalan’la görüşmelere engel oluyorlar” ifadelerini kullandı.
‘SURİYE’DE YAŞANACAKLARI ÖNGÖRÜYORDU’
2 Mayıs’ta Öcalan’la yaptıkları görüşmeye de değinen Sarıca, şunları dile getirdi: “Sayın Öcalan o görüşmede 7 maddelik bir demokrasi deklarasyonu diyebileceğimiz bir deklarasyon ortaya koydu. Toplumun nasıl ayrıştırıldığını, dokusunun nasıl parçalandığını çok net bir biçimde ifade etti. Bu yüzden derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğunu söyledi. Demokratik siyasetin yürütülmesi gerektiğini ortaya koydu. Yine hem 2 Mayıs’taki görüşmede vurguladığı konular hem de 7 Ağustos’ta yaptığı çağrı aslında başından beri Suriye’de yaşanacakları öngördüğünü de ortaya koyuyor.
Sayın Öcalan bunun önüne geçmeye çalıştı. Çünkü bunun çok önemli ve tarihsel sorunlar yaratacağını görüyordu. Her defasında bahsettiği tarihsel Türk-Kürt birlikteliğinin bilinmesini, bunun ne zaman bozulduğunun araştırılması gerektiğini, bozulma sebeplerinin ortadan kaldırılıp yeniden tarihsel birlikteliğe denk gelecek bir siyasetin ve birlikteliğin politikasının yürütülmesi gerektiğini ortaya koydu. Ama bunun tersi bir siyasetin, politikanın ortaya koyulabileceğini de tahmin ediyordu. O yüzden Suriye’nin bütünlüğü içerisinde bir çözüm olması gerektiğini ancak bunun halkları inkar edecek bir siyasetle değil, yerel yönetimlere dayalı, demokratik bir şekilde ve farklılıkları kabul edecek demokratik bir anayasal çözüm olarak ortaya konması gerektiğini özellikle vurguladı. Tam da bu maddede Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunması vurgusu yapılmıştı. Bu aslında Türk-Kürt tarihsel birlikteliğine denk gelecek demokratik çözüm çağrısıydı.”
‘SONUÇLARIN FARKINDA DEĞİLLER’
Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşananların ortaya çıkarabileceği sonuçların, hem toplum olarak hem de siyaseten yeterince kavranmadığını vurgulayan Sarıca, “Hem devlet nezdinde yürütülen siyaset hem de muhalefet nezdinde yürütülen siyaset bunu gösteriyor. Sayın Öcalan bunun Türkler ve Kürtler arasında tarihsel onarılmaz derin yaralar açabileceğini öngörüyor. Bunun önüne geçmeye çalışıyordu. Halen bu gelişmelerin ortasındayız. Bunun için Sayın Öcalan ile kesintisiz bir şekilde görüşmelerin olması gerekir” dedi.
TUZAKLARA DİKKAT!
Öcalan’ın uluslararası bir komployla 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılması için izlenen siyasetin bugün de devam ettiğini belirten Sarıca, şunları kaydetti: “Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik müdahalesi tam da böyle bir tarihte gerçekleşti. Geçtiğimiz 20 yıl içerisinde bunun nasıl sonuç almadığını gördüysek, bunların da Kürt sorununu demokratik temelde çözmeyeceğini görmemiz gerekiyor. Bu yüzden bu siyasetten vazgeçilmelidir. Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu demokratik siyasetin yürütülmesi gerektiğini söylüyoruz. Sayın Öcalan o dönemde de demokratik siyasetin yolunu açacak bir adım atmıştı. Bu yönde Avrupa yolunu seçmişti. Şimdi de tarihsel olarak 9 Ekim’e denk getirilen Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik müdahale başladı. Nasıl Sayın Öcalan’la görüşülmesi için toplumsal dayanışma ve sahiplenme olduysa bugünde böyle bir sahiplenmenin ve bütünleşmenin ve dayanışmanın olması gerekir. Bugün Kuzey-Doğu Suriye’de yaşananlar aslında Kürtler nezdinde çok ciddi tuzaklar da barındırıyor. Hem Kürtlerin hem de demokratik kamuoyunun bölgesel ve egemen güçlerin bu tuzaklarına karşı çok dikkatli olmaları gerekiyor.”
Ferhat Çelik / MA