Yazıp duruyorum. Bu bir Üçüncü Dünya Savaşı’dır. Bu savaşta yalnız “biz” ve Türkiye yokuz. Suriye var, Irak var, İran var, Suudi var, Bahreyn var, Yemen var, yani trilyon dolarlık petrol var, Mısır var, Tunus var… Var oğlu var da, bir de İsrail var, öte tarafta Çin var, yani Japonya’nın burnunun dibinde bir ülke var. Bunların orta yerinde ABD var, Rusya var.
Benim küçücük Rojavam, bunların arasında üç milyonluk küçük bir ada. Biz sanıyoruz ki, savaş Türk devleti ile Rojava arasında. Doğrudur. Orada da savaş var. Ama savaş bir “dünya savaşıdır.” Rojava’ya karşı savaş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Okyanusya’da Filipin adalarına karşı ABD’nin yaptığı bir savaş gibidir.
Bu savaş bilelim ki, az sonra ABD’nin, Batı’nın hem birbirlerine, hem de Türk devletine karşı silahlı ya da silahsız bir savaşına kapıyı açıyor. Rusya’nın, İran’la birlikte Ortadoğu petrol bölgesinde elde etmek üzere olduğu üstünlüğe ABD ve Batı Avrupa “evet” diyebilir mi?
Bizi birbirlerine “ikram” ederek denge sağlamak isteyebilirler, Rojava’yı yiyebilirsiniz diyebilirler, ama hiçbiri Ortadoğu’yu “sen ye” demez. Diyemez.
Ajanslara Trump’ın “Türkiye’ye karşı silah kullanabilirim” sözleri düştü bile. Kullanır mı, kullanmaz mı, bilinmez. Ama bilinen şu: ABD “silah kullanabilirim” dedi.
NATO tarihinde böyle bir cümle şimdiye kadar bir başka NATO ülkesine karşı kullanılmadı. Ünlü Johnson mektubunda buna benzeyen tek bir sözcük bile yoktu. Hiç kimse bir Türk Cumhurbaşkanı’na “aptal olma” demedi. Hiçbir NATO ülkesi Türkiye’yi “silah kullanırım” diye tehdit etmedi.
Şimdi bunlar oluyor. Söz konusu metni nasıl tercüme ederseniz edin, durum değişmiyor.
Evet, Rojava tehlikededir. Kürt halkının bütün kazanımlarına karşı bir “uluslararası komplo” vardır. Bu devam ediyor.
Ama bilelim ki, Türk devleti şu anda kuşatma altındadır. ABD’nin en güvendiği NATO generallerini ve kurmay subaylarını hapse atan Türk Ergenekonu’na ve onun sözcüsü Erdoğan’a karşı tüm Batı harekete “ha geçti, ha geçecek”.
Erdoğan tam Rusya’ya gidiyorken Amerika’dan yükselen ses, Almanya’dan gelen parazitler, NATO üyesi Türkiye’ye “aklını başına al” sinyalleridir.
Şimdi Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni bir evresindeyiz. Rojava’ya karşı, uluslararası komplonun devamı olan hamlelerden sonra, sıra Türkiye’ye gelecektir. Devletler arasındaki ilişki, bakkallar arasındaki ilişkiye benzemez. Stratejiktir.
Küresel devletler “küçücük Rojava”yı birbirlerine “ikram” ederek taktik manevralar yapabilirler. Bunun sonucunda Kürt halkı büyük acılar çekebilir. Kazanımlarını kaybedebilir. Ama bu küresel devletler kendi “paylarını” birbirlerine bırakmazlar. Bu “paylarını” korumak ve kazanmak için birbirlerinin boğazına yapışırlar. Yakın tarih bu boğazlaşmanın iki büyük savaşını yaşadı. Şimdi yaşanan “üçüncü” boğazlaşmadır.
Bu boğazlaşmanın özgünlüğü büyük devletlerin birbirlerini yok etme gibi bir amaca yönelmemesidir. Hepsi, bir diğerinin “küçük ortağını” parçalayarak bir diğerine karşı zafer kazanma peşindedir.
“Rusya ile Amerika anlaştı, bize karşı birleşti” söylemi anlamsızdır. Anlaşabilirler. Her şey olabilir. Ama aralarındaki çelişki, Rojava’nın kanıyla sağalmaz. Devam eder. ABD Ortadoğu’da Rusya’nın ve İran’ın hakimiyetine evet diyemez. Rusya da bu hakimiyetten vazgeçemez. Emperyalizmin hastalığı “oburluğundadır.” Doymaz. Bu kavga devam eder.
Bu kaostan bizim Rojava’mız işin başında yararlanmıştır. Yararlandığı gibi bu kaosun içinde büyük kayıplar da verebilir. Ama bilelim ki, bu savaşın son perdesi Rojava’da kapanmayacaktır. Rusya ile ABD, Çin ile NATO, hepsiyle Avrupa arasındaki çelişkiler kaosu derinleştirecektir.
Kaosun ilk adımından Rojava doğmuştur. Kaosun şimdiki aşamasında Rojava tehlikeye girmiştir. İyi de kaosun üçüncü aşaması ne olacaktır?
Büyük ihtimalle bize güneş doğacaktır.
Türkiye’deki faşist devlet rejiminin temelleri bu kaosta sarsılacaktır. Türk ekonomisi çöküyor. AKP parçalanmıştır. Batan gemiden atlayan “tayfalar”, Babacanlar, Davutoğulları Batı kıyılarına doğru kulaç atmaya başlamıştır. Bürokrasi baş patron ABD’nin her tehdidi karşısında parçalanmakta. Şimdi Erdoğan’ın etrafında birleşen muhalefet saflarında şüpheler büyümekte. Kuzey’in Kürt coğrafyasında devletin halk direnişinin önüne diktiği beton duvarlar, bu kriz koşullarında yıkılacaktır. O duvarların ardında biriken Kürdün öfkesi, ilk yıkılan duvarların arasındaki çatlaktan boşalacak, önündeki bütün kirliliği silip süpürecektir.
Kilit mesele nedir?
Bu “iyimser” öngörüye inanmak ve o öngörü gerçekleşene kadar mevzileri terk etmemek, direnmek ve yeniden direnmektir.
Direnen kazanacaktır.