“Sevginin nefretten, anlayışın öfkeden daha yüce, barışın savaştan daha soylu nitelik taşıdığı, bu mutsuz dünya savaşının, şimdiye kadar duyumsadığımızdan daha güçlü bir şekilde kafalarımızın içine kazınması gerekir.” (Hermann Hesse,)
***
Saldırganlık ve düşmanlıkla beslenen duygular insanın diğer gerçekliğinin karşıt yüzünü oluşturuyor. Bu gerçeğin karşı yüzünde barışçı düşüncenin çeşitli niyetleri bir kenara bırakıldığında barışçı düşüncenin kimi zamanlarda sekteye uğradığı söylenebilir. Farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da; genel olarak bakıldığında sanat ve edebiyatın bize bıraktığı miras ve birikim, sanatçının ve yazarın baskıya zülme ve savaşa karşı tavrını çok net olarak ortaya koyan örneklerle doludur. Sanatsal duyarlılık, gelecek adına yaşamsal olan her şeyin korunmasını savaşa karşı barıştan yana olunmasında görür ve değerlendirir. Artık anlaşılmıştır ki barışı savunmak, yarını ve insanın geleceğini savunmaktır. Sanat daha iyi yaşama tutkusunun da kurgulandığı bir alan. Bu yüzden ‘barış’ düşüncesi çağdaş sanatın ve sanatçının kafa yorması gereken bir olgu olarak gündemden hiç düşmüyor. “Niçin Savaş” adlı kitabı okudunuz mu bilemiyorum. Bu kitap Albert Einstein ile Sigmund Freud’un yazışmalarını içerir. Bilindiği gibi savaş dönemlerinde, karanlık günlerin etkisiyle, insanlığı dünyanın başına musallat olmuş savaş belasından kurtarmanın yollarını arayan önde gelen aydınların çabalarına tanık oluruz. İşte bu uğraşların en kalıcı ürünlerinden biri de ‘Niçin Savaş’ adlı kitaptır.. Gerçekleştirdikleri bilimsel devrimlerle kendi alanlarında XX. yüzyıla damgalarını vuran Albert Einstein ile Sigmund Freud’un, dünyada barışın kalıcı bir biçimde sağlanması için neler yapılması gerektiğine dair yazışmaları, savaş ve barış üstüne düşünmenin tarihinde kendine “özel” bir yer açmıştır. İnsanlığın ufkunu sınırsız dehasıyla sürekli zorlayan Einstein ile insan ruhunun en kuytu köşelerine sızmayı başarmış Freud’un “militan bir barışçılık için savaşmak” zorunluluğunu dillendirdikleri bu mektuplar, savaşın yıkımlarından ders almayıp daha beter felaketlere kürek çeken yolunu şaşırmış tüm “homo sapiens”lere akıllarını başlarına devşirmeleri konusunda -ne yazık ki hâlâ geçerliliğini koruyan- bir uyarıdır.
***
Savaşla ilgili birçok roman, birçok kitap yazıldı. Beni bu alanda en çok etkileyen Tolstoy ve Hemingway olmuştur. Yakın çağlarda savaş ve barış üzerine en güçlü yapıtlardan birini Tolstoy vermiştir demekle sanırım hata etmiş olmayız. Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı romanında savaşı ve onun getirdiği yıkımı eşsiz bir ustalıkla anlatmıştır. Evet,”Hayatın, zamanın Rusyası’nın, tarihin, sınıf kavgalarının olağanüstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün anlatıldığı bir eserdir Savaş ve Barış. Sonraları ise Ernest Hemingway “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” romanında insan ruhunu derinden yaralayan büyük dramını ortaya koymuştur. İspanya’da yaşanan acımasız bir iç savaşı… Cumhuriyetçi- Faşist kavgasının yol açtığı yıkımı… Oluk oluk akan insan kanı… İnsanoğlunun vahşilikte ve barbarlıkta sınır tanımazlığını gözler önüne seren acı panoramalar. En hızlı savaş taraftarlarının ve savaşı bütün korkunçluğuyla yaşayanların barış özlemiyle yanıp tutuştuklarını bütün çarpıcılığıyla dile getirmiştir.
***
Ünlü Fransız düşünürü Ernest Renan, “savaşın gerçek mağlupları sadece ölülerdir” der. Yazar Heywood ise savaşın acımasızlığını çok fazla söze gerek duyulmayacak bir şekilde; “Barışta çocuklar babalarını, savaşta ise babalar oğullarını gömerler” diyerek dile getirmiştir. Barış içinde bir yaşamı hazırlamada kendine insanım diyen herkese görev düşüyor. Düşünce ve amaçları ne olursa olsun her kesimin ve onları temsil eden kitle örgütlerinin bu konuda aktif rol üstlenmeleri gerekir. Ancak bu sayede savaşı kışkırtan politikaların önüne geçilebilir.