Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, Erdoğan ve Putin arasında varılan mutabakat ile Türkiye’nin önümüzdeki günlerde Suriye topraklarından tamamen çıkmak zorunda kalacağını söyledi
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlatılan askeri operasyon gündemiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin önceki gün Soçi’de 6 saate yakın bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrası 10 maddelik bir mutabakat yayınlandı. Ortadoğu uzmanı Yazar Mustafa Peköz, Türkiye ve Rusya arasında yapılan bu görüşmeyi, görüşme sonrası yayımlanan 10 maddelik mutabakatı, mutabakatın Kürtler açısından avantaj ve dezavantajlarını, yapılan mutabakatla bitlikte bölgede oluşacak olası gelişmelere ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik’in sorularını yanıtladı.
Söyleşinin tamamı:
Erdoğan ve Putin arasındaki görüşme akabinde açıklanan 10 maddelik mutabakatı ve bu maddelerin içeriğini nasıl okumak gerekir?
Söz konusu maddeler tek tek yorumlanabilir. Ancak bütün maddelerin birlikte yorumlanması daha sağlıklı olacaktır. Burada belirleyici olan ‘Suriye’nin siyasal birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması’, sözleşmenin önemli maddelerinden biridir. Siyasal birliğin korunması önümüzdeki süreçte Kürtlerin politik statüsünün ne olacağıyla ilgilidir. Türkiye için en önemli handikap ‘toprak bütünlüğünün’ korunmasıdır. Bunun bir başka anlamı da Ankara’nın özellikle kaymakam atadığı El Bab ve Afrin’den çekilmesidir.
1998 yılında Şam-Ankara arasında yapılan Adana Mutabakatı ile Şam’ın onayı ve bilgisi dahilinde Türkiye’nin askeri güçlerinin 5 kilometre Suriye sınırına operasyon yapma ve çekilme yetkisi verilmişti. Ankara, Şam’ı devirmeye ve Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma hayallerini kurunca, hatta Suriye topraklarına girip buralara kaymakam atayınca bu anlaşmayı yok hükmünde saydı. Kardeş Esad yerine katil Esed’ı bıraktı.
Anlaşmada yer alan ‘Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır’ maddesi ile 1998 sürecine geri dönüş yapmış oldu. Türkiye’nin sınır bölgelerine Rus polisini ve Suriye askeri güçlerini gelmesini de kabul etmesi, artık fiilen Şam yönetimini tanıması anlamına gelir. Sınır hattının önemli bir kesiminde Rusya-Türkiye askeri birliklerinin ortak devriye gezmeleri esasen sınır güvenliğinden Rusya’nın sorumlu olacağı anlamına geliyor.
10 maddelik ortak mutabakatta birkaç önemli husus var. ‘Terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle mücadele etme ve Suriye topraklarındaki ayrılıkçı gündemleri boşa çıkarma yönündeki kararlılıklarını vurgularlar.’ Burası tamamen yoruma açıktır. Rusya bugüne kadar DSG’yi ve özellikle PYD’yi ‘terörist’ görmediği gibi Moskova’da bürosu var. Böylelikle ‘terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle mücadele etme’ kavramı bilinçli olarak muğlak bırakılmıştır. Herkes istediğini anlayabilir, yorumlayabilir.
Türkiye’nin operasyon yaptığı Tel Abyad ve Serekaniyê’yi içine alan 32 km derinliğindeki mevcut alandaki yerleşik statükonun muhafaza edilmesi ne anlama geliyor?
Bu durum ABD ile varılan anlaşma içinde geçerliydi. Sanırım Kuzey ve Doğu Suriye’nin değişik bölgelerinde cezaevlerinde bulunan IŞİD tutukluların bu bölgede tutularak Ankara’nın sorumluluğuna verilmesine yönelik bir hamledir. Hiç şüphesiz ki bu sürekli olmayacak ancak bir süreliğine bu uygulama devam edebilir. Bu bakımdan Tel Abyad ile Serekaniyê arasındaki bölge IŞİD’lilerin tutulacağı ve sorumluluğun Ankara’ya verileceği bir ‘güvenlik bölge’ alanı olarak düşünülmüş gibi görünüyor. Vurguladığım gibi bunun kalıcı olacağını da düşünmüyorum.
Mutabakatın maddelerinden bir diğeri olarak QSD güçleri ve silahlarının sınırdan 30 km aşağı çekilmesi gerçekçi mi?
Bu kararın uygulanmasının birinci derecede muhatabı DSG’dir. Putin-Erdoğan görüşmesinden önce DSG-Rusya, DSG-Şam görüşmelerinin olduğunu düşünüyorum. DSG’nin sınırda 30 km uzaklaşması bütünüyle sübjektiftir. Bunun sınırlarının belirlenmesi pratik olarak mümkün olmadığını herkesin bildiği bir realitedir. Yaklaşık 80 bin kişiden oluştuğu söylenen bir askeri gücün 30 km geriye çekilmesinin ve bunların nereye konumlanacağına dair hiçbir planın olmaması, sadece söylemde kalacağını gösteren bir karar. Ancak DSG-Rusya-İran-Şam dörtlüsü arasında yapılacak görüşmelere bağlı olarak bir kısım adımların atılması muhtemeldir. Örneğin daha önce gündemleştirilen DSG’nin Suriye ordusunun 5. Kolordusu olarak görev alması resmileşebilir. Tabi DSG’nin askeri olarak böyle bir karar vermesinde ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin kararı da etkileyici olacaktır.
Putin-Esad arasında varılan anlaşma bölgesel ilişkilerin yeniden dizayn etmesi bakımından önemli bir işlev görecektir. Kime ne kadar yararlı olacak, kim nasıl bir konum alacak, bu önümüzdeki süreç içerisinde çok daha fazla netleşecektir.
Türkiye giriştiği operasyondan ne kazanç elde etti?
Türkiye ‘Barış Pınarı’ adı altında başlattığı askeri operasyon ile kendisine göre stratejik bir hamle yaptığını sandı ve askeri olarak elde edeceği inisiyatifi politik-diplomatik başarıya dönüştüreceğini düşündü. Ancak gelişmeler hiç de istediği gibi olmadı.
Öncelikli askeri olarak hedeflerini gerçekleştiremedi. 450 km sınırın tamamında güvenli bölge oluşturacağı ve 30 km derinlikte askeri bir üstünlük kuracağını hesapladı. Başaramadı. Bunun iki temel noktası var. Birincisi; karşılaştığı direniş oldu. Sınırlı bir bölgede ilerleme sağlayabildi. Böylelikle hızlı bir operasyonla kapsamlı bir alanda hakimiyeti sağlama planı tutmadı. İkincisi de; uluslararası alanda beklemediği ciddi bir tepkiyle karşılaştı. Bu tepki öylesini diplomatik açıklamaların çok ötesinde fiili yaptırımlara dönüştü. Yalnızlık içinde girdiği alanların kontrolünün sağlanmayacağını gördü. Önce ABD’nin çok açık baskısıyla 5 günlük bir ateşkes sağlandı. Sonra Rusya ile 10 maddelik mutabakat imzaladı. Mutabakata bakıldığında kamuoyunda yansıtıldığı gibi Türkiye’nin ciddiye alınabilir bir kazanımı yok. Askeri olarak düşündüğü sonucu elde edemedi.
Mevcut tabloda politik olarak bir kazanım söz konusu mu? Suriye rejiminin bundan sonraki hedefi ve adımı ne olur?
Şam rejiminin öncelikli hedefi Ankara’nın kontrolde tuttuğu İdlib, Afrin ve El Bab bölgelerde yeniden kontrolü sağlamak. Bunun çok kolay olmayacağını görüyor. Rusya’nın hamlelerine bağlı olarak planı yapan Şam yönetimi, söz konusu üç bölge için daha beklemek zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu üç bölgenin kontrolü Şam’ın kesin hakimiyeti bakımından önemlidir.
Putin-Erdoğan görüşmesi sırasında İdlib’i ziyaret eden Esad, bu bakımdan Ankara’ya bir mesaj mı vermek istedi?
Evet. İdlib’de Kürtlerle ittifak yapmasını açıklaması, aynı zamanda ‘Türkiye’nin garantör devlet olmaktan çıktığını’ belirtmesi Ankara’ya karşı kesin net bir tutum aldığını gösteriyor. Şam’ın bu tür açıklamalarında özellikle İran’ın etkili olduğunu söyleyebiliriz. Şam’ın Kürtlere ilişkin yaptığı farklı açıklamalar esasen Esad ve orduda etkin olan Suni Arap kökenli generaller arasındaki farklı bakış açısını gösteriyor.
Peki bu şartlar altında Şam yönetimi iktidarını nasıl sürdürebilir?
Esad merkezli Şam rejiminin toplumsal dinamikleri oldukça zayıftır. Kürtlerle stratejik bir ittifaka yönelmediği taktirde Şam yönetimini ayakta tutamayacağını görebilecek düzeydedir. Rusya üzerinde iktidarı süreklileştirmesi oldukça zordur. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Anayasa Komitesi’nin toplantısından sonra hızla politik sürece girilecek ve Suriye’nin iç dinamikleri yeniden dizayn edilecek. Esad, daha bir süre iktidarda kalmak istiyorsa Kürtlerle ilişkilerini stratejik olarak ele alması gerekir. Sanırım bu gerçeğin farkındadır.
Ayrıca El Bab ve Afrin için Suriye ordusunun 5. Kolordusu olarak görev alacak olan DSG’ye mutlak ihtiyacı var. Bu bakımdan DSG ile Şam rejimi arasındaki ilişkiler hatta Rusya-DSG görüşmeleri önemli sonuçlar doğuracaktır. Bütün bunlar değerlendirildiğinde Putin-Erdoğan mutabakatı Şam rejimi içinde önemli başarı olarak ele alınabilir.
*Mutabakata geri dönecek olursak. Kürtler açısından avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Kamuoyunda yansıtıldığı gibi Kürtler bakımından ciddi bir kayıp yaşandığı görüşüne katılmıyorum. Gelişmeler duygusal okunduğunda böylesi bir sonuç çıkar. Ancak gelişmelerin politik arka planı ve uluslararası ilişkilerdeki yansımalarına bakıldığında böyle olmadığı görülür. Türkiye’nin başlattığı operasyon, DSG’nin askeri olarak etki alanını sınırlamaya başladı ve özellikle sınır bölgelerinin kontrolünü bırakması bir kayıp olarak değerlendirmek mümkün. Türkiye’nin başlattığı operasyon Kürt sorununu Suriye merkezinden alıp uluslararası ilişkilerin merkezine oturttu. Doğal olarak çözüm de böyle olacaktır. Askeri olarak güç kaybına ve sınırda konum kaybına uğramalarına rağmen Kürt sorununun politik çözümü çok daha yakıcı ve zorunlu hale geldi denebilir. Suriye’de özellikle Kürtlerin politik statüsü Birleşmiş Milletlerin Suriye Anayasası ve politik sürecinin çözüm bekleyen en önemli sorunlarından biri olacaktır.
ABD-Türkiye ateşkesinden sonra Rusya-Türkiye mutabakatı, ‘Barış-Pınarı’ operasyonunu artık fiilen işlevsizleştirdi ve sonlandırılması kaçınılmaz hale geldi. Ankara bundan sonra yeniden bir operasyondan söz etmesi artık imkansızlaştı denebilir. DSG’nin de özellikle Türkiye ile çatışmadan uzak durması hiç şüphesiz ki önemlidir. Bu durum Kürtlerin askeri ve özellikle diplomatik-politik girişimlerinin yoğunlaştırması bakımından yeni avantajlar yaratabilir.
Bu yönlü ne tür gelişmeler yaşanabilir?
Askeri çatışmaların ikinci plana düşmesi, bütünüyle ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Ancak şu an konuşan denklemdeki askeri sorunların muhatapları önemli oranda değişecektir. Türkiye’nin askeri operasyonlarının hedefinde Kürtler vardı. Aslında Suriye’de kalıcı olmak için DSG’nin sınırdaki varlığı gerekçe gösterildi. Suriye’de denetimine alacak yeni alanlar yaratabilmek için bir gerekçe gösterildi ve askeri operasyon başlatıldı. Pence-Erdoğan, Putin-Erdoğan görüşmelerinde ortaya çıkan tablo Ankara’nın başlattığı operasyonu bütünüyle anlamsızlaştı. DSG’ye yönelik askeri operasyon fiilen sona erdi. Ancak askeri çatışma riski halen devam ediyor. İkinci plana düşen askeri çatışma bundan sonra doğrudan sınıra gelen Esad güçleriyle Türk ordusu arasında yaşanabilir.
Böylesi bir olasılık var mı?
Elbet te var. İdlib’i tamamen gözden çıkaran Ankara, yakın zamanda Serikaniyê bölgesinden de çıkar. Ancak kaymakam atadığı Afrin ve El Bab’da durum çok farklıdır. Ankara ya bu iki bölgede çıkacak ve Rus polisinin gelip yerleşmesini sağlayıp daha sonra Esad güçlerine teslim edecek ya da burada yeni bir çatışmaya hazır olacaktır.
Peki Ankara, Afrin ve El Bab için rejim güçleriyle çatışmayı göze alır mı?
Bunun çok kolay olmadığı, özellikle Erdoğan merkezli AKP iktidarı için ciddi sorunlar doğuracağı açıktır. Ancak kaymakamı bulanan bir yeri kendi toprakları olarak gördüğüne göre Şam-Ankara askeri çatışması küçümsenmemeli. Ya da Ankara, geleneksel devlet politikasına döner, yeni topraklar kazanma hayalinde vazgeçer, bölgeyi Esad güçlerine teslim eder.
Tüm bu yaşananlar Türkiye’nin iç dinamiklerini nasıl etkiledi yada etkiler?
Son iki haftadır yaşanan baş döndürücü gelişmeler belki de en çok Türkiye’nin iç dinamiklerini etkileyecektir. Barış Pınarı operasyonu beklenilen askeri ve politik etkiyi yaratmadı, hatta belirttiğim gibi tersten bir etki yarattı. Türkiye hedeflerine ulaşmadan operasyon sonlandırıldı. Bunun iç politikadaki yansımaları birkaç yönde etkisini hissettirecektir. Öncelikli olarak dışarıda beklenilen başarıyı göstermeyen iktidar, içte Kürtlere yönelik operasyonlarını arttıracak gibi görünüyor. Dıştaki başarısızlık içteki operasyonla kapatılmaya çalışılacak. Bunun hedefinde HDP’nin yerel iktidar merkezleri var.
Yani HDP’nin kazandığı bütün belediyelere yeniden kayyum atanabilir. HDP milletvekillerini dokunulmazlıklarının kaldırılması hatta HDP’nin seçime girmesinin engellenmesi gündeme gelebilir. Ülke içindeki çözüm esasen demokratikleşme merkezli bir siyasetin izlenmesiyle doğrudan ilişkilidir. Aksi taktirde yalnızlık politikasının sonuçları ağır olacaktır. Denklemin uluslararası alandaki bir boyutu Londra’da Johnson-Merkel-Macron üçlüsü ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşmede şekillenecektir. Ayrıca 13 Kasım ABD ziyareti de denklemin bir başka boyutunu oluşturuyor. Türkiye’nin işi zor ama Cumhurbaşkanı’nın işi daha da zor.