“İ̇lle dostun bir tek gülü yaralar beni!” Pir Sultan Abdal’ın bu sözünü son günlerde sık sık tekrarlıyorum. Olay şöyle olmuş: Pir Sultan Abdal, darağacına idama giderken Hızır Paşa’nın emri üzerine herkes Pir Sultan Abdal’a taş atmaya başlar. Verilen emre göre taş atmayan da idam edilecektir. Pir Sultan Abdal’ın yoldaşı Ali Baba taş atmaz ama emre de uymak için bir gül atar. Taşlar Pir Sultan Abdal’a değmez ama gül değer ve Pir Sultan Abdal yaralanır. Bunun üzerine Pil Sultan Abdal işet bu sözü söyler: “İlle dostun bir gülü yaralar beni!”
Elbette Kürtler idama gitmiyor. Hatta tam tersine Kürtler için yeni bir dönem başladı. Ayrıca Türkiye Solu’nun sözünü edeceğim kesimi ne kadar, nereye kadar Kürtlerin dostuydu, zaten bu da tartışılır. Ama Sol’un bu kesiminin Türkiye hükümetinin Kuzey Suriye operasyonuna verdiği desteğin ve hükümetin arkasına dizilmiş olmasının Sol’un evrensel değerleriyle bağdaşmadığı açık ve nettir.
Kimi sol siyasetler, kurumlar ve kişiler operasyon öncesinde de, sonrasında da hükümetin yaptığına meşruiyet kazandırma çabasıyla emperyalizm kavramına sarıldılar ve Kürtlerin kurduğu kimi ittifakları, attıkları taktik adımları emperyalizm ile işbirliği olarak yorumladılar ve çarpıttılar. Epeydir iktidar namzetliğini rafa kaldırıp zararsız, uysal bir muhalefetle, kendi yapıları içindeki tarikat benzeri hiyerarşilerini korumakla yetinen bu kesimlerin bir kurucu halkı, yaşadıkları coğrafyada başka halklara da öncülük yapmaya başlamış bir halkı, Kürtleri anlamasını beklemek abesle iştigal olur. Ancak Sol’un bu kesimlerinin zaten sol kriterlerle Kürtlere yönelik bu yaftalamalarda bulundukları da sanılmasın. Bence onların bu ‘anti-emperyalizm’ iddialarında ‘ezen ulus milliyetçiliği’ bariz bir şekilde görülüyor. Kürtlerin ABD, Rusya ya da herhangi bir başka ülke ile herhangi bir ortak taktik ya da strateji gütmesini “emperyalizmle işbirliği” olarak tanımlarken, aynı sol kesimler, Türkiye’nin ya da herhangi bir başka ülkenin ABD ile onlarca yıldır sürdürdüğü ‘stratejik ortaklık’tan ya da Rusya ile son yıllardaki samimi ilişkisinden sadece sloganlarında bahis açmakta ama arkadan bu politikalara destek vermektedir. Kaldı ki bu güçleri yaşadıkları vatanlarına davet eden Kürtler değil. ABD, Rusya ve birçok Batı devletini Ortadoğu’ya taşıyanlar onlarla ortak olan Ortadoğu’nun kurumsal devletleridir. Kürtler sadece ortak vatanlarında diğer halklarla özgür ve barış içinden bir arada yaşamak için, anayasal statülerini kazanmak için mücadele ediyor, direniyor. Yarım asırdır Ortadoğu’da zorlu bir mücadele veren Kürtlerin siyasi ferasetinin dönemsel işbirlikleri, taktik ve strateji uyumu öngörmesi de doğaldır.
Diğer taraftan zaten Türkiye hükümeti de, başka bir hükümetler de, ‘anti-emperyalizm’ süslü ulusalcı sol da Kuzey Suriye ya da genel olarak Suriye sorununun uluslararasılaşmasından boşuna yakınmasınlar. Bu uluslararasılaşmada Kürtlerin rolü varsa, bu sadece bir halk olarak verdikleri mücadelenin haklılığı ve direnişlerindeki kararlılıktır. Yoksa sorunu bu raddeye getiren bölgedeki devletlerdir.
Türkiye Kürtleri onlarca yıldır hak ve hukuk mücadelesi verirken, hep ‘ortak vatan’ kavramından yola çıktı ve ‘bir arada yaşam’ı, ‘demokratik çözüm’ü bir toplumsal proje olarak önerdi. HDP, son yıllarda Türkiye toplumunun birçok kesimi için bir gelecek vizyonu haline geldi. Ülkede ezilen bütün kesimlerle ortak siyaset güttü, ortak mücadele alanı açtı. Çözüm süreci boyunca Kürt hareketi barışmanın bütün gereklerini yerine getirdi. Ama hükümet Kürt hareketinin kat ettiği mesafeyi görünce HDP’ye yöneldi ve başlattığı siyasi soykırım hâlâ aralıksız sürüyor. Kuzey Suriye’ye operasyon başladıktan sonra HDP’li yerel yönetimlere yönelik kayyım siyasetinin ivme kazanması neye işaret ediyor?
Bugün dünyada dijital teknolojilerin de etkisiyle sınırlar kalkmış gibidir artık ve küreselleşme siyasetin de belirleyicisi olmuştur. Eğer bir ülke kendi sınırları içinde kanayan bir yarayı tedavi etmez, dönemsel pansuman tedavileri ile yetinirse, o yara üzerinden o ülkenin siyasetine müdahil olan çok olur. Türkiye hükümeti Kürt sorununun uluslararasılaşmasına kendi yanlış politikaları sonucunda kendisi sebebiyet vermiştir.
Rojava’da diğer halklarla beraber kurduğu özyönetimler ve DAİŞ’e karşı yürüttüğü kahramanca mücadele ile Kürt hareketi zaten nicedir dünya halklarının büyük sempatisini kazanıyordu.
Operasyon başladığından beri de uluslararası kamuoyunun kendi devletlerine Kürtler lehine nasıl bir baskı yaptığını hükümet yetkilileri de görmüş olmalı.
Bugün Kürtler dünya medyasının en önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Bir zamanlar Yaser Arafat ya da Mandela, Batı kamuoyunda nasıl bir prestij sahibi olduysa, şimdi de Kürt liderler aynı prestiji elde etmiş durumda.
Bu prestiji yok etmek için Türkiye hükümeti lobilere milyon dolarlar ödese de nafile. Tarihin lokomotifi geri gitmez.
Hükümet ya da ülke içindeki kimi siyasetler bu uluslararasılaşmadan rahatsız oluyorlarsa, yapmaları gereken Kürtlerle masaya oturmaktır.
Kürtlerle mücadelede askeri konseptte inat her defasında Kürtlerin uluslararası toplum nezdinde daha da prestij kazanmasını sağlayacaktır artık gelinen bu noktada.