Halk arasında güzel bir deyim var, “At izi, it izine karışmış” derler. Karmaşayı, kargaşayı, anlatır. Kimsenin kimseyi dinlemediği, her kafadan bir sesin çıktığı ortamlara uygun bir laftır. İşte şimdi Türkiye, bir ölçüde de Ortadoğu ve hatta giderek Suriye ile ilgili ülkelerin birçoğunda, özellikle Trump Amerika’sında durum böyledir. Türkiye, Rojava’daki yapılanmadan rahatsız olarak terör tehdidi altında olduğunu söylüyor yıllardır.
Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda, IŞİD belasına karşı yıllarca savaşıp binlerce kurban veren ve orada yaşayan Kürtleri, Arapları, Ermenileri, Türkmenleri, Süryanileri, her çeşit dini farklılıkları bir arada ve eşitlik içinde barındıran bölge, Kuzey Suriye Federasyonu olarak örgütlenmiş ve Suriye’nin en güvenli ve ekonomik bakımdan da en iyi parçası olmuştu. Bölge, hakim unsurun Kürtler olması nedeniyle oradan Türkiye’ye en ufak bir tehdit olmamasına rağmen düşmanlaştırılmıştır.
Türkiye, daha sonra her biri başka yerden gelmiş ve büyük bölümü eski IŞİD ve El Kaide elemanlarından oluşan paralı askerlerden oluşmuş Özgür Suriye Ordusu eşliğinde önce Fırat Kalkanı Harekatı’yla Cerablus’a, bir yıl kadar sonra da Zeytin Dalı Operasyonu ile Efrin’e girdi. Efrin ki o zamanlar Suriye’nin en istikrarlı ve ülkenin her tarafından savaştan kaçarak sığınan bir milyon civarında insanın yaşadığı güzel bir ilçe. Oraya giren Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) cinayetleri, adam kaçırmaları, kadın ve kızların ırzına geçmeleri yanında başta bölgedeki Alevi köyleri olmak üzere Kürt nüfusu evlerinden ederek yerine kendilerine yakın Arapları yerleştirdiğine tanık olduk. Efrin’in elli bin ton zeytini, dalından koparılarak Türkiye’de, yurt dışında satıldı.
Tüm bunlara rağmen Rojava yönetiminin istikrarlı bir biçimde gelişmesi karşısında terör tehdidinini bertaraf etmek amacıyla(!) Türkiye, Trump’ın ABD güçlerini çekmesi üzerine sınırlı bir harekata girişti. Adı da “Barış Pınarı Harekatı”. Ancak hiçbir ülke ve kuruluş, bu harekatın barışla ilgisi olduğuna inanmadı ve uluslar arası alanda Türkiye kınandı, bölgeden çıkması istendi.
Türkiye önce ABD ile 120 saatlik, sonra da Rusya ile 150 saatlik bir ateşkes anlaşmasıyla dar bir alanda kalmayı kabul etti ve üç gün önce de harekatın amacına ulaştığını, Türkiye’nin istediklerini elde ettiğini açıkladı. Tabii yandaş medya da bu büyük zaferi kutladı. Kim kazandı, kim kaybetti muhasebesi yapılır, herkes kazançlı çıktığını söylerken Trump’ın dünyayı sarsan haberiyle karşılaştık.
ABD, IŞİD’in halifesi Ebubekir el Bağdadi’yi öldürmüştü. Daha haber resmen doğrulanmadan önce dünya basını ve kimi ABD yetkilileri, operasyonun Türkiye’ye haber verilmeden ve sınırımıza beş kilometre mesafedeki Barişa köyünde yapıldığını ve Suriye Demokratik Güçleri’nin yardım ettiğini duyurdular. Türkiye suskun, sessiz. İlk Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Fahrettin Altun’un bir tweetle Bağdadi’nin yakalanıp adalete teslim edildiği tarzında bir haber verdiği söylendi ama doğruluk derecesini anlayamadık. Anlaşılan öldüğüne inanmak istemedi. Başından sonuna kadar izlediğim Trump’ın basın toplantısıyla da at izi it izine gerçekten karıştı.
Kendine has böbürlenmesiyle haberi veren Trump, Rusya’ya Irak’a, Türkiye’ye, Suriye ve Suriye Kürtlerine yardımlarından dolayı teşekkür etti. Ama harekatı da yalnız ABD’nin yaptığını ve Türkiye de Rusya’ya da geçişte kolaylık sağlanması dışında haber verilmediğini söyledi.
“Türkler geçişte ateş etselerdi yok ederdik” dedi. Rusya’ya “bilgi vermedik ama mutlu olacaksınız” dediklerini söyledi. Şimdi herkes operasyondan pay çıkarmaya çalışıyor. Ama bilinen tek şey, harekatın Hewler’den (Erbil) başladığı ve beş ayı aşkın çalışmalarda SDG’nin de özellikle istihbarat alanında önemli rol oynadığı gerçeği.
Gerisi, Trump’ın bir yandan vurup bir yandan okşaması kabilinden şeyler. Yeni bir sürece giriyoruz. Suriye’de Anayasa çalışmaları için Cenevre’de toplanacaklar yakında. Olayın en önemli iki öznesi Suriye Hükümeti ile Kürtler. Diğer muhalif güçler bitti bitecek. Ancak her iki unsur da kendi başlarına değil ve asıl karar vericiler Rusya ile ABD. Türkiye ve İran, Astana Süreci dolayısıyla müdahil olabileceklerse de asıl karar vericiler ilk dördü.
Türkiye, Kürtlerin yer almasını istemiyor. Ama katılsalar da katılmasalar da Kürtlerin onayını almayan hiçbir anlaşmanın Suriye’de uygulanabilirliği söz konusu olamaz elbette.
Şimdilerde ise Türkiye’nin burnunun dibinde ve asıl önemlisi sorumluluğunu aldığı bölgede beş ay kadar barınan El Bağdadi’yi neden görmediği veya görmezden geldiği sorgulanmakta. Ayrıca eski IŞİD, El Kaide ve diğer cihatçı çetelerden oluşan ÖSO veya yeni adıyla Suriye Milli Ordusu’nun (!) savaş suçlarından Türkiye’nin sorumlu olacağı söylemlerinin ne belalar getireceği tartışılmakta.