“Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız” sözü Kartaca Komutanı Hannibal’a aittir. Kartaca, Tunus yarımadasında Fenikeliler tarafından kurulmuş ve Akdeniz ticaretini denetim altına almak için Roma ile mücadeleye girişmiş bir ticaret kolonisidir. Kartacalılar, Hannibal’in büyük seferi sırasında Roma İmparatorluğu’nu tarihten silme aşamasına bile gelmişlerdir. Derler ki Romalılar, Kartaca’yı ele geçirdiğinde bütün şehri yıkmış ve tarla haline getirmişlerdir. Birbiriyle düşman olan bu iki devletin ortaklaştığı tek yer köleci karakterleri ve köle isyanlarına karşı tavırlarıdır. Yine rivayet odur ki, Kartaca’da başlayan ve devleti yıkma aşamasına gelen büyük köle ayaklanması, Kartaca devletinin baş düşmanı Roma İmparatorluğu’nun askeri desteği sayesinde bastırılmıştır. Kendisi de köle devleti olan Roma, köleciliğe karşı başlayan ayaklanmayı bastırmak adına baş düşmanı Kartaca’ya destek vermekten çekinmemiştir. Egemenlerin rekabeti, ortak düşmanın ortaya çıktığı yere kadardır.
Katalonya’da, Yüksek Mahkeme’nin bağımsızlık yanlısı Katalan siyasetçilere yönelik verdiği mahkûmiyet kararları Barcelona sokaklarında on binlerin katıldığı büyük eylemlerle protesto ediliyor. İspanya tarafından bağımsızlık referandumları reddedilip, parlamentoları basılan ve seçilmiş siyasetçileri tutuklanan Katalanlar, iradelerini yok sayan bu saldırıya karşı günledir sokaklarda direniyorlar. İspanyol hükümeti referandumu yok hükmünde saydığı gibi referanduma önderlik eden seçilmiş Katalan siyasetçilerin, siyasal dokunulmazlıklarını ortadan kaldırıp, haklarında tutuklama kararları çıkardı. Demokrasinin beşiği olduğu iddia edilen AB Parlamentosu, İspanyol hükümetinin arkasında dururken değişik Avrupa ülkeleri kendilerine sığınan Katalan siyasetçilerini tutuklayıp İspanya’ya iade etme kararları aldılar. Katalanların özgürlük talebini kendi çokuluslu devlet yapıları için tehdit olarak algılayan Avrupa hükümetleri, İspanya’nın zorbalığına destek olup bu özgürlük talebinin bastırılmasında yardımcı oluyorlar. Katalanların başına gelenler, ne kadar parlak cümlelerle süslenirse süslensin devletlerarası hukukun, özünde egemenler arası hukuk olduğunu bir kere daha göstermiş bulunuyor. Ezilenlerin bu hukuk içerisindeki yeri, ağır bedeller ödeyerek kendi öz güçleri ile doldurdukları yer kadardır. Hükümet politikalarını baskı altına alan kardeş halkların ve işçi sınıfının güçlü mücadelesi olmadığı sürece hükümetler egemenlerin çıkarları doğrultusunda çalışırlar. İspanya ve Avrupa halkları, işçi sınıfı ayağa kalkmadığı sürece İspanyol zorbalığı devam edecek, Katalanlar yalnız kalacaktır.
Katalanların İspanya’da yaşadığı yalnızlık, Filistinlilerin İsrail’deki ve Kürtlerin Ortadoğu’daki yalnızlığıyla örtüşüyor. Dünyayı paylaşmak adına birbiriyle amansız mücadele veren emperyalist güçler, ezilen halkların özgürlük mücadelesinin bastırılması için rahatlıkla yan yana gelip ortak davranabiliyorlar. Filistinliler işbirlikçi Arap rejimleri ve ABD’nin desteği ile dünyanın sessizliği içinde İsrail hükümetinin katliamlarına maruz bırakılırken, benzer tutum alışlar, Kürt halkının kazanımlarını yok etmek isteyen Türk devletinin saldırıları karşısında da sergileniyor. İşgal ve savaş suçları görmezden, haklı talepler duymazdan geliniyor. Yaşananlar tüm çıplaklığı ile halkların dostunun egemen devlet yapıları değil halklar olduğunu ortaya koyuyor.
Nasıl ki Avrupalılar Katalanların özgürlüğünü kendi çok uluslu devlet yapıları açısından tehdit olarak gördüyse, dört parça Kürdistan’da da sömürgeci devletler, parçalardan herhangi birisinde gelişen ve büyüyen özgürlük mücadelesini kendi varoluşları için tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle Kürt halkının özgürlük talebi karşısında, bölgesel devletler ve onların işbirliği yaptığı emperyalist güçler yan yana geliyor. Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarını yok etmek adına İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri ortak mücadele yürütüyor. Büyük emperyalist güçler, bölgesel ortaklarının çıkarlarını gözetmek adına bu barbarlığa ya seyirci kalıyor ya da destek veriyor.
Var olan bir şeyin ortadan kalkmasının yarattığı boşluk, onun varlığına ihtiyaç duyulduğu koşullarda belirginleşir ve hissedilir. Sovyetler Birliği’nin dağılması, reel sosyalizmin yıkılması ve Marksist teorinin hegemonya kaybının yarattığı boşluk tam da yoksul halkların kapitalizme ve emperyalist yağmaya başkaldırı döneminde kendisini hissettiriyor. Emperyalistler ve onların işbirlikçisi bölgesel devletlerinin, ortak bir tutumla ezilen halkların özgürlük mücadelesinin karşısına dikildiği bugünlerde tarihsel hafıza ister istemez Sovyetler Birliği’nin geçmişte ezilen halkların yanında tutum aldığı günleri hatırlatıyor. Doğal olarak sosyalizmin, sosyalist politikanın ezilen halkların kurtuluş mücadelesinde oynadığı rolün önemi açığa çıkıyor. Elbette neden ve nasıl yıkıldığı sorularına net, anlaşılır cevapların verilmesi, gerekli derslerin çıkarılması koşuluyla.
Halkların yalnızlığı, halkların enternasyonalist dayanışması ile kırılacaktır.