Kimi yazarlar vardır yetkin eserlerinin yanında, duruşları, aydın kimlikleriyle de hayata değerler katarlar. Devam etmekte olan 38. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda bu yıl “Onur Yazarı” olarak seçilen ve edebiyatımızda “50 Kuşağı”olarak bilinen kuşağın önde gelen yazarlarından Adnan Özyalçıner böyle bir yazar. Fuarda, kalemini her zaman sınıf bilinciyle; yoksuldan, emekçiden ve mazlumdan yana kullanan Adnan Özyalçıner’in yaşamı ve eserleri üzerine kendisinin de katılımıyla “Edebiyatımızda 50 Kuşağı” teması çerçevesinde çeşitli panel ve söyleşiler düzenleniyor. Halen Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanlığı’nı da yürüten Özyalçıner; Onur Yazarlığı’na seçilme sorumluluğunun bilincinde olduğunu belirterek kuşağıyla ilgili şunları söylüyor: “Ben 1950 Kuşağı yazarlarındanım. İnsan hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı; düşünce, sanat ve edebiyatın bugün gibi baskı altında tutulduğu 1950’li yılların yazarıyım. İlk öykü ve şiirlerimizi yayınlamaya başladığımız dönemde öncelikle Demokrat Parti iktidarının karşısındaydık. Aynı zamanda edebiyatın özgürleşmesi için siyasi sınırlamaların dışında bir taraftan sanatsal sınırlamaların -sınırlandırmaların da kalkması- kaldırılması için çaba veriyorduk. Yaşananların, yaşam gerçeğinin bütün boyutlarıyla ortaya konmasından yanaydık. Kısacası iktidarın baskılarına da; sanat ve düşüncenin baskı altına alınmasına da karşı olduk. Hem siyasal hem sanatsal olarak başkaldırıcı bir kuşaktık. O gün, bu gündür öykülerimle siyasal, toplumsal, ekonomik, yaşamsal alanda kuşağımın bu tutumunu kültürel bir başkaldırı olarak -sürdürüyorum- sürdüreceğim.”
***
Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne devam ettiyse de gerek geçim zorlukları, gerekse yaşanan edebiyatla okutulan edebiyatın birbirine ters düşmesi sonucu öğrenimini bıraktı. Çıraklık, manavlık, yöneticilik, katip, dergi ve kitap dağıtıcılığı, düzelticilik gibi birçok işte çalıştı. Öykü yanında deneme ve roman da yazdı. Yazdıklarıyla birçok ödüle değer görüldü. Toplumcu görüşün egemen olduğu, toplumsal çelişkileri işlediği öyküler yazdı. Yaşamın temel çelişmelerini, “küçük insan”ın dünyasındaki yansımalarıyla bulup anlatan bu öyküler, son derece yoğunlaştırılmış bir gerçekliği içerir. ‘Anlatılan olaylar, insanların, çevrelerindeki insanlarla, nesnelerle, bir bütün olarak dünyayla olan ilişkilerinin anlaşılması için bir çerçeve sunarlar. Her öykü, bir çatışma üzerine kurulur ve bu çelişkili yapı, hayatı hareket içinde yansıtır.’ Türkçe edebiyatın çınarlarından, usta kalemi Adnan Özyalçıner’i dört yıl önce kaybettiği yazar eşi, yoldaşı Sennur Sezer’siz anlatmak zor. Özyalçıner; Sennur Sezer’le birlikte geçirdiği yıllarını, edebiyat hayatını ve mücadele tarihinden kesitleri metinleştirerek “Hep Seninle-Sennur’la Konuşmalar” adıyla kitaplaştırdı.
***
Sanatı üzerine çok yazılıp çizildi. Ülkü Tamer, onun sanatı üzerine yazdığı bir yazıda: Onun kolay okunabilen ve ayrıntıları önemseyen bir yazar olduğunu belirterek özgün oluşuna ilişkin şunları söylüyordu: “İyi bir yazar dünyasını ayrıntılarla kurar bence. Adnan’da bu temel özellik hep vardı. Bu özelliği, onun toplumcu öykülerini başka birçok yazarın toplumcu öykülerinden farklı kılıyor. Ayrıcalıklar (Orhan Kemal gibi, Yaşar Kemal gibi sanatçılar) bir yana, “toplumcu yazar” denilince, incelikleri hiç önemsemeden her şeyi en kalın çizgileriyle “takır tukur” anlatanlar geliyor aklımıza. Bunu toplumcu edebiyatın gereği gibi görüyoruz sanki. Çelişkiler mitinglerde nutuk atılır gibi ortaya konmalı, sorunlar kahve sohbetleri diliyle sergilenmeli… Dünya edebiyatının toplumcu dev yazarlarını da görmezden geliyor gibiyiz. Adnan hiçbir zaman bu eğilimde olmadı. Çelişkileri araştırdı, sorunları kurcaladı, insanı anlattı. Ama bunu yaparken kendi özgün dilini yarattı. Sanatçı olduğunu hiç unutmadı.”