Kim demiş, “21. yüzyılda mektup tarihe karıştı, artık kimse mektuplaşmıyor” diye? İletişim çağındayız, biz sıradan ölümlüler; mesajlaşmaydı, e-postaydı, görüntülü konuşmaydı, telekonferanstı, chatti derken, her biri bir diğerinin kopyası liderler en geleneksel yöntemle iletişim kurmayı sürdürüyor.
Pek öyle eskisi gibi incelikli, sevgi dolu, nezaket içeren mektuplar yok. “Sizlere açtığım kalbim kadar bu temiz sayfayı…” diye başlayan “sizleri en derin, kalbi duygularımla hasretle, muhabbetle, güzel ve yalnız ülkemin, kadersiz halkımın o saf ve temiz duygularıyla…” diye sona eren mektupları mumla arıyoruz. Yeni mektuplaşma çağın ve mektuplaşanların üslubuna göre biçim alıyor. Daha langır lungur bir dil hakim bu yeni mektup arkadaşlığına. Ama işte bu düzeyli olmayan mektup arkadaşlığı, mektup diplomasisiyle Ortadoğu dizayn ediliyor. Kıtalar arası ilişkiler düzenleniyor. “Dostluklar” kurulup yıkılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 35 gündür koynunda sakladığı Trump’ın mektubunu alarak kıtalar arası bir uçuşla iadeye gitti. Ulağa, postacıya güvenmedi. “Güvercin’le göndersem, zavallı kuşun başına türlü işler gelebilir” dedi ve bunu göze alamadı. Trump’ın pek nezaketli olmayan mektubu sızdırıldığında, AKP cenahı o mektubun buruşturulup çöpe atıldığını söylemişti ama olsun. Hali hazırda o mektubun emin ellerde olduğunu ve başına bir şey gelmediğini biliyoruz. Bu hepimizin içine su serpti! Henüz birinci mektup iade edilmemişken Trump’ın ikinci bir mektup yazdığı ileri sürüldü. O da kısmetse bir sonraki ziyarete iade edilir artık. Aceleye gerek yok.
Diplomaside mektuplaşmayı gelenek ve göreneklerine bağlı mütedeyyin AKP başlattı. İlk diplomatik mektup Putin’e yazıldı. Rus uçağı düşürüldüğünde bir süre atarlanan AKP’nin bir süre sonra Putin’e nezaket dolu bir mektup yolladığı ve “özür” dilediği ortaya çıktı. AKP’ye göre mektup işe yaradı, Ruslarla ilişkiler rayına girdi. Türkiye Astana sürecinin garantörü olarak Suriye’deki grupları temsilen masaya oturdu. Sonra ekonomik ilişkiler, Akkuyu Nükleer Enerji, Mavi Akım, S-400 anlaşması ile dünyayı kıskandıran bir ilişki başladı Türkiye ile Rusya arasında. Hepsi “özür mektubu” sayesinde oldu.
Bir mektubun bunca şeye kadir olduğunu gören Trump eksik kalır mı? O da mektup arkadaşlığını kendi üslubunca başlattı. Dün Erdoğan ile Trump arasında yapılan Washington zirvesi işte bu mektup arkadaşlığının bir başka aşaması olarak tarihe geçti. Herkesin gözü o mektubun nasıl iade edildiğindeydi. “Al mektuplarını ver mektuplarımı” denilmediğine göre bu mektuba ilişkin ne söylendi, nasıl iade edildi? Cumhurbaşkanı Erdoğan meseleyi “önemsiz” bir ayrıntı gibi geçiştirmekle yetindi. Böylece CHP, MHP ve İyi Parti’nin, içerideki gibi herkesi fırçalayan, herkese had bildiren Erdoğan profiline güvenerek yaptıkları, “mektubu yüzüne çarp” önerisi de boşa düşmüş oldu.
Üstelik dünkü görüşme ve sonrasında yapılan o “şirin” açıklamalar Erdoğan ile Trump arasında yeni mektupların alınıp verildiğini gösteriyor. Bunların da içeriklerini daha sonra öğrenmiş olacağız. Mektupların içeriklerine iki taraf da “önemsiz” muamelesi yapıyor çünkü odaklandıkları nokta farklı. Her iki taraf da öncelikle kişisel çıkarlarını korumayı esas alıyorlar. Trump, azil süreci ve tartışmalı başkanlığını Türkiye üzerinden yeni hamlelerle gidermeye çalışırken, AKP ise koparacağı tavizlerle iktidarını mutlaklaştırmanın peşinde. Bunun için Kürtler üzerinden pazarlık yürütülüyor. Kimin ne alıp verdiğini önümüzdeki dönemde Rojava’daki pozisyonlarından, Kürtlere karşı tutumlarından anlayacağız.
Türkiye’nin bütün bunlara mecbur ve muhtaç hale getirilmesinin tek bir nedeni var. “Kürt anasını görmesin” zihniyeti. Bakmayın iki tarafın da kendilerini “Kürt dostu” olarak tanıtmasına. Böyle dost düşman başına. Kürtlerin tek dostu var; o da mücadeleleriyle dayanışma gösteren dünya halkları. Bir de bütün bu pazarlıklara yol vermeyen Kürdün kendi hakikati.
Bu planlar onca yıldır başarılı olamıyor çünkü ortada hesaplanmayan, görülmeyen, görülmek istenmeyen büyük bir hakikat var. Birileri “Kürt anasını görmesin” diye uğraşırken Kürdün anasının da mücadelenin aktif bir öznesi haline geldiğini unutuyor. Kürdün anası artık gözü yaşlı, dizini döven bir konumda değil. Kürdün anası da mücadele ediyor. Kürdün anası dünyayı tanıdı, mücadeleyi tanıdı. Kürdün anası evladının yanı başında onurlu bir yaşam talep ediyor. O yüzden “Kürt anasını görmesin” üzerinden yürüyen o nezaketsiz mektup arkadaşlığının ve diplomasisinin bir hükmü yok.