Osmanlı’dan beri devlet Dersim’in nispi özerkliğini ortada kaldırmak için plan yapmış, seferler düzenlemiştir. Ancak Cumhuriyet’e gelene kadar Dersim’e yapılan seferlerden zafer çıkmamıştır. Cumhuriyet ise katliam yapmıştır
Hüseyin Kalkan
Osmanlı belgelerinde sürekli Dersim’in yoksulluğundan ve asilliğinden söz edilir. Ayrıca Dersim fiili bir özerklik yaşar. Osmanlı baskısından kaçanların sığındığı, devlet otoritesinin erişemediği bir coğrafyaydı. Bu durum Dersim halkının etnik ve dini özelliklerini cumhuriyet döneminde de sürdürmesini sağlar. Geçen bölümde değindiğimiz gibi bir ulus devlet olmak yolunda ve isteğindedir. Bu durumu Dersim’in devlet ile ilişkilerinin karakterinde belirler. Osmanlı’da başlamak üzere devlet sürekli Dersim’e karşı bir sefer halindedir. Ancak hep söylendiği gibi: Dersim’e sefer olur, zafer olmaz.
Osmanlı Devleti de başlamak üzere, devlet otoritesi sürekli Dersim’in bu nispi özerk halini ortadan kaldırmak için uğraşmıştır. Dersim’e karşı operasyon için öne sürülen diğer bütün gerekçeler katliamı mahzur göstermek için yaratılmış argümanlardır. Dersimlilerin vergi vermediği veya toprak ağalığını yaşadığı gibi argümanlar sadece bahanelerdir. Asıl olarak özerk durumu ortadan kaldırmak ve Dersim’e boyun eğdirmektedir. Yoksa Dersim hakkında hazırlanan raporların ortak özelliği bölgenin çok yoksul olduğunu vurgulamalarıdır. Bu yüzden Dersim harekâtının gerekçesini oluşturan vergi vermeme argümanı kendiliğinden çürümektedir. Yiyecek ekmek bulamayan insanların vergi vermesi nasıl mümkün olabilir ki?
Toprak ağalığı ve Dersim
Kemalistlerin bir bölümü, Dersim’de yapılan katliamı toprak ağalığına karşı mücadele ve demokratik devrimin tamamlanması olarak lanse ederler. Dersim bölgesi dağlık bir bölgedir. Büyük ölçüde tarım yapacak bir arazi, toprak ağalığını bir sistem olarak besleyecek bir toprak yok. Hemen hemen tarım yapacak bir arazi bulunmamaktadır. Bu fiziki koşullar tek başına bu argümanı çürütmeye yeter. Ama onun dışında devletin hemen hemen bütün birimlerini hazırladığı raporlarda böyle bir sav söz konusu edilmez. Aksine Dersim halkının yoksulluğu nerdeyse bir kusur olarak ele alınır. Dersim önderleri genellikle din önderleridir. Ekonomik bir güçleri hemen hemen yoktur.
Koçgiri ve Dersim
Seyit Rıza’nın idamına giden süreç Koçgiri İsyanı ile başlar. Koçgiri İsyanı bastırıldıktan sonra Dersim üzerinde baskı kademeli olarak artırılmaya başlanır. 1928, 29 ve 31 yıllarında Dersimlilerden birkaç kez silahlarını teslim etmeleri ve başta Alişer olmak üzere Dersim’e sığınmış Koçgiri İsyanı’na katılmış olan önderlerin teslim edilmesi istenir. Bu ısrarlı tehditler ve saldırı hazırlıkları karşısında Dersimliler tepki yaratır ve bazı nahiye merkezleri ve karakollara baskın düzenler.
Her ne kadar Koçgiri İsyanı olarak adlandırılsa da aslında bu da bir Dersim İsyanı’dır. Koçgiri bölgesindeki aşiretler de Dersim aşiretleridir. Üstelik bunlar akraba aşiretlerdir. Bu nedenle Dersimlilerin ve özelliklede Seyit Rıza’nın Koçgiri’den Dersim’e sığınanları teslim etmeleri söz konusu olamaz.
Dersim raporları
Bütün bu yıllarda cumhuriyetin ileri gelenleri, Dersim ve civarına geziler düzenleyerek raporlar hazırlar. Bunlardan Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün hazırladığı raporlar önde gelen raporlardır. Bütün bu raporlar göz önünde bulundurularak 25 Aralık 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılır. Bu kanunla birlikte Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilir. Hemen sonra, daha önce Birinci Genel Müfettişlik kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kurulur. Bu genel valiliğin başına Dersim Valisi ve Kumandanı sıfatıyla Abdullah Alpdoğan atanır. Alpdoğan, bir Osmanlı paşasıdır ve daha öncede bazı Kürt isyanlarının bastırılmasında görev almıştır. Elazığ’da özel olarak Dersim için bir İstiklal Mahkemesi kurulur. Tunceli Kanunu’nun geçerlilik alanı sadece Dördüncü Genel Valilik kapsamına giren illerle sınırlı kalmaz. Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bu kanunun geçerlilik alanına dahil edilirler. Dersim’e giriş-çıkışlar izine bağlanır. Seyit Rıza, sürekli olarak yetkililerle iletişim halindedir ve yasakların kalkmasını, Dersim’in özerkliğinin kabul edilmesini ister. 26-27 Mart veya 26 Nisan 1937’de Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim, babası adına askeri harekâtın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırğan köyü Deşt’te misafir olduğu evde uyurken öldürülür. Bu cinayeti Abdullah Alpdoğan’ın adamı Binbaşı Şevket’in adamları örgütlemiştir.
Dersim direnişi sırasında aşiretler arasında genel bir birlik kurulamaz. Sadece Yukarı Abbas, Bahtiyar, Ferhad, Karabal, Yusufan, Demenan ve Haydaranlar’dan oluşan toplam 7 kadar aşiret kendi aralarında direniş için ittifak kurup Halvori-Vank civarında yemin ederler ve topluca direnişe geçerler. Alpdoğan, aşiretler arasında birleşmeleri engellemek, direniş kararı alan Seyit Rıza liderliğindeki yedi aşireti tecrit etmek için çabalar. Bu amaçla söylentisi dolaşan boşaltma ve sürgün kararını yalanlamaya, saklı tutmaya özen gösterir.
Sonucu teknik üstünlük belirler Dersimlilerin elinde sadece basit ferdi silahlar bulunmaktadır. Devlet ise Dersim’e karşı bütün gücünü seferber eder. Özellikle hava kuvvetlerinin kullanılması sonucu tayin eder. Seyit Rıza dahil Dersim liderleri idam edildikten sonra, 1938 ilk baharında Dersim’e yönelik askeri operasyon tekrar başlatılır. Tanıkların anlatımına göre kimyasal dahil olmak üzere her türlü silah kullanılır. Öndersiz kalan Dersimlilerden çok az bir kısmı kurtulur ve dağlara çekilirler. Bundan sonraki süreçte toplu katliam ve sürgünler başlar
Mustafa Kemal’in haberi var mıydı?
Dersim İsyanı ve Seyit Rıza’nın idamı ile ilgili olarak uzun yıllardır tartışılan bir sorun da Mustafa Kemal’in haberinin olup olmadığı. Ya da genel olarak Dersim Katliamı’ndan haberi olup olmadığıdır. Bir gruba göre, katliamın yoğun yaşandığı Mayıs-Eylül 1938’de Atatürk ciddi olarak hasta, kendinde değil ve Dersim harekâtından haberi bile yok. Alevi Kürtleri etkilemek, onları Kürt siyasetinden uzak tutmak için ortaya atılan bu iddia tarihi gerçekler açısından gülünç bir yerde duruyor. O zaman cumhurbaşkanı olan ve yönetimin bütün iplerini elinde bulunduran Mustafa Kemal’in Dersim Katliamı’ndan haberinin olmadığını söylemek gülünç ve doğru değil. Yukarıdaki belge katliamın bir devlet kararı olduğunu gösteriyor.