Suriye savaşında artık bütün yollarda “ayı çıkabilir” tabelaları asılı. Taşın düşüp düşmeyeceği, ağacın devrilip devrilmeyeceği meçhul ama ayının çıkacağı kesin.
Ayı ilk olarak 30 Eylül 2015’te Beşar Esad’ın çağrısıyla Suriye sahasına indi. ABD, Körfez monarşileri ve Türkiye’nin desteğiyle Esad yönetimini devirip yerine bir İslamcı rejim kurma hayallerine kapılan cihatçılar için kötü bir sürprizdi. Lazkiye’ye doğru ilerlemeye başladıkları bir anda ayının yola çıkışıyla adım adım tasfiye edildikleri bambaşka bir sürecin içine girdiler.
Yol üstündeki “ayı çıkabilir” tabelalarını ciddiye almayan AKP iktidarı 24 Kasım 2015’te ayının bir savaş uçağını düşürdü. Ondan sonra AKP destekli cihatçıların egemenliğindeki alanlarda kesintisiz bombardıman, ekonomik yaptırımlar, IŞİD’le AKP iktidarının işbirliğini gösteren dosyaların masaya konması birbiri ardına geldi. Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin’e özür mektubu yolladığı Haziran 2016’dan bu yana Türkiye ayıya dayı diyor. Köprüyü geçinceye kadar mı? O köprüye girilmiş bir kere, köprüden önceki son çıkış kaçırılmış, köprünün sonunda bir çıkış var mı, o da bilinmiyor.
Ayının sürprizleri bitmedi. Esad’ın çağrısıyla Suriye’nin egemenlik haklarını korumak üzere sahaya inen ve Fırat’ın batısındaki hava sahasını kontrol etmeye başlayan ayı Ocak 2018’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin cihatçılarla birlikte Afrin’e girmesine izin verdi. Afrin’in kontrolünü elinde bulunduran Kürt güçlerini, Fırat’ın doğusunda ABD ile işbirliğini ilerlettikleri ve özerklik iddiasını sürdürdükleri için cezalandıran ayı, aynı zamanda Suriye topraklarını cihatçıların yağmasına ve sonu belirsiz bir Türkiye işgaline açıyor, Afrin savunmasında Kürt güçlerine desteğe giden Şam’a bağlı sınırlı sayıda milisin bombardıman altında kalmasına da ses çıkarmıyordu.
Ayı son olarak, “Barış Pınarı Harekatı” ile bu kez ABD’nin yol vermesiyle Fırat’ın doğusundaki Suriye topraklarına giren Türkiye’ye sınır çizdi. 22 Ekim’de Soçi’ye giden Erdoğan’ın herkese göstermeden edemediği dosyasında TSK ve beraberindeki cihatçıların bütün sınır hattına yayılacağını gösteren bir harita vardı. Putin önce kameraların önünde o dosyayı Erdoğan’a kapattırdı. Sonra da askeri harekatın daha fazla genişletilmeyeceği bir anlaşmayı kabul ettirdi.
Ne var ki ateşkes AKP iktidarının işine gelmiyor. Bu iktidar 7 Haziran 2015’ten bu yana ülkeyi savaşsız yönetemiyor. Savaş gündemi geri çekildiğinde memleketin hal-i pürmelali daha iyi görülüyor. Egemen siyaset içinde savaş harcı ile sıvanan çatlaklar, sıvanın dökülmesi ile büyümeye devam ediyor. O sebepten iktidar sözcüleri şimdi yine ABD ve Rusya’nın ateşkes anlaşmalarının gereğini yerine getirmediğinden, Türkiye’nin harekâta devam edeceğinden dem vuruyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 18 Kasım’da, Rusya’yı mutabakatın gereğini yerine getirmemekle suçladığı konuşmasında, “Buradan bir netice alamazsak tıpkı Amerika ile denedikten sonra harekâtı başlattığımız gibi yine gereğini yapacağız. Bunun başka çaresi yok” deyince ayı şaşkınlığını gizlemedi, tepkisini açığa vurmaktan da geri durmadı.
Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, “Çavuşoğlu’nun Rusya’nın sözlerini tutmadığı ve Suriye’nin kuzeyinde yeni bir askeri operasyona başlayabilecekleri tehdidini şaşkınlıkla karşıladık. Askeri eylemlerin başlaması yönünde çağrı içeren bu açıklamalar yalnızca Suriye’nin kuzeyindeki durumun gerginleşmesine yol açar. Rusya ve Türkiye liderlerinin imzaladığı ortak mutabakatta öngörülen istikrara değil” dedi.
***
Rusya, SSCB dönemindeki gibi emperyalizmin sınırlanmasını kendi çıkarına gören ve bunun için antiemperyalist direnişleri, ulusal kurtuluş mücadelelerini destekleyen, ilerici saiklerle hareket eden bir güç değil. Şimdi o da emperyalist kapitalist sistemin yükselen bir gücü olarak, ABD emperyalizmi ile uzlaşmaz bir karşıtlık değil ama rekabet içinde, yerine göre uzlaşan yerine göre çatışan bir çizgi izliyor. Rus askeri gücünü sınırlamak üzere kodlanmış NATO’nun iç çelişkilerini derinleştirmek, bölgesel güçleri ABD’den uzaklaştırıp kendi yanına çekmek, kendi nüfuz alanlarında hakimiyetini sağlamlaştırmak ve mümkün mertebe rakip bırakmamak için çalışıyor.
Suriye’yi savunurken İsrail’in Suriye’deki İran ve Hizbullah güçlerini hedef alan saldırılarına ses çıkarmaması, Türkiye’yi yaptırımlarla yola getirip ABD ile arasını açacak ilişkilere teşvik etmesi, Kürtleri ABD’ye yaklaştıkça Türkiye’nin önüne atıp Şam’la anlaştıkları ölçüde korumaya alması… Hepsi emperyalist bir güç olan Rusya’nın kendi hakimiyet planları çerçevesinde anlam kazanıyor.
Rusya, Suriye’deki tek kararlı ve ayağı yere basan uluslararası güç olarak, Türkiye-ABD-Kürtler arasında “Barış Pınarı Harekatı” ile açığa çıkan çelişkileri değerlendirip Fırat’ın batısındaki hakimiyetini şimdi Fırat’ın doğusuna da uzatmış durumda.
AKP iktidarı sözcülerinin “harekâta devam” açıklamaları ise şimdi bu hakimiyeti tehdit eder durumda.
Rusya’nın ulusal sembol olarak ayıyı seçmesi, bu hayvanı güç ve sadakat sembolü kabul etmelerinden ileri geliyor. Güçlü olduğu kesin, sadakati ise kendi çıkarlarından başkasına değil. Gücüne rağmen kendisine zarar verilmediğinde fazlasıyla mülayim görünen ayıyı tehditlerle şaşırtmamakta fayda var. O zaman fazlasıyla tehlikeli olabilir.