Nefret nerede başlar veya niye gelip her çağa toslamayı başarır, bilemeyiz. Bilmemiz gerekir mi, pek emin değilim. Bilmek yani bilgi elbette önemli. Her gün bir yerde bir şeyler öğreniyoruz. Geçmiş zamanda olanın hükmü veya anın içinde bambaşka zamanlarda çok farklı olaylar. Hayat içinde, hayatı içine alarak…
Nefret belki de başlamadı. Tekrarlar yanlış anlaşıldı. Belki. İhtimaller her şeyi kendi içine alacak kadar teraziye vurulmaz bir ayrıcalığa sahip. İhtimaller her zaman şanslı. Çünkü var. Bazı ihtimaller ölümden kurtarır. Ölümler bazen nefreti açığa çıkarır.
Sosyal medya, sosyal çevre, iletişim vb her an bir temas, bir şeyler bildirir. Yaşadığımız şu kahır yıllarında ise üst üste, sağdan soldan bazen aynı anda gelir ve sıradanlaşır. Mesela günde kaç tane haber yapılır? Kategorize edilmiş hangi haber acıtır? Haber bazen bihaber bırakır Türkiye’de ve dünyanın başka ülkelerinde. Medya çünkü medyum olabiliyor. Burada havuz, çukur deniliyor. Bazıları bazı haberleri verdikleri için özgür denilir onlara. Kimileri bu özgürlüğü suç sayar. Peki, haber nerede insanı yakalar?
Ben en çok nefret haberlerine yakalanırım. Kişisel tarihimde beni tanımayanların nefretini ve zararını gördüm. Çünkü birinden nefret etmek için onu tanımanız bir kural veya bir eşik değil. Kotası da yok nefret etmenin. Verili nefret bolca olduğuna göre herkes bir şekilde nefretten muzdarip.
Bir nefret haberine yakalandım. Okurken başkası oldum. Vuruldum ve aynı zamanda vurulanı gördüm. Yoldan geçen bir araca el salladı bir genç, arkadaşı da daha bir coşkulu güldü. Birileri ise soteye yatmış gibi görüyor bu sevinci. Nefret verili. Tut ve senin olsun. Sıfır yorgunluk. Hıncını alabileceğin bir manevradır da nefret.
Başı sonu bir ölüm savuracak bir öykü. Öykü demek ne kadar da itici. Nefret cinayetinin de öyküsü olur ama. Olmalı. Olay öyküye dâhildir.
Biri ölüyor, adı Şirin, diğeri travmasıyla yaşıyor, adı Mahsun. Sınıfsal ve kimliksel bakımdan ‘ayrıcalıklara haram’ sayılan iki genç mevsimlik işçi olarak geldikleri Sakarya’da yağmurdan dolayı o gün çalışamazlar. Çadırlarına dönerken memleket plakalı bir araç görürler, el sallar biri, diğeri de gülümser. Araç geçer. Sonra kurşun yağar. Biri ölür, diğeri yaralanıp kaçar. Western filmler değil. Yağmurlu bir sabah, Türkiye, Sakarya.
Aradan zaman geçer ve kimse kimseyi doğru dürüst yargılamaz. Yarası iyileşmiştir. Özgür bir medyaya, olayı şöyle anlatır yaralı kurtulan: “Yağmur yağdı, o gün çalışmadık. Yanımızdan geçen 21 plakalı arabaya el salladık. Arabayı gördüğümüz için sevinmiştik, gülerek aşağı doğru iniyorduk. Yaklaşık 50 metre sonra aşağıda oturan 6 kişilik bir grup arasından biri bize ‘neden gülüyorsunuz, neden el salladınız’ diye sordu. Biz de, ‘Diyarbakırlıdırlar hemşeri olduğumuz için ve hasret gidermek için el salladık’ diye cevap verdik. Bunun üzerine ‘Diyarbakır’a da… Arabayı da…’ diyerek küfür etmesi üzerine yanındaki arkadaşları da bira şişelerini bize fırlatmaya başladı. Kendimizi bira şişelerinden korumaya çalışırken, silahını çıkararak ateş etti. İlk atışında Şirin vuruldu. Şirin düştükten sonra bana da iki el ateş etti. Kaçarak kurtulabildim. Köyden yardım istedim.”
Muhabir, arkadaşının vurulduğunu gören gencin daha sonra yaşadıklarını şöyle haberleştirir: “Olay yerinde yaklaşık 40 dakika boyunca yaralı bir şekilde beklediğini ve ticari taksilerin dahi kendilerini almak istemediğini ifade etti. Olay yerine geç gelen ambulansla arkadaşını hastaneye götürdüklerini kaydetti.”
Nefret yoldan geçene bulaşmadı. Yoldan geçen nefret edendi.
Yaralı genç 15 gün arkadaşına refakat eder. Sonra gider yeniden çalışmaya, çünkü çalışmaya mecbur. Çalışırken duyar; Şirin ölmüş. Bir daha mevsimlik işçi olmayacağım, der kendine ve bir ayrımcılığı daha ortaya koyar: “Oranın yerli işçileri 08.00’da işe başlayıp, akşamüzeri 17.00’da işten çıkıyor. Biz ise 07.00’da başlayıp, 19.00’da işten çıkabiliyoruz. Yerli işçiler 100 lira yevmiye alırken bize 85 lira veriliyor. Aynı yerde çalışmamıza rağmen yerli işçilere yemek veriliyor ancak biz kendi yemeğimizi yapıyoruz. Kürt olduğumuz için ikinci sınıf muamelesi görüyoruz.”
Nefret ve yine nefret. Sınıfsal, kimliksel, cinsel, dinsel ve neler neler… Mahsun verdiği ilk ifadeden sonra bir daha çağrılmamış bile.
Yasalar gerçeklerin kamuflajı mı olacak? Anında yakalar hafıza!