Suriye, son zamanlarda Irak ve Lübnan ve şimdi de İran: “Şii Hilali” denilen coğrafyanın tamamı artık geniş bir yangın yeri. Bunun emperyalist bir komplo sonucu olduğu sıklıkla dile getiriliyor. Kışkırtmanın içinde Ortadoğu’nun kadim Sünni rejimleri ve İsrail birlikte aktif bir rol oynuyor. Ortak amaç, İran’ın “yumuşak güç” olarak ya da mezhepsel ve kültürel anlamda zaten var olan nüfuz alanlarını genişleterek bu coğrafyayı geniş bir askeri, ekonomik ve politik nüfuz bölgesine yani bir “sert güç” alanına dönüştürme tehlikesinin önünü almak. Bu amaçla bu ülkeleri içeren hilal coğrafyası üzerinde yıllardır kanlı bir oyun sahnelenmekte ve İran’daki ayaklanma da bu senaryonun son perdesi.
ABD yaptırımlarının yeniden yürürlüğe konması ile içine düşülen ekonomik kriz durumuna özellikle vurgu yapan İran rejimi, olan bitenleri tam da yukarıdaki gibi okuyor. Hamaney’e göre olaylardan “devrim karşıtları ve İran düşmanları” sorumlu. Ama her şey bir komplodan ibaret bile olsa, komploların ancak gerçek sorunlar zemini üzerinde ilerleme fırsatı bulabilecekleri de bir başka gerçek. İran’da petrol zammı ile başlayan halk ayaklanmasının ekonomik, politik ve toplumsal nedenleri mevcut. İslamcı devletin bağnaz dayatmaları ile İran toplumunun değerleri arasında başından itibaren var olan kan uyuşmazlığı, politik düzeyde sürekli gözlemlenen “demokrasi açığı” ve derinleşerek genişleyen ekonomik kriz. Çalmakta olan çanlar bir politik devrimin habercisi; İran molla rejiminin, sürdürülebilir bir egemenlik olmaktan çıkmış olduğunun göstergeleri.
Hilal’in Farsî olmayan diğer bileşenlerinde nüfusun çoğunluğunu ya da önemli bölümünü oluşturan Şii Arapların durumu ise oldukça farklı. Bu bağlamda, Irak ve Lübnan’ın durumu İran ve Suriye’de olduğu gibi bir komplo mantığı içinde okunup izah edilemeyecek kadar karmaşık.
Lübnan, bu karmaşık yapının politik sisteme en çok yansıdığı ülke olarak bilinir. İnanç, mezhep ve etnisite temelinde tanımlanan her bir toplumsal grubun nüfusu oranında politik iktidar düzeyinde temsilini sağlama iddiası taşıyan bir sistem olarak tasarlanmış olan bu sistemin sürekli arıza yaparak aksadığı, yüzyıl boyunca işgal ve iç savaşlarla çalkalanan Lübnan’ın bir türlü müstakil bir ülke ve bir toplum haline gelemediği görülüyor. İnternet kullanım vergisi karşısında patlayarak son iki aydır sokak gösterileriyle tırmanan politik huzursuzluk, Başbakan Hariri’nin istifası sonucunu getirdi. Ama göstericilerin temsilcileri asıl sorun olarak karmaşık ve yabancılaştırıcı politik mekanizmanın iflasını vurguluyorlar. İsyancı Lübnan halkı, Lübnan toplumunu din, mezhep ve etnisite üzerinden parça parça tanımlamak yerine bir bütün olarak ele alarak politik karar alma süreçlerine katılımını sağlayacak yeni bir anayasa talep ediyor.
Irak’ta çok daha kanlı bir görünüm kazanan protestolar da aslında benzer bir rahatsızlığın ürünü. Irak, nüfusunun çoğunluğu Şii olan bir ülke ama yirminci yüzyıl boyunca Sünni iktidarlar tarafından yönetilmiş. Son diktatör Saddam, Kürtlere uyguladığı sistematik kitle katliamlarını, belli dönemlerde Şii halk üzerinde de uyguladı. Baas ideolojisi gereği kendini inanç, mezhep ve etnisite ötesi görse de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Sünni Arap kimliğine daha çok sarılarak hareket ettiği biliniyor. ABD işgalinin ardından Irak’ta kabul edilen yeni anayasa, böyle bir güç istismarını engelleme kaygısı içinde, Lübnan kadar karmaşık olmasa da benzer bir “parçalı temsil” sistemi öngörüyordu. Kabulünün üzerinden geçen on beş yıl boyunca bu sistemin de arıza yapmaya mahkûm olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. Bugün Kürdistan bölgesi dışında Bağdat başta olmak üzere Irak’ın dört bir yanına yayılan isyan hareketi de mezhepsel farklılıklar yerine “Iraklı olmak” üzerinden yeni bir kimlik algısının egemen olduğu bir politik sistem talebini yükseltiyor.
İran molla rejiminin basit bir komplo ile izah edebileceğini sandığı Şii coğrafyası, aslında Ortadoğu’nun belki de en sofistike bölgesi. Sorunlar ve artan politik huzursuzluk karşısında şiddete sarılarak komplo teorileriyle avunmak yerine demokratik çözümlere ihtiyaç var.