İnsan sabaha kadar seslenebilir mi? İnsan mezara kadar seslenebilir mi? Mezar yani bir zamanlar aramızda olanların aramızda olma kanıtı. Şahit, tanık, hafıza, nefret, düşmanlık? Hangisi? En çok mezara düşmanlık, bence.
Tarihlerin bir kıymeti ve bir de kıyameti var. İllaki başka anımsatmaları da vardır.
19 Aralık pek iyi bir tarih değil. 19 Aralık yine iyi değil yıllar sonra bile. 267 sayısı klavyede dağınık akrabalar gibi. Nereden nereye sayılar, olanlar, olacaklar, kaybolmaya yüz tutanlar… Bir araya getireceğiz hepsini. Gelecek. Getiriyorlar çünkü.
19 Aralık. İnternet arama motoru Google’a yazılınca alt sıralarda 19 Aralık Katliamı çıkar. Altlarda. Çünkü burçlar, hava durumları, bulmacalar, en önde.
19 Aralık, Hayata Dönüş Operasyonu. Bir mahpushaneye baskın yapıldı ve mahpuslar katledildi. Dikkat dikkat; mahpusunu öldüren bir ülkedeyiz. Resmi rakamlara göre çok insan öldü o gün. Sayılarla değil isimlerle bilinse, akılda kalsa keşke. İsimler rakamların önüne geçemiyor. Kaç kişi öldü? 3843 diyelim. İsimleri ne? Sabaha kadar seslenebiliriz.
Hayat sıralamasında hata yok. Öfke de yok. Hata da öfke de hayata dahil. Hepsi dahilken nefret dışlanmalı. Nefret varsa da haysiyet namına mezara kadar inmemeli. Ama indi. Mezarlara kadar nefret indi.
2017’nin 19 Aralık’ında Bitlis’te bir mezarlıktan 267 insanın cenazesi çıkarılıp İstanbul’a getirildi. İstanbul’da oturanların davetsiz misafiri değil o ölüler. Ölüler bir şehre misafir gelemez, ancak getirilir. İstanbul Adli Tıp Kurumu’na da 267 cenaze getirildi.
Amaç ve zafer beraber yürümeyi sever. Bazen biri öne geçer, diğerini unutur bile. Mezarlara saldırmak zafer değil, ölüleri dolaştırmak zafer hiç değil. Amacı da yok bunun.
Sıradan bir olay gibi: Bir Kürt, IŞİD’e karşı savaşırken 2014’te, Kobane’de yaşamını yitirir. Aile gider cenazesini sınırdan alır. Urfa’da Adli Tıp’ta defin ruhsatı alınır. Çünkü ölen kişi ablası ve akrabaları tarafından teşhis edilmiştir. Götürüp gömerler Bitlis’e.
Aradan üç yıl geçiyor. Takvim 2017. 19 Aralık’ta devlet cenazeleri alıp götürür, Kilyos’ta bir kimsesizler mezarlığına gömer. Ölü ikinci defa gömülmüştür. Kimselere haber vermeden, öncekinde olduğu gibi zılgıtlar, ağıtlar, sloganlar ve kalabalıklar olmadan. Yalnız. Aile daha sonra haberdar olur. ‘DNA uyuşmadı, gömdük’, der resmi belgeler. Yeniden DNA’lar, testler lazım. Unutulmuş yas tekrar hatırlatılır. Aile şaşkın, çünkü Bitlis’te gömdükleri ölüleri İstanbul’a götürülmüş, bir mezarlığa gömülmüş.
Sonrasını ölen kişinin ablası şöyle açıklar: “Biz kendimiz gittik, cenazeyi aldık ve defin işlemini gerçekleştirdik. Benim DNA testlerim uyuşmadığı için mecburen anne ve babamın mezarını açıp onlardan DNA örneği alacaklar. Yaşadıklarımız yetmezmiş gibi şimdide anne ve babamın mezarını açacaklar.”
Devlet kimseye güvenmiyor. Ölüleri şahit yapıyor. Yaşayanların hükmü yok, diyor. Ölüler ölüleri teşhis edecek. Yaşayanlardan bir hayır yok, gelmez. Bu kadar nefret, bu kadar saldırı, bu kadar hiçleştirme…
Neden cenazeler çıkarıldı? Neden gömülenler yeniden gömülüyor? Yas neden tekrarlanıyor? Yas niye yeniden hatırlatılıyor? Ölüler kimsesiz dedikleri mezarlıklara götürülüyor. Kimsesizleştiriliyor yani kimliksizleştiriyor.
Nefret her yere kadar bağırabiliyor. Nefret ölüden hesap soruyor. Yaşarken yapamadığını ölüsüne yapıyor. Nefret ölüyü de şahit ediyor.
Evlatlarını kaybetmiş ölü bir çift, bir gün mezarlıktan çıkarılıyor ve şahit ediliyor! Fantastik değil. Bir Edgar Allan Poe öyküsünde de geçmiyor olay. Öyle bir haberi Poe bir gazetede okusa, kıskanır. Edebi bir olay değil zaten bu, tamamen ideolojik.
Öfke güzel bir şeydir. Öfke unutulmuş bir zarafeti yeniden keşfettirebilir. Ama bazı şeyler öfke değildir. Nefret denilir. F harfinin ikisini birbirine yakınlaştırdığını kimse söyleyemez. Çünkü nefret öfke değildir. Öfke bir kişiyi iki defa gömdürmez. Nefret bunu yapar. Ölüyü sürgüne bile yollar. Ölülerin de tehlike altında olduğu bir ülke burası.
Güya bazen insan, ölünce rahat ederim, der lafın gelişi. O laf bu ülkede lafta da olsa gelmiyor. Lafın gelişine nefret barikatı dikiliyor. Gelmez o laf. Ama haysiyete bu kadar saldırının olduğu bir yerde, hakiki bir laf şöyle gelir: Ölüleri çalmak hangi kanuna sığıyorsa, o kanunun kendisi ölmüştür.