Yine garip şeyler oluyor memlekette. Sözcü’nün başyazarı Rahmi Turan’ın köşe yazısında bahsettiği bir iddia günlerdir ülke gündemini meşgul ediyor. CHP’li bir ismin, partinin başına geçmek için iktidardan destek almak amacıyla Saray’a misafir edildiği iddiası Saray medyası için bulunmaz bir nimet gibi, günlerce manşetlerde, ekranlarda tutuluyor.
İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı’na giden hikâyesini bir gün bile umursamayan Saray medyası, bu meselenin üstüne gittikçe gidiyor. Bu medyanın kendi gündemini belirlemediği, ortak bir merkezden gündemlerin bu gazete ve televizyonlara bildirildiği düşünüldüğünde, bu operasyonun kim tarafından önemsendiği, belki de öngörüldüğü açığa çıkıyor. Nasıl ve kim tarafından planlandığını bilmesek de, bu operasyon, ortaya çıktıktan sonra, Saray medyası tarafından amacına ulaştırılmak isteniyor.
Bunların yanı sıra, bu tartışmaların gösterdiği en önemli şeylerden birisi, iktidarın medyanın yüzde 90’ını yönettiği veya kontrol ettiği böyle bir ortamda, muhalif medya cenahının en çok satan gazetesinin de, iktidarın etkisinden muaf olmadığı. Ana muhalefet partisini oyalayıcı ve tahrip edici tartışmaların içerisine çekmek onlarca yandaş gazete ve televizyona değil Sözcü’ye düşüyor.
Bunun üzerine Ahmet Hakan gibi, yeni medya düzeninin baş aktörleri, kendi bulundukları konumu bir an bile düşünmeden, Rahmi Turan’a ve Sözcü’ye saldırıyor; bu saçma tartışma üzerinden kendi bulunduğu kirli konumu aklamaya çalışıyor.
Rahmi Turan tabii ki hatalı. Talat Atilla gibi gazetecilikten başka bütün sıfatları bünyesinde barındıran birinden gelen büyük bir “haber”i doğrulamadan yazarak, gazetecilik yapmıyor, önceden planlanmış bir operasyonun parçası oluyor.
Üstelik, gazetecilik geçmişi pek parlak olmasa da, bunca sene bu mesleğin içerisinde olan bir insanın, bu operasyonu sezmeden, gazetecilik aşkıyla bu satırları yazması da akla mantığa aykırı. Talat Atilla ve Rahmi Turan’ın bu operasyonda bile isteye yer aldığını, konumlarını bu kirli sürecin bir aparatı haline getirdiklerini düşünmek için çok sebep var.
Bu operasyonu kim planlamış olursa olsun, bundan Muharrem İnce’nin de, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bir fayda sağlamadığı, aksine, başta yaptıkları yanlışlara rağmen bu tartışmaları bir an önce bitirmek istedikleri açık. Bu açıdan bakıldığında, bu tartışmalardan fayda sağlayan ya da sağlamak isteyen tek kesimin iktidar ve onun medyası olduğu da ortada.
İktidarın doğrudan yönettiği medya, iktidarın kontrol ettiği medya ve muhalif medya olarak tasnifleyebileceğimiz medya ortamımızda, muhalif medya cenahının gazetecilik anlamında bir ideal durumu temsil etmediği, bunun yanı sıra bazı çok satar muhalif gazetelerin iktidarın etkisinden muaf olmadığı bu olayla net bir şekilde görüldü. Aslında bunu görmek için böyle bir olaya da ihtiyaç yoktu. Her gün manşetlerinden iktidarı hedef alan Sözcü, söz konusu askeri operasyonlar olduğunda nasıl da Saray medyasının arkasına dizilmişti. Ya da uzun bir süredir muhafazakâr kampın AKP karşıtı toplanma alanı olan Karar, operasyonun başladığı gün nasıl da Yeni Şafak’ı kıskandıran bir yayın politikasına geçiş yapmıştı.
Tam da burada şunu söylemek zorundayız: Muhalif basın cenahı içerisinde, gazeteciliğin onurunu önemseyen, iktidarın etkisine tamamen kapalı ve siyasetin gündelik ayak oyunlarına karşı korunaklı tek kesim sosyalist ve özgür basındır.