Neğşirvan Güner/ İstanbul
İlk uzun metraj filmi Babamın Kanatları (2016) ile adından söz ettiren yönetmen Kıvanç Sezer’in yeni filmi Küçük Şeyler geçtimiz cuma günü vizyona girdi. Komedi ve dram türünde bir film olan Küçük Şeyler, kentli orta sınıf bir çiftin ışığı sönen ilişkisi üzerinden günümüz ‘beyaz yaka’ yaşantısını anlatıyor. Filmde Alican Yücesoy (Onur), Başak Özcan (Bahar) başrolleri paylaşıyor. Dünya prömiyeri 54. Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde yapılan Küçük Şeyler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenmeye değer bulunmamıştı. Film Türkiye ve dünyada yarıştığı birçok festivalden ödüllere layık görüldü. Yönetmen Kıvanç Sezer ile Küçük Şeyler’i konuştuk.
İkinci filminiz Küçük Şeyler, Babamın Kanatları’ndan sonra nasıl tepkiler alıyor?
Küçük Şeyler’in farklı bir anlatım tarzı ve türü var. Absürt komedi-dram unsurları da barındıran bir film olduğu için bu değişikliği seven izleyiciler olduğu kadar, bunu tam olarak bir yere koyamayan izleyiciler de var. Tabi ki her yönetmenin kaderi, ilk film ile kıyaslanıyor. Ben her filmin kendi konusu içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Farklı sınıfları, farklı koşullar altında anlatan iki film. Dolayısıyla da hikayeleri birbirinden farklı. Fakat filmlerin ortak tarafları var. Aynı toplumsal koşullara odaklanan yapımlar. Birisi alt sınıfı diğeri orta sınıfı anlatıyor. O orta sınıfın ne kadar orta sınıf olduğu, yüzünü nereye döndüğü, vücudunun nerede olduğu sorunsalı üzerine gidiyor. Kariyerizm, beyaz yakalılık, plaza dünyasının birtakım absürt durumları üzerine gidiyor ve bir karı-koca ilişkisi üzerine ilerliyor. Konut kredisi ve işsizlik perspektifinden bir ilişkinin çözülüşünü anlatıyor. Farklı eleştiriler ve yorumlar var. Ama benim için önemli olan kendi sinemasal yolculuğunda, yönetmenlik ve senaristlik becerilerimi geliştirerek, her filmde aynı zamanda toplumun içinden geçtiği bazı meselelere de bir bakış sunabilmek.
Küçük Şeyler’de absürtlük de ön plana çıkıyor. Buna nasıl karar verdiniz?
Eugène Ionesco’nun Kel Şarkıcı metninde uzun bir akşam yemeği sahnesi var. Tabiri caiz ise geyik yaparlar uzun uzun. Ben o sahneyi gerçeklikten gelen bir absürtlük olarak görüyorum. Küçük Şeyler’de de orta sınıfın hayatı anlamlandırma noktasındaki sıkıntıları ile ince ince dalga geçmek istedim. Orada güçlü bir ironi var. Genel olarak ironiyi kullanmayı çok severim. Benim ele aldığım karakterin hikayesinden gelen ve o kurumsal yaşamın kendi içerisinden gelen bir tür absürtlükleri var. Örneğin bir ilaç firmasının çalışanlarının toplanıp patronlarına yaptığı bir doğum günü videosu var 10 dakikalık. Onu izleyince dedim ki bundan daha absürt bir şey olamaz herhalde. Sonra senaryoyu yazma aşamasında bir işten çıkarma sahnesi üzerine çalışıyordum. Sonra dedim ki acaba patronun kafasında bir zebra maskesi mi olsa? Öyle bir imaj belirdi kafamda. Ondan sonra filmin absüritesine bir kanal açtı. Flashbackler üzerinden halüsinasyon gösteriyoruz. Bu halüsinasyonlar da kurumsal gerçekliğin absürditesi. Filmde ana karakterimizin ilaç firmasının bölge müdürü olmasını, antidepresan grubu ilaçlarını satması ve bu ilaçların da halüsinatif yan etkilerinin olduğuna dair bir takım söylentilerin çıkmasında etkileri var. Zaten işten çıkmasınında bu meseleyle bir bağının olması. Mutluluk, yalnızlık ve bütün bu İstanbul’un bu kalabalığında, uzak bir sitede bir şekilde hayatın uydusunda gibi gittikçe yalnızlaşan iki insanı görüyoruz.
Filmde zebra maskesini neden kullanmak istediğinizi merak ettim. Bir nedeni var mı?
Özellikle işe alımlarda insanlarla kişisel psikolojik testler mülakatlarda yapılıyor. Sorulardan bir tanesi de kendinizi hangi hayvanla özdeşleştirirsiniz. Küçük Şeyler’deki Onur karakteri de kendini zebra ile özdeşleştiriyor. Çünkü kendini bulunduğu sınıftan daha farklı görüyor. Belki yöneticilik hırsı, belki de patron olmaya doğru giden bir yolda görüyor kendini. O farklı görüşü ve zebraların kolay kolay rastlayamayacağımız hayvanlar olması. Zebralar bahsettiğimiz bu maskelerden biri olarak gittikçe kendilerine yer açtılar filminde. Aynı zamanda Küçük Şeyler’in maskotu oldu yazım sürecinde
Bahar ve Onur karakterleri filmde orta sınıfı temsil ediyor. Kamera hep ikisi üzerinden gidiyor. Ailerinin nasıl bir yaşamı var peki?
Burada Onur ile Bahar arasında bir fark görüyorum. Bahar biraz da alt orta sınıf bir aileden gelen bir karakter. Bu evlilikle sınıf atlamış. O yüzden konfor alanını terketmek istemiyor. Onur da terketmek istemiyor. Ama Onur biraz daha görece orta sınıf aileden gelen bir karakter olduğu için işe dönük bir hırsı var. Annesi ile olan ilişkisini görüyoruz. Bahar, karakteri üzerinden değil de film daha çok Onur karakterinin yaşadığı halüsinasyonlar ve çıkmazları üzerinden işliyor. Hayat içerisinden birtakım hedeflere doğru giderken, ayağınızın altından onların çekildiğini düşünün. İnsan gerçekten boşlukta kalıyor.
‘İşçi sınıfının yönetmeni’ yorumları yapılıyor sizin için. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendim ile ilgili bir tanımlama yapmaktan kaçınırım. Çünkü tanımlar, bizi ister istemez bir tahakküme götürür. Kendimi herhangi bir şeyin yönetmeni olarak adlandıracak kadar yetkin görmüyorum. Bunu dışarıdan filmlerimi izleyen, değerlendiren insanların entelektüel birikimine ve kapasitesine bırakıyorum. İnsanlar istedikleri yorumları yapabilirler. Sonuçta ortaya bir eser koyuyoruz, bunun üzerinden soyutlamalar yapılıyor. Kendime bir tanım yapmam aynı zamanda kısıtlar beni. Benim zihnim şöyle çalışıyor, sıkıntısını çektiğim bir tema bazen gelip bir yerde kristalize oluyor bende. Zihnim oraya doğru gitmeye başlıyor. Bu süreci bir dış güç olarak akamete uğratmak istemem. Sonuçta ben bir yazarım, yönetmenim, içinde yaşadığımız topluma dair hikayeler anlatmaya çalışıyorum. Bundan sonraki filmlerimde de bambaşka türlerde yapımlar izleyebilirler. O yüzden benimle ilgili her şeye hazırlıklı olsunlar.
Küçük Şeyler, bir kapitalizm eleştirisi mi?
Tabi ki. İçinde yaşadığımız sistemin adı kapitalizm. Benim iki filmimde de makro sistemin mikro ölçekteki insan hayatına nasıl etkileri olduğunu görüyoruz. Çünkü bu sistem hepimizin hayatını çok ciddi etkiliyor. Fakat çoğunlukla algılayışımızın yeterince açık olmadığını düşünüyorum. Sinema buna küçük de olsa bir alan açıyor. Ben de elimden geldiğince çok net bir eleştiri olmamakla birlikte dolaylı olarak gönderme yapıyorum. Eşi ile kurmaya çalıştığı denge gitgide bozuluyor. Bunların hepsinin arka planına baktığımızda burada göndermeler taşıyan durumlar olduğunu düşünüyorum. Kapitalizm dediğimiz şeyi insanlar yaratıyor. O kapitalizmi yaratan insana da bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Küçük Şeyler’i desteklemeye değer bulmadı. İmece usulü çekimler tamamlandı. Üçüncü filminiz için tekrar başvuracak mısınız?
Bizler bu ülkede sinema üreten insanlar olarak çekmek istediğimiz filmlerle, bu ülkede destek mekanizması olan vergilerimiz ile fonlanan bu mekanizmadan tabi ki projelerimiz için destek isteyeceğiz. Artık verirler ya da vermezler. Ama umarım verirler. Vermezlerse de ben yine filmlerimi yapmak için birtakım araçlar, üretim biçimleri oluşturmak zorundayım. Böyle yerden destek almak bizlerin film yapma kalitesini de yükselten bir durum ortaya çıkaracaktır. İyi film çekenlerin desteklendiği ülkelerin sinemaları her zaman için uluslararası alanda kendilerine daha fazla yer açabiliyor.