Kaçırıldığında 14 yaşındaydı,
Yüzleri tarihin en karanlık isiyle kirlenmişler tarafından tecavüze uğradığında yine 14 yaşındaydı ve kendi deyimiyle ruhunun edebi ölümü gerçekleştiğinde yine 14 yaşındaydı, belki de o hep 14 yaşında kalacak. Çünkü zamanın bütün dilimleri onun için değişti, mekânların tüm boyutları altüst oldu ve hayat tamamıyla tersyüz oldu. Eski adıyla IŞİD yeni adıyla İslam Devleti (İD) mensupları 3 Ağustos 2014’te Şengal’e saldırdığında Ashwag’ın ailesinden 77 kişiyi ganimet olarak esir aldı ve 39’unun akıbeti hâlâ bilinmiyor. Ölümün başka bir ağır günü ise geçen hafta bir Irak televizyon kanalında yeni bir canlanmaya yaşatıldı Ashwag’a. Reyting sağlamak üzere kurgulanmış o ahlak dışı show aynı zamanda eril dünyanın bir arzu nesnesi olarak tekrardan nüksetti.
Tecavüzcünün üzerindeki kıyafetlerden tutalım ruhu binlerce kez darbelenmiş genç kadın Ashwag’ın karşılaşma esnasındaki duruşu ve seçilen kelimelerin söylenişi bir reality show canlandırmasından başka bir şey değildi. Daha 14 yaşındayken o kadar korkunç şeyler yaşamış bir ergen kadına bu kadar düzgün cümleler kurarak hesap sorma taklidini yaptırmak tecavüzcünün failini sıradanlaştırmak ve Ashwag’ın yaşadıklarını bizatihi hafife almaktan başka bir şey değildi. Yaşadığı onca ağır şeyleri banal bir drama gibi kurgulayarak, vasat bir TV programıyla dünyaya sumak medya infiali dışında başka ne olabilir ki? Aynı medya henüz İslam Devleti’nin (İD) esaretinden yeni kurtulmuş yüzlerce Êzidî kadına yalan yardım vaatlerinde bulunarak cinsel şiddetin detaylarını anlatmak zorunda bıraktılar. Acının erotizmine başvurarak kadınlardan elde ettikleri anlatılarla “seks kölesi” ahlaksızlığını icat ettiler. Nadia Murad ve binlerce akranının başına gelenleri ilk günden itibaren başka saiklerle görmeye çalışan medya Nobel Barış ödül töreniyle ilgili attıkları manşetlerde bile “seks kölesi” diyecek kadar çirkinleşti. Hem sosyal medya mecrası ve hem de ana akım medya Nadia’nın ödül nişanını bu ahlaksız başlıklarla görmüştü. Başta kadın hareketleri ile sivil toplum kuruluşları olmak üzere hiçbir kesimden de ciddi bir karşı koyuş gelmedi. Özellikle Türkiyeli kadın hareketlerinin birçoğu Şengal kadınlarının başına gelenler karşısında ilk günden itibaren sınıfta kaldı. İslam Devleti’nin (İD) zorbalığına maruz kalmış kadınların yeniden travmatize olmalarına yol açan bu tür densizlikler hız kesmeden sürüyor. ID çeteleri tarafından savaş ganimeti olarak üç aya yakın bir süre esir alınmış bir Êzidî gencinin videosu sosyal medyada büyük yankı uyandırmasına rağmen Türkiyeli kadın hareketinin oralı bile olmaması ayrıca hazin bir durumdur. Adeta saf kötülüğün tepeden aşağıya yayılmış hali gibi günlerdir yayılan görüntüler için herkes kendisince bir yorumda bulundu ama kolektif bir sahiplenme durumu ortaya çıkamadı ne yazık ki. Yorum yapanların ağırlık ekseriyetinin açık beyanı ve duruma dair bakışları genç bir Ezidî kadının tecavüzcüsü olan IŞİD’li biriyle bir TV kanalında yüzleşmesiyle sınırlı kaldı. Oysa varlığı oluşturan bütün boyutların eğirmesinin en halis halini gözler önüne serdi genç kadın Ashwag’nın yere yıkılışıyla.
Zira programa yansıyanlar bir nevi kamera arkası kayıtların kesitleri gibiydi. Biri susacak (tecavüzü) diğeriyse kurgunun gereği olarak konuşacaktı. Bu kurgunun küstahlığında bile karşılaşmanın tarafların rızasıyla ortaya çıkan bir yüzleşme istenci olmadığı çok net bir şekilde belliydi.
Hakikatin ağır yükü yine genç kadının omuzların üzerine bina edilmişti, çünkü yüzleşmeye zorlanan sadece oydu, diğeri zaten ellerindeki bir tutsaktı ve yüzü halen tümüyle kayıptı veya bir bütün olarak kendi karanlığına dönüktü. Oysa yüzleşme denilen şey her şeyden önce metamorfik hali, bir yüzün varlığını şart koşar ama o adamda buna dair herhangi bir emare yoktu. Yüzleşme geçmişte olanlara yeni bir lensle bakmak ve vuku bulan durum ne kadar ağır olursa olsun katıksız bir samimiyet ve cesaretle yeniyi karşılamak üzerine bir adımdır. Bu adımı samimiyetle atmayan hiç kimsenin mental ve sosyal olarak hakikatle yüzleşmesi mümkün değildir. Çünkü yüzleşmenin her evresi hem bireylerde hem de toplumlarda temel bir farklılaşma ve dönüşümün düsturunu harekete geçiren bir dinamizmdir. Dolayısıyla hem sosyo-psikolojik hem de iletişim stratejisi açısından yüzleşmenin temelinde kesintisiz bir enformasyon değişimi vardır.
Yani birey veya toplum her şeyden önce sebebiyet verdiği tahribat ve kötülüğün bütün biçimleriyle öncelikle kendi ruhsal dünyaları içinde yüzleşmelidir. Ancak o zaman bir arınmaya kalkışabilir, dönüşümün kapısını aralayabilir, aksi taktirde kötülüğün dip dalgaları günün birinde tekrar kıyıya vurur ve tanımsız bir maneviyat ziyanına yol açar. Ashwag’ın karşısında duran o tecavüzcü ve Êzidî katili adam sadece kötülüğün kıyıya vurmuş hali olarak ekranda duruyordu. Yaşananlardan ötürü ne dönüştürücü bir pişmanlık duygusu ne de telafi çabası vardı.
Bizzat sebebiyet verdiği bunca ziyana rağmen tek bir kelime etmemesi, başını kaldırıp ruhunu defalarca darbelediği kadına (çocuğa) bakmaması utanma duygusundan ya da olmayan hayadan ötürü değildi kanımca, hala aynı ideolojinin saiklerine inandığı için susmayı tercih etti, çünkü susmak onların algı dünyalarında birçok şeyi anlatmaktır. 3 Ağustos 2014 günü Êzidîlerin anavatanına saldırırlarken, köy ve kasabaları yakarlarken, onbinlerce insanı öldürüp, Ashwag gibi binlerce kadını din adına savaş ganimeti olarak kaçırıp tecavüz ederlerken de aynı sessizliğin tekinsizliği içindeydiler. Ashwag kaçırıldığı o ilk gün gibi konuştu ve o adam ilk günkü gibi canice ona baktı. Aradaki tek fark içinde doyumsuz bir dev gibi amuda kalkmış tecavüzü ve öldürme dürtüsünü harekete geçirmemesiydi. Ashwag’nın “bana tecavüz ettiğinde 14 yaşındaydım, kızının yaşında, hayallerimi çaldın” demesi tecavüze uğradığı ilk anın haykırışı gibiydi ve programın formatını aşan insani bir feryattı. Bütün bunlara rağmen o adamın susmasının bir yanı ataerkil geleceğin tanıdık erdemsizliği, diğer yanıysa Ortadoğu’nun barbarlığa uzanan tekinsiz izdüşümüdür.