Geçtiğimiz hafta çok hareketli, çok şaşırtıcı olaylarla doluydu. Termik santrallerin filtre sorunu, NATO’nun 70. yıl kutlamaları, Türkiye, Fransa, Almanya ve ABD arasında Londra’da yapılan dörtlü Suriye zirvesi, bitmez tükenmez bir kinin sonucu olan Sayın Selahattin Demirtaş’ın saklanan ağır riskli hastalığına rağmen hastaneye götürülmeyişi ve Tel TRifat’a atılan bombaların çoğu çocuk dokuz sivilin ölümü ve birçok yaralı. Bir hafta önce Elbistan’daydım. Türkiye’nin en büyük ovalarından biri, Nurhak ve Binboğa dağlarıyla çok önemli bir tarım ve hayvancılık merkezi.
İkiyüz elli bine yakın insanın yaşadığı beş ilçe ve üç yüzü aşkın köy ve mezradan oluşan, Ceyhan Nehri ve kollarının suladığı verimli bir bölge. Her şeyin en iyisi yetişir. Bu ova ölüyor. Bir köylünün deyimiyle su ölüyor, toprak ölüyor, bitki ölüyor, insan ölüyor. Kanser olayları had safhada. Elbistan, Türkiye’nin en kirli havası olan yer. Tüm bunların nedeni, ovanın ortasında kurulu bulunan üç termik santral. Dördüncü ve beşincisini de yapmak istiyorlar. Elbistan ve çevresindeki ilçelerin nüfusu azalıyor. Türkiye’de bunun gibi on üç santral daha var ve hepsi zehir saçıyor. Çünkü yakılan ve dünyanın birçok ülkesinde kullanımı yasaklanan düşük kaliteli linyit, filtresiz bacalardan çevreye zehir salıyor. Bu santraller özelleştirilince 31 Aralık 2019’a kadar bacalara filtre takılması şart koşulmuş, ancak bugüne kadar hiçbir firma bu işi yapmamış. Müeyyide olarak ortaya konan ve bir kamu kurumunda sigara içme cezasıyla karşılaştırılabilecek komik cezalar öngörülmüş. Tabii işin sonunun faaliyetini durdurmaya kadar gideceği söz konusu olacağı için vakit çatıp yumurta kapıya dayanınca patronlar, iktidarın kapısını çaldı ve bu sürenin iki buçuk yıl uzatılması için yasa teklifi yapıldı.
Teklifi getiren iktidar ve ortağı. Bütün uğraşlara rağmen, AKP ve MHP’nin oylarıyla kanun geçti ama sosyal medya tabir caizse yıkıldı. Muhalifi, muvafıkı, halkın her kesiminden itirazlar gelince sayın Erdoğan, yasayı veto etmek zorunda kaldı ve asıl komedi bundan sonra oldu. CHP’li Ali Öztunç hariç yasaya oy veren Maraş milletvekilleri Erdoğan’a teşekkür mesajları yayınladı. Bunlardan biri, yasanın oylanmasından bir gün önce bu santrallerin filtresiz çalışmasının ne denli zararlı olduğunu, insan hayatını ne ölçüde etkilediğini, Halk Sağlığı Profesörü kimliği ile açıkladı, ertesi günü kabul oyu verdi. Şimdi ise grup kararına uymak zorunda uyarak oy vermek zorunda olduklarını söyleyenler, yasayı, o maddeyi çıkararak oylayacaklarını belirtiyorlar.
Bir Elbistanlı olarak bundan dolayı elbette sevinmem gerekir ama bizi yönetenlerin iradelerine ne denli sahip çıktıkları, iradelerinin kimlerin elinde olduğu gerçeği karşısında bu sevinç kursağımızda kalıyor. Yüreklerimizi ağzımıza getiren diğer önemli olay, Sayın Selahattin Demirtaş’ın kamuoyundan saklanan hastalığı. Bundan da vahimi, çok ağır risk taşımasına, gelen acil ekibin tam teşekküllü bir hastanede müşahade altına alınması uyarısına rağmen hastaneye götürülmemesi. Dahası, olay açığa çıktıktan sonra cezaevi yetkilisinin “randevu almaya çalışıyorduk” demesi.
İnsan sağlığı, kişinin en önemli haklarındandır. Anayasalarca koruma altına alınmıştır. Devlet, sorumluluğu altındaki insanların sağlığını korumak zorundadır. Değil sayın Demirtaş gibi hukuksuz bir şekilde hapiste adeta siyasi rehin olarak tutulan biri, dünyanın en gaddar canisi bile olsa cezaevinde sağlığını korumak devletin görevidir. Ailesi veya kendisi istemese de yetkililerin görevi, hastayı ilk muayene edenlerin tavsiyesi gereğince derhal tam teşekküllü hastaneye götürmeleri gerekirdi. Olayın açığa çıkmasının kamuoyunda büyük bir infiale neden olması üzerine Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne götürülen sayın Demirtaş için doktorlar, poliklinik gözetim altında taburcu edilmesi sonucuna varmışlar ve tekrar cezaevine götürülmüştür. Poliklinik gözetim için cezaevi şartları uygun değil elbette, hastanede müşahade altına alnması gerekirdi ama demek ki korku dağları bekliyor. AİHM kararından sonra “Gereğini yapıp işi bitiririrz, onları serbest bırakmayız” diyerek tahliyeyi erteletip İstinaf’taki davayı alelacele öne alarak kesinleştiren, onun da infazı bittiği halde daha önce soruşturma konusu olup şüphelisi olmadığı bir olaydan dolayı hukuka aykırı bir biçimde ikince kez soruşturma açarak tutuklama kararı veren zihniyetin bir insanın hayatı karşısında kılının kıpırdamaması normaldir.
Sayın Demirtaş’ın karşı karşıya kaldığı bu durum, suçtur. Bir insanı kasten ölüm tehlikesine maruz bırakmaktır. Adalet Bakanı bir gazetecinin canlı yayında rahatsızlanması üzerine sağlığıyla ilgili açıklama yapıyor, bir partinin genel başkanlığını yapmış insanın ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına bir hafta boyunca suskun kalıyor. Bu ne bitmez kin! Sevgili Selahattin Bey’e geçmiş olsun diyoruz. Lütfen bir daha yüreğimizi ağzımıza getirmeyin.