Londra’da 3-4 Aralık tarihinde gerçekleştirilen NATO Zirvesi, birçok açıdan derinleşen sistem krizini bir kez daha görünür kıldı. Sistemin can damarında, İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşananlar basit bir anlaşmazlık değil, koma halinde, can çekişen kapitalist sistemin görüntüsüdür.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözüne ABD’sinden İngiltere’sine kadar herkes çok kızıyor. Çünkü Macron malumu ilan etti, sistem krizini, onun bitkisel hayatını deşifre etti. Aslında NATO liderleri tam da bu hakikat üzerinden NATO’nun cenaze namazına katılmak için Londra’da bir araya geldi. Fakat kapitalizm kendi çıkarları için ölüyü diriltme marifetiyle varlığını sürdürüyor. Londra zirvesi, NATO’yu diriltme zirvesi olarak kayıtlara geçti. Bu illüzyona hepimiz, bütün dünya tanık oldu; hepimiz canlı yayınlarla bu ruh çağırma seanslarına, kapitalizmin büyücülüğüne şahit olduk. NATO ve elbette kapitalizm yeniden dirilmedi, ölümden dönmedi; ruhunu teslim eden bu yapı komadan çıkmadı. Film sahnelerinde gördüğümüz cüzzamlı imparatorların toplumun geri kalanı için ölüm fermanı çıkaran öfkelerinin bir benzerini yaşadık. Gördüğümüz şey sistemin hortlamış halidir. Ölü bedeniyle, mumyalanmış haliyle, içimizde dolaşmasıdır.
Bu sistem başından itibaren kurgulanırken hak ve adaleti korumak için değil, toplumların hak, adalet ve özgürlük taleplerini bastırmak için kurgulandı. Komadaki hali tehlikeliydi, varlık sebebi halkların özgürlük ve adalet isteklerini bastırmasıydı. Hortlatılmış hali daha da tehlikelidir; artık sadece özgürlük isteyen toplumlar için değil, kendi bünyesinde bulundurduğu güçler için de tehlikelidir. Tıpkı Newroz efsanesinde olduğu gibi Dehaq artık omuzlarından çıkan yılana yoksul gençlerin beynini yedirmekle yetinmiyor, onunla ayakta kalamıyor. Sistem kendi beynini kemirme safhasına geldi. Kapitalizmin yeni evresi de eşitlik ve özgürlük taleplerini hoyratça tüketmesinin yanı sıra kendi bünyesindekileri de tüketmeye başlama evresidir. Londra zirvesinden sonra yapılan “sorunlarımızı çözdük yolumuza devam ediyoruz” açıklamalarının aksine, NATO üyesi ülkeler arasında süren tartışmalar, gerginlikler sistemin kendi kendisini kemirmeye devam edeceğini gösteriyor. NATO sistemin saldırı örgütüdür, saldırganlık içe yöneldiğine göre, güçlerin birbirini ölümcül darbelerle hedef almaları kaçınılmaz hale gelecektir. Her tetikçinin birgün elindeki silahı, kendisini kiralayana da yöneltmesi sadece ihtimal değil, kaçınılmaz bir gerçeklik haline geldi.
“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” sözü NATO ve onu var edenler için de geçerli hale gelmeye başladı. 8 yıllık Suriye iç savaşı, Ortadoğu’da bastırılan hak ve özgürlük talepleri, kışa çevrilen haklar baharı, ulus devlet ucubesinin yarattığı handikaplar herkes için cehennem yolunun taşlarını döşemeye başladı. BM Genel Kurulu’nda Kuzey ve Doğu Suriye haritası gösterilerek, mazlum bir halka karşı saldırı tehdidinin sessiz sedasız onaylanması bu yaşlı, her tarafı dökülen cüzzamlı sistemin günahlarına yeni günahlar eklemekle kalmadı, aynı zamanda can çekişmesini de beraberinde getirdi. NATO zirvesinin başladığı tarihlerde 8 Kürt sebisinin cansız bedenleri, Roboski’den bugüne kadar dünya efendilerinin vicdansızlığının göstergesi olarak kayıtlara geçti. Bu sistem iflah olmaz. Hortlatılan NATO’nun varlığını bir şekilde sürdürmek için kimin hangi suçuna ve günahına ortak olacağı belirsizdir. Mesele ne Trump’ın küserek Londra’yı terk etmesi, ne Macron’un hakikate yakın laflar etmesidir. Mesele mazlum halklara karşı yürütülen gizli kapalı kirli pazarlıklardır. Bu hortlak hangi halk için ne tür planlar hazırlıyor? Ortadoğu önümüzdeki dönemlerde ne tür saldırılara uğrayacak?
Rojava’nın ilham kaynağı olması sadece IŞİD’e karşı verilen destansı mücadele ile ilgili değil aynı zamanda devlet dışı bir halk hareketinin bu cüzzamlı sisteme karşı yarattığı alternatif yaşam pratiğidir. Hala dünya insanlığının ferasetinin ve gücünün ayırdına varabilmiş değiliz. Son birkaç aydır Rojava etrafında dünya genelinde gelişen eylem ve etkinlikler sadece Kürdü kurtarma, Kürde destek eli uzatma arayışı olarak adlandırılamaz. Esasen Kürdün ve mücadele eden halkların kurtarılmaya ihtiyacı da yok. Kurtarılmaya ihtiyacı olan dünya insanlığının mücadeleden uzak diğer kesimleridir. Bu hortlak karşısında bazen doğru düşünme yetimizi kaybediyoruz, denklemi tersinden kurduruyoruz. Rojava devriminin, halkların tutunmaya çalıştığı bir sistem olduğunu göremiyoruz.
NATO’nun alternatifi ne Rusya, ne Çin ne de NATO’nun içinde yer alan herhangi bir güç değil. NATO’nun alternatifi Ortadoğu’nun göbeğinde bütün saldırılara karşı 8 yıldır kendisini korumayı başaran halkların dayanışması ve onların örgütlü gücüdür. İki kutuplu dünya, çok kutuplu dünya tanımlarından sonra yeniden bir iki kutuplu dünya şekilleniyor. Bir tarafında bu cüzzamlı ve çürümüş sistem diğer tarafında da Rojava’da halkların yarattığı ortak yaşam pratiği ve gerçekliğidir.