1990’lı yıllarda köyler yakılıp yıkılmış, binlerce fali meçhul denen devlet ve kontra cinayetleri işenmiş, binlerce insan tutuklanmış, milletvekilleri cezaevlerine atılmıştır. Kim PKK ve Apo karşıtlığı yapmışsa tüm imkanlar önüne serilmiştir. Öyle bir kirli savaş yürütülmüştür ki, sadece devlet kurumları çürümemiş, toplumda ahlaki ve kültürel yozlaşma almış başını gitmiştir. Bunda tüm basının kirli savaşın borazanı olması da önemli rol oynamıştır. Bir savaşın uzun sürmesi o savaşı tüm kirli yöntemle sürdüren devletin dayandığı toplumu da kirlettiği bir daha görülmüştür. Bu nedenle daha sonra hiç kimse bu dönemi savunmamış; en ağır eleştiriler bu dönemdeki yönetimlere ve uygulamalarına yapılmıştır. Öyle ki, 12 Eylül askeri faşist darbesini yapanlardan ve o dönemdeki uygulamalardan daha fazla 1990’lı yıllardaki uygulamalar tüm toplum vicdanı tarafından mahkum edilmiştir 12 Eylül 1980 sonrası gibi bu döneme de kimse sahip çıkmamıştır.
Şu anda AKP-MHP iktidarı ve destekçilerinin toplumda yarattığı ahlaki, vicdani, kültürel erozyon, travma ve kriz de 1990’lı yıllardaki gibidir. Hatta bazı yönleriyle 1990’lı yılları aşmıştır. Bu kirli politikalar şimdi dışa da taşırılmış bulunmaktadır. Şu anda Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde yaşanılmamış düzeyde tecrit olmuştur. Türkiye ile çıkar ilişkilerinde olan ülkeler bile mevcut iktidarın uygulamalarını savunamamaktadır. Türkiye’nin ‘yavru vatan’ dediği Kıbrıs’ın cumhurbaşkanı bile bu iktidarın uygulamalarını savunamamıştır.
Kürtlere yönelik yürütülen uygulamalar aklın almayacağı uygulamalardır. Sanki bilinçli biçimde her gün Kürtlere bir şok yaşatılmaktadır. Bu bir politika haline getirilmiştir. Tüm dünya da AKP-MHP iktidarının bu baskıcı ve zulüm politikalarını şaşkınlıkla izlemektedir. Sadece Kürt siyasetçilerine değil, tüm Kürt halkına yönelik tutuklamalar, rahmetli Metin Serezli’nin 1970’li yıllarda oynadığı Özgürlüğün Bedeli adlı tiyatro oyunundaki tutuklamalar gibidir. Belki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu tiyatrodan ilham alarak bu tutuklamaları yaptırmaktadır. O tiyatroda faşist işkence tezgahlarında direnen bir devrimcinin direncini kırmak için sokakta ilk rastlanan 10 kişi tutuklanmaktadır. Devrimci teslim olmazsa sokakta rastgele toplanan kadın, genç, yaşlı, hasta, öğrenci 10 kişi kurşuna dizilecektir. Herhalde AKP-MHP iktidarı ve onun Süleyman Soylu aklı soykırım olarak tanımlanan baskılara teslim olmadığı için her gün onlarca Kürt’ü tutuklamaktadır. Kuşkusuz bu baskılar karşısında Kürt’ü yalnız bırakmak için Türkiye’deki demokratik güçler, vicdanlı, ahlaklı insanlar üzerinde de baskı eksik edilmemektedir.
Son yıllardaki baskılar ve uygulamalar en fazla da İslami duyarlılıkları olan toplum kesiminde ahlaki, vicdani ve kültürel yozlaşma yaratmaktadır. Çünkü bu uygulamalar kendini İslamcı gösteren bir iktidar ve bunun sorumluları tarafından yapılmaktadır. Sanırız 2011 yılında Kürt siyasetini ve bu iktidarın uygulamalarını kabul etmeyenlere yapılan uygulamalara gönderme yaparak bu daha iyi günlerdir, denilmiştir. Bunlar iktidara gelmeden önce devletin halka acımasız baskı yaptığını söyleyen Tayyip Erdoğan’ın sorumluluğundaki iktidarlar döneminde yapılmaktadır.
Doğrudur, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren sosyalistleri, Kürtleri ve İslami kesimleri dışlamıştı. Üzerlerinde sürekli baskı kuruluyordu. Siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlardan uzak tutulmaya çalışılıyordu. Bu kesimlere Alevilerin de eklenmesi gerekir. İslamcılar devletten dışlanıyor, sosyalistler ve Kürtler kadar olmasa da devlet baskılarıyla karşılaşıyorlardı. Bu açıdan Tayyip Erdoğan ve siyasal İslamcıların önemli kesimi devletin bu uygulamalarından rahatsızdı. Kendilerine yönelik bu baskıları sürekli gündemleştiriyorlardı.
AKP ve siyasal İslamcılar bir yönüyle de devletin bu baskılarına karşı çıkarak iktidara geldiler. Aslında toplum genelinde 12 Eylül ve 1990’lı yıllar uygulamalarına büyük bir tepki vardı. Sol demokratlar alternatif olamayınca AKP ve siyasal İslamcılar demokrasi ve insan hakları diyerek iktidar oldular. AKP iktidarı ilk yıllarda bu konularda kimi yumuşamalar da göstermişti. Ancak Kürtler ve demokrasi güçleri demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü taleplerini yükseltince AKP iktidarı devletin tüm Kürt ve demokrasi karşıtı reflekslerini göstermeye başladı. Demokratikleşme adımı atmayan tüm iktidarların akıbetiyle karşılaştı. İktidarda kalmak için Kürtler ve demokrasi güçleri üzerinde baskılarını artırdı. 1980’li ve 1990’lı yıllar yine halklara, topluma ve demokrasi güçlerine yaşatılmaya başlandı.
Bunların kendine İslamcı diyen bir iktidar tarafından yapılması İslami toplumsal kesimlerde yozlaşma ve çürüme geliştirdi. Çünkü bu iktidarın uygulamalarına sessiz kalan, hatta destekleyenler yozlaşma, çürüme ve travma yaşamakla karşı karşıya kalır. Şu anda da İslami kesimlerin önemli bölümü yada İslami kurumları ve kesimleri temsil ettiğini söyleyenler sessiz kalma bir yana, bu uygulamaları hararetle savunuyorlar. Hatta eleştirenleri vatan, millet ve din düşmanı ilan ediyorlar. Peki bu gerçekten İslam’a inanan, bu inanç ve toplumdaki ahlaki, vicdani değerleri savunan kesimlerde bir travma ve değerlerinde bir aşınma, dolayısıyla çürüme yaratmaz mı? İşte şimdi İslami toplumsal kesimler böyle bir travma yaşıyorlar. Bazı kesimler bunların İslam’la alakası yok, bunlar bir çıkar şebekesidir dese de bu gerçekliği değiştirmez.
İslami toplumsal kesimler içinde bu durumdan rahatsız olan ve kurtulmak isteyen kesimler var. Ancak AKP-MHP iktidarının ‘vatan millet Sakarya’ ve ‘beka’ söylemleri ve herkese bir kulp taktıkları dönemde bu yönlü bir adım atabilirler mi? İlk Müslümanlardan olan ve dürüstlüğüyle bilinen Ebu Zer gibi kendi değerlerini cesaretle savunabilirler mi? Bunu zamanla göreceğiz.
Babacan ve Davutoğlu bu iktidardan rahatsızdırlar. Ancak gerçekten bu iktidara karşı çıkışta ilkeli olacaklar mı? Geçmişte ortak oldukları yanlışlar konusunda özeleştiri vermişler midir bilemiyoruz. Ama yine de bu iktidara karşı çıkışları olumlu görülebilecek bir adım olabilir. Bu iktidara karşı çıkmada gösterecekleri cesaret onları ilkeli olma ve doğruları savunma konusunda bir değişime uğratabilir. Şu anda iyimser yaklaşmaktan başka bir tutum göstermek doğru olmayabilir.