Muğla’da yapılan maden çalıştayı; doğanın, tarımın, ormanların, kültürel varlıkların nasıl yağmalandığını ve halkın nasıl soluksuz bırakıldığını ortaya koydu. Termik santrallerde yakılan yakıtın içinde uranyum tespit edilmiş olması ise dikkat çekici
Muğla’da, hafta sonu yapılan “Madenciliği konuşuyoruz” çalıştayında Türkiye’deki madencilik politikaları ve uygulamaları tartışıldı. Çalıştay’da konuşan Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, “Muğla’nın yüz ölçümü 13 bin 338 kilometre metrekare, 3 bin 523 kilometrekare ruhsatı olan alan var. Bu kadar büyük bir alan hiçbir şekilde yerel yönetimlere bilgi verilmeden onlardan görüş alınmadan veriliyor” dedi. Maden şirketlerinin de çağrılı olduğu çalıştayda köylüler, “sessiz çığlığımızı duyun artık” dediler.
Ruhsatlar padişah fermanı!
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, “Muğla’da nerede, ne kadar maden ruhsatı var gibi bilgileri resmi olarak alamıyoruz. Sağdan soldan bilgi çalıp doğruya ulaşmaya çalışıyoruz” dedi. Muğla’nın yüz ölçümünün yüzde 27’sinin maden ruhsat alanı olduğunu belirten Gürün, “Padişah fermanı gibi veriliyor bu ruhsatlar. Ruhsat verilen alanda Sit mi var, orman mı var hiç dikkat edilmiyor” diye konuştu. Muğla’da 2014’ten önce 449 maden ocağının ruhsatlandırıldığını, 2014 yılından sonra ise 192 madene ruhsat verildiğini aktaran Gürün, toplam 641 maden alanının çoğunun ormanlarda olduğuna dikkat çekti.
Zararlar halktan gizlendi
Termik santrallere filtre takılması tartışmalarına da değinen Başkan Gürün şunları, “Yatağan yıllarca filtre takmadı. Sağlıkla ilgili negatif etkilerini açıklayamadık, çünkü araştırılmadı. Filtre takılmasını geciktirmek için baca ağzından çıkan dumanın, külün zararlarını kamuoyundan sakladık. Yıllar sonra Yatağan’a filtre takıldı ama bu filtrelerin ne kadar neyi arıttığını, hangi zararlı maddeleri tuttuğunu bilemiyoruz. Baca gazında bunu ölçen cihaz yok” diye belirtti.
Baca külünde uranyum var
Çalıştayda konuşan Dünya Gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, “Geçmişte bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün 15 milyar dolarlık tarım ürünü alıyor, yanlış madencilik ve enerji politikaları nedeniyle sadece toprağı değil, sular da kirleniyor” dedi. Prof. Dr. Doğan Kantarcı’nın madenciliğin orman ekosistemlerine etkileri başlıklı sunumunda Muğla bölgesinde çalışan üç termik santralle ilgili açılan davalarda bilirkişi olarak bulunduğunu belirterek, yaptıkları araştırmalarda korkunç değerlerle karşılaştıklarını söyledi. Termik santrallerde yakılan kömürlerin içinde uranyum olduğunu ve baca külünde de bu nedenle uranyum bulunduğunu kaydetti.
Tarih yok ediliyor
Arkeolojik açıdan madencilik faaliyetlerini anlatan Prof. Dr. Ahmet Tırpan “1980 yılından itibaren Yatağan bölgesinde kömür alanlarındaki arkeolojik değerleri kurtarmak için çalışmalar yaptık. Ancak kumpaslarla biz buradan uzaklaştırıldık. Tespit ettiğimiz Sit sahaları dışında başka Sit sahası tespit edilmedi. Bölgedeki tarihi ve kültür varlıkları yok edilmeye devam ediyor” diye beliritti. Çalıştayın öğleden sonraki ilk oturumunda konuşan bağımsız araştırmacı Duygu Avcı, “Aslında bu etkilerin topluma getirdiği maliyetleri var. Bu maliyetler toplumda birtakım kesimlerin üzerine yükleniyor. Mesele toplumsal adalet meselesi” dedi.
Devlet şirket kârlarının peşinde
Av. Fevzi Özlüer, madencilerin ve devlet kurumlarının madencilik ile ilgili süreçlere yurttaşların katılmasını istemediğini belirtti. Özlüer, “Yurttaşların kamu yararı, kamu düzeni beklentileriyle şirketlerin kısa sürede hızla kâr elde etme beklentisi çatıştığında devlet kısa sürede kâr beklentisini karşılayan uygulamalara yöneldi” dedi. Ekoloji Birliği YK üyesi Özer Akdemir ise Bergama köylü hareketinin ‘psikolojik savaş’ tekniği ile sönümlendirildiğini belirterek, “Bu oyunda çok önemli bir işlevi olan Necip Hablemitoğlu’nun yazdığı kitap sahte belgeler, bilgiler ve sayısal verilerle kurgulanmıştır. Bugün hala bu kitabın ve dış güçler yalanının yaşam alanlarını savunanlara karşı kullanılması kullananlar için ne kadar utanç vericidir” dedi.
İstatistikler yalan
Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Madenleri ve enerjiyi kapitalizmin sınırları içerisinde tartışamayız. Dünyada her yıl dokuz milyon insan çevresel kirlilik nedeniyle hayatını kaybediyor. Türkiye’ye maliyeti ölümlerin yüzde 12’sinden daha fazlası çevresel kirlilikle ilişkili. Bir yılda yalnızca hava kirliliği nedeniyle erken ölen insan sayısı 52.000! Kâr hırsı bu kadar insanı öldürürken kömürü çıkaralım mı çıkarmayalım mı diye tartışamayız. Her yıl kırk binden fazla insanın istatistik verilere girmesi gerekir. Oysa bu istatistiğe giren sayı 500. silikozis hastaları hayatlarını kaybettiklerinde dahi silikozis hastası olarak verilerde yer alamıyorlar” dedi. Prof. Dr. Doğanay Tolunay konuşmasında, “Ülke olarak atmosfere 526 milyon ton sera gazı salımı yapıyoruz. Madencilik sektörü burada ilk onun içinde. Oysa daha madencilerden henüz iklim krizi diye bir şey duymadık” dedi.
Çığlığımızı duyun
Yatağan İkizköy’den gelen bir kadın yurttaş, “Köyümüz kaderine terk edilmiş durumda. Sondajlar vurulduğundan bu yana sularımız kalmadı. Her gün iki kere patlatılan dinamitlerle depremi de yaşıyoruz. Bacalardan çıkan dumanı, pisliği anlatamam. Çocuğum nefes alamıyor. Ormanlar elimizden alınmaya çalışılıyor. Zeytincilikle geçiniyorduk şu an bir tane bile zeytinimiz kalmadı. Eşim 2 yıldır ilaç kullanıyor, insan içine çıkamıyor. Ankara’ya kadar gittik ama sesimiz duyulmadı. Sessiz çığlığımız var. Dedelerimizin topraklarını parayla satmak istemiyoruz, inatla zorla elimizden almaya çalışıyorlar. Şu anda zehir soluyoruz” diye yurttaşlara seslendi.
EKOLOJİ SERVİSİ