12 Aralık seçimlerinde İşçi Partisi’nin aldığı yenilginin adını koymaya hasar tespitiyle başlayalım.
2017’deki son seçimi kerteriz alırsak, Muhafazakar Parti’nin oylarını sadece yüzde 2 artırdığını fakat İşçi Partisi’nin kaybının büyük olduğunu görüyoruz. Oyları yüzde 8 gerileyen parti 203 sandalye ile 1935’den bu yana en zayıf ana muhalefet oldu. Jeremy Corbyn ilk değerlendirmesinde “Seçimi Brexit meselesi yüzünden kaybettik, manifestomuz yüzünden değil” dedi.
2016’daki Brexit referandumundan AB’den ayrılma kararı çıkınca konu, hem Muhafazakarları hem de İşçi Partisini iki kampa ayırmıştı. Seçmeni, ağırlıkla ayrılma yanlısı olan Muhafazakar Parti, oy kaybını göze alarak referanduma bağlı kalma ve Brexit’i uygulama tutumunu benimsedi. Parti liderliğini bu yaz devralan Boris Johnson’un, daha da ileri gidip “gerekirse anlaşmasız çıkarız” diyerek oynadığı siyasi kumar ise, üç yıldır devam eden belirsizlikten bunalan seçmenleri cezbederek oya dönüşmüş görünüyor.
İşçi Partisi liderliği ise Brexit konusunda taraf olmama çabasının ve partiyi bir arada tutma kaygısıyla mesajını sık sık değiştirmenin bedelini ödemiş oldu.
Parti, kamucu programını ve sosyal adalet önceliklerini tartıştırmayı başardı ama Brexit engeline takıldı. Anketler, partinin bu konuda kararsızlık olarak algılanan tutumunun, hem Brexit yanlısı hem karşıtı tabanda oy kaybına neden olduğunu gösteriyor.
Sonuçta İşçi Partisi’nin “kızıl duvarı”nda, yani dünya yıkılsa yine İşçi Partisi’ne oy vereceği düşünülen işçi kasabalarında, partinin Brexit yanlısı yaklaşık 800 bin seçmeni Muhafazakarlara oy verdi. Yüzbinlerce İşçi Partisi seçmeni de aynı nedenle sandığa gitmedi. Öte yandan partinin Brexit karşıtı bir milyon seçmeni de AB yanlısı diğer partilere kaydı.
Acaba Brexit konusunda net bir tutum belirlese partinin şansı artar mıydı? Belki, ama zor çünkü AB karşıtlığı konusunda sağın çok güçlü oluşu, AB yanlılarının ise dört partiye bölünmesi, parti için hayırlı sonuç vermesi çok zor bir konjonktür oluşturuyordu.
O zaman şunları sorabiliriz: Brexit meselesi nasıl seçmenin gerçek sorunlarından ve somut çıkarlarından daha etkili olabildi? Son kırk yılın neo-liberal ekonomik politikalarının ceremesini en çok çeken kesimler, neden ezilenleri kollama sözü veren partiye değil de 8 yıldır mali krizin faturasını kendilerine ödeten Muhafazakarlara oy verdiler?
İşçi Partisi adına Brexit oylarının ağırlıkta olduğu 8 kasabada, yüzlerce kapı çalarak seçim çalışması yapan sosyolog Eyal Z. Clyne’ın izlenimleri bazı ipuçları veriyor:
“Bu seçmenler için mesele, Brexit’in iyi veya kötü olması değil. Referandumla ortaya koydukları iradenin çiğnendiğini, kimsenin kendilerini dinlemediğini düşündükleri için çok öfkeliler. İşçi Partisi’ni, metropollerde yaşayan, AB yanlısı, tuzu kuru, elit bir kesimin yönettiğini düşünüyorlar” diyor ve muhtemelen Corbyn’i de bu kliğin bir parçası olarak gördüklerini ekliyor.
Bu satırlar bir ruh halini anlatıyor ama geniş emekçi kesimlerinin AB’den ayrılmaya bu kadar umut bağlamasında önemli rolü olan yabancı işçi alerjisi ve İngiliz milliyetçiliğinin, en altta kalanları “organik” partisinden nasıl kopardığını anlayabilmek için daha gerilere gitmek gerekiyor.
Guardian yazarı Arditya Chakrabortty, bunun için 1980’lerin başlarına Margaret Thatcher yıllarına dönmek gerektiğini söylüyor:
“Madenler, imalathaneler, çelik fabrikaları, tersaneler birer birer kapandı. Onlarla birlikte solcu sendika temsilcileri, işçi dayanışma ağları, onların sesi olan yerel gazeteler, bütün bir işçi sınıfı kültürü de yok ediliyordu. İçinde en ufak bir işçi sınıfı politikleşmesi barındıran ne varsa dümdüz edildi. Bugün bu bölgelerden geriye kalan, patronların işçilerini itip kaktığı iş yerleri, güvencesiz saatlik, günlük işler, sosyal yardımla yaşamaya çalışan insanlar.”
Anlatılan yoksullaşma ve sesini kaybetme sürecinde, oluşan boşluk, öfke ve isyan, medya tekelleri tarafından beslenen sağ popülizme ve kabartılan İngiliz milliyetçiliğine kanalize oldu. İşsizlikten, hastanelerin, okulların yetersizliğinden, hükümetlerin değil göçmenlerin ya da bazen AB’nin sorumlu tutulduğu bu söylem 97’de işbaşına gelen Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi yönetimi tarafından da kullanışlı bulundu. Parti o dönem o kadar sağa kaydı ki sağ popülizmin taşıyıcısı Sun gazetesinin desteğini almayı bile başardı.
İşçi Partisi, örgütsel ve ideolojik bağları bu süreçte kopan, gönül bağını da son seçimde koparan seçmeni geri kazanabilmek ve sınıfın bütün unsurlarını biraraya getirebilmek için ne yapabilir?
Partinin yönetimini, istifa edecek olan Corbyn’den kimin devralacağı bu soruya verilecek yanıtları şekillendirecek. Seçim nedeniyle buza yatırılan parti içi rekabet ve husumetler yenilgi ardından canlandı. Hatta partinin sağ kanadının, Corbyn’in devreden çıkacak olmasından duyduğu sevinci gizlemediği görülüyor. Fakat dört yıldır parti teşkilatında güçlenen ve dinamik taban örgütleri ve geniş bir üye kesimi tarafından desteklenen Corbyn çizgisi liderlik yarışında iddialı.
Bu süreç uzamadan ve parti sağa kaydırılmadan sonuçlanır ve seçim tecrübesi iyi okunabilirse, yenilgi yeni bir başlangıca dönüşebilir. Önceliği sermayeyi korumak olan bir iktidarın yöneteceği Brexit sürecinde, Britanyalı emekçilerin, ezilenleri birleştirecek etkili bir muhalefete çok ihtiyacı olacak.