El birliği ile Kanal İstanbul hamlesi konuşuluyor. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yeniden öne sürülmesine katkı sürüyor. Ana akım medyanın görevi bu zaten, biliyoruz artık. Ekranda ana haberlerde siyasi yaptırıma konu neyse onu sanki demokratik koşullarda irdelercesine, konuyu bir övüp bir yererek, tartışma programlarına çoğu erkek, hepsi taraftar, bir seri kendine uzman diyenleri çıkararak konuşturmak ve halkın, varsa itirazını, olumluya çevirmekle görevli iktidar medyası her zamanki gibi görev başında. Buna günübirlik siyaset yapanlar da eklendi, tanıtım sürüyor. Yıllardır kuzey ormanları altüst edilirken bırakın karşı durmayı ve itirazı, yapılanları yadırgamayan pek çok muhalefet partili bu günlük tanıtım kampanyasında yerini çoktan aldı.
Her dinlediğinde akıl nasıl bu kadar tutulur, hep beraber nasıl bu kadar günlük siyasi girdapta yok olabiliyoruz diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Yıllardır oynanan bu oyun hayata son hız geçerken katliamı, planındaki ekonomi politiğini, siyasi stratejisini görmeyip kaç metre derinlik, kaç tane ağaç, acaba ÇED raporunda, şirket ve devlet ne der diye nasıl hala merakla konuşabiliyoruz anlamak zor. Bu hayatın içinde olup körlüğün aklı bu denli tutsak eyleyişine akıl erdirmek çok zor. Durum buysa birlikte kaybolduk, düşünmekten gerçeği görmekten birlikte vazgeçtik sanırım. Referandum talebi bu girdabın, akıl tutulmasının üst boyutu olsa gerek.
Bu aymazlıkların yaşandığı günümüzde, Bizler; ekolojiyi politik perspektifle tartışanlar, araştıranlar, ekoloji mücadelesi vermeye çalışanlar 2018 yılının başında, kuzey ormanlarının, kuzey su havzalarının başına gelmekte olanları, gelecekleri tartışıp bugün yaşadığımız siyasi tanıtım kampanyasının önüne geçmeye çalışmıştık, ÇMO (Çevre Müh. Odası) İstanbul şubesinin koordinasyonunda kapitalizmin krizlerini çözümlemeyi kendine siyasi amaç eylemiş iktidarın kuzey ormanlarında yapmaya çalıştığı mega projeleri, bu projelerin yaşamın katili olacağını, katliamın geri dönüşümsüz olacağını, bu projelerin nasıl kolektif siyasi planlamalar olduğunu ve AKP başkanının eline mikrofonu, sözlerine ezberleri alıp çılgın hayallerinden bahsettiği zamandan (2011 yılı 27 Nisan’dan) itibaren İstanbul’un kuzeyinin ormanları, tarım alanları, kıyıları, Küçükçekmece Lagünü ve derelerinin çevresi, Terkos Barajı’nın, diğer mega katliam projeleri ile birlikte satışa çıkarıldığını ve yapılaşmaya açıldığını duyuran raporu yayınlamıştık.
O günden bugüne değişimleri birlikte yaşadık, ama hiçbirimiz tüm çabalarımıza rağmen bu katliama ve yıkıma engel olamıyoruz. Çünkü sadece konuyu ısıtıp ısıtıp önümüze koymuyorlar, amaçladıkları yapılaşmayı hızla hayata geçiriyorlar. Küçükçekmece Lagün Havzası; farklı disiplinden arkadaşımla (çevre mühendisliğinde üniversite, yüksek lisans öğrencilerinden, çevre bilimlerinde, uzaktan algılamada, sosyolojide, jeofizikte, modellemede, fiziko-kimyada, biyo-kimyada, akışkanlar mekaniğinde -su ve dip çamuru hareketliliğinde-) sucul ekosistemi ve su havzasının yaşamsal etkilenmesini araştırdığımız on yılı aşkın süre irdelediğimiz bir bölge. 2000’li yılların başından planlandı havzanın/Kanal İstanbul’un 3. Havalimanı 3. Köprü mega projelerinin kuzey ormanlarını yapılaşmaya açması. 2004 yılında kentsel dönüşüm hamlesi, Küçükçekmece Belediyesi’nin koordinasyonunda “uzman”lar tarafından konferanslarda bu havza da tartışılmaya başlandı.
Ardından yasa çıkarıldı Küçükçekmece Lagün Havzası’nda binalar hızla dönüşmeye başladı. 2011 Kanal tanıtımından, havalimanının ve 3. Köprünün hayata geçirilmesinden sonra bu dönüşümün ederi, şirketleri krizlerinden kurtarmaya yetti ve aştı bile. Artık kuzey ormanlarının, suyun beslenme alanlarının akiferlerin büyük bir kısmı yok, orada yaşayan canlılar yok, Karadeniz’in kıyıları dolduralarak çoktan değişti. 3. Havalimanı yapımında yitirdiğimiz işçileri yaşama geri getirmemiz mümkün değil. Yaşam geri dönüşümsüz yıkılırken katledilirken; projeci iktidar faşizmi inşa ede ede varlığını sürdürmekte, Küçükçekmece Lagün Havzası’na dalan şirketler devlet yetkisine de kavuşarak, sermayesini hızla arttırmakta. Ormanlarla birlikte, tarım alanları, Durusu ve Dana Mandra sucul sistemleri de emlakçılarda satışta. 300 liralardan onbinlerin üstünde alıcı bulmakta. 2000’lerde başlayan katliam sürmekte.
Bu katliam yaşamın, yaşam alanlarının geleceği, yüzlerce yılın belleği/uygarlık izleri hiçe sayılarak ne İstanbul, ne Türkiye, ne Balkan ve Rusya halklarının oylayacağı karar vereceği/onaylayacağı bir konu değildir. Yaşamı, yaşam alanlarını/ekosistemleri katleden, katledecek olan sermaye projeleri referandumla sınanamaz. Çıkalım artık bu girdaptan.