Toplamda 150’den fazla insanın yaşamına mal olan 19 AralıkCezaevi Katliamı’ndan yaralı olarak kurtulan dönemin tutukluları, şimdi ortak çatı altında dayanışmalarını sürdürüyor. Sorumlular hakkında açılan göstermelik davalarda ise keyfilik aldı başını gidiyor
Yadigar Aygün
Türkiye genelinde 90’lı yıllar toplumsal mücadelenin yükseldiği zamanlardı. 1989 bahar eylemlilikleri, 1991 yılı Zonguldak madenci yürüyüşü, aynı süreçte kamu emekçilerinin ve öğrenci gençliğin hareketi diğer yanda Kürt coğrafyasında serhıldanların yükselişi vardı. 1990’lı yılların sonunda ise devlet artık F tipi uygulamasına geçişte kararlı görünüyordu. Bu planların gerçekleştirilebilmesi için ilk prova 1999 yılı eylül ayı sonunda Ulucanlar Cezaevi’nde uygulandı. Devlet dışarıda işkence, yargısız infaz, zorla kaybetme biçiminde batıda kendini gösterirken, Kürt illerinde ise köy boşaltma ve yakma, faili meçhuller şeklinde devam ediyordu. İktidar, yaşanan bu baskılara ve işkencelere karşı çıkan devrimcileri yükselen muhalif birer ses olarak gördüğü için cezaevlerinde katliam planlarını hayata geçirdi.
F tipi cezaevlerine geçiş kararının alındığı 2000 yılında, koğuş sisteminden hücre tipi sisteme geçme planına karşı çıkan siyasi tutuklular, taleplerini 19 maddede toplayıp süresiz açlık grevine başlamıştı. 20 Ekim’de başlayan açlık grevi, iktidarda bulunan DSP-MHP-ANAP koalisyonunun bu taleplere yanıt vermemesi üzerine ise 45. gününde ölüm orucuna dönüştürülmüştü. Bu eylem üzerine ‘Hayata Dönüş’ adı altında 20 cezaevine dönük operasyon kararı alındı. 19-22 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve gardiyan görev aldı. İçeriği bilinmeyen kimyasallar, el bombaları ve 20 bini aşkın gaz bombasının kullanıldığı bu operasyonlar sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Bu katliamın ardından devam eden ölüm oruçlarında ise içeride ve dışarıda 122 kişi daha yaşamını yitirdi. Yine 600’ün üzerinde tutuklu, operasyonlar sırasında ve ölüm orucuna dönük müdahaleler sonucu bedenlerinde kalıcı hasar olan WernickeKorsakoff hastalığına yakalandı, hafızalarını kaybetti.
‘Hayata Dönüş Operasyonu’ndan sağ kurtulanlar o gün olduğu gibi bugün de mücadeleye devam ediyor. O dönemi yaşayanlar, Wernike-Korsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Ağı’nı kurdu. İstanbul Halıcıoğlu’nda 7 yıl önce kurdukları Yaşam Evi’nde o gün nasıl birbirlerini canı pahasına korudularsa, bugün de birbirine tutunarak mücadele ediyorlar. Yaşam Evi’nde kültürel ve sanatsal faaliyetler yürütüyorlar. 19 Aralık Katliamı’nda ha yatta kalanlar ve davanın avukatı Gülizar Tuncer ile konuştuk.
‘Yüzde 98 ölüyüm’
Bu operasyonlar öncesinde hükümetin IMF ile yaptığı stand-by anlaşmasını hatırlatan, o dönemde Bursa Cezaevi’nde tutuklu olan Ömer Ünal, cezaevlerine yapılan operasyonların toplumu baskı altına almak ve muhalif sesleri susturmak için yapıldığını belirtti. Ünal, operasyonla sadece F tipine geçiş hedeflenmediğini asıl amacın Türkiye devrimci hareketini yok etmek olduğunun altını çizdi. Ünal, “Devlet koğuş sistemini ortadan kaldırarak dayanışmayı ve örgütlü mücadeleyi yok etmek istedi. F tipi cezaevlerinin amacı siyasi tutukluları kişiliksizleştirmek, toplumdan soyutlamak ve izole etmekti. Bizim, o dönemde ölüm orucundan başka kendimizi savunacak bir şeyimiz yoktu. Operasyonun olacağını biliyorduk. Öncesinde barikat kuralım dedik. Ama cezaevinde ne barikatı kurabilirsiniz ki? Binlerce, asker, gardiyan, binlerce mermiyi, bombayı, helikopteri, iş makinaları kullanılarak operasyon başlattı. Çatılar delinerek gaz bombaları atılmaya başlandı. İnanılmaz bir saldırı vardı. İlk olarak hissettiğimiz yoğun bir gaz bombası oldu. Gazdan çok etkilenmiştik. Nefes alamıyorduk. Koğuşlardaki küçük pencerelerden nefes almaya çalışıyorduk. Alev yoktu ama yanıyorduk. Dışarıdan içeriye ateş edildi. Çok sayıda mermi ve gaz bombası bedenimizde kullanıldı. Direniş kırıldığında teker teker hücreye götürüldük. Edirne F Tipi Cezaevi’ne götürüldüm. Gaz bombasının etkileri haftalarca sürdü. Katliam sonrasında bizlere zorla tedavi uyguladılar. Zorla tedavi edilmemden kaynaklı vücudumda geri dönüşümsüz olarak hasarlar ortaya çıktı. Wernike-Korsakofflu olarak yaşamımı sürdürmek zorunda kaldım. Yüzde 98 engelliyim. Yıllarca fizik tedavi görmek zorunda kaldım. Tedaviler işe yaramayınca bıraktım. Tek başıma hayatımı idame ettiremiyorum. Sokağa tek başıma çıkamıyorum. Katliamın sonucu olarak yüzde 98 ölüyüm, yüzde 2 yaşıyorum” dedi.
‘Sorumlular emri verenler’
Uzun yıllardır davanın avukatlığını yapan Gülizar Tuncer de katliamın Türkiye devrimci hareketinin önde gelen isimlerini yok etmek üzere merkezi olarak yapıldığını kaydetti. Tuncer, devletin imha politikası olarak operasyonda bütün imkanlarını ve işkence yöntemlerini kullandığını vurguladı ve ekledi: “Operasyondan sonra müdahale planlarında biz gördük ki çok önceden planlanmıştı. Sanıklar, ‘şimdiye kadar görmediğimiz el bombaları vardı’ itirafında bulundu. Katliamda ağır sonuçları olan yüksek kinetik enerjiye sahip silahlar kullanıldı. Dava dosyasındaki deliller bunu ortaya koydu. Fosfor bombasına benzeyen ama hala ne olduğu tespit edilemeyen kimyasallar kullanıldı. Bilirkişi raporlarında kapalı alanda kullanılması yasak olan, öldürücü nitelik taşıdığı bilindiği halde sayısız gaz bombasının atıldığı ortaya çıktı. Kadınlar koğuşuna yukarıdan delinerek atılan kimyasallar kadınların diri diri yanmasına neden oldu. Ağzı, burnu ve vücudu eriyen insanlar oldu.” Davaların en başından itibaren faillere cezasızlık üzerine kurgulandığının altını çizen Tuncer, baştan sonucu belli olan bir yargılama olduğuna işaret etti. Tuncer, “Katliamdan sonra cezaevlerinin ilgili yerlerinin mühürlenmesini talep ettik. Bu talepler reddedildi. Balistik incelemeler ve raporlarda ölümlerin yakılarak, kimyasallarla, ateşli silah mermisi kullanarak devlet güçleri tarafından gerçekleştiği açıkça ortaya kondu. Fakat bugüne kadar kimse cezalandırılmadı. Sağ kalan müvekkillerimize isyan ve mala zarar verme suçlamasıyla dava açtılar. Operasyonda olan bazı askerlere yıllar sonra dava açılabildi. Hukuksuzluk ve keyfi bir dava süreci var” dedi.
Cesetlerin üzerinde oynadılar
Yetkililerin delilleri karartarak yok ettiğini aktaran Tuncer, “Normal koşullarda olay yeri korunur, muhafaza edilir. Ancak deliller suç işleyenler tarafından toplandı ve yok edildi. Suç işleyenler delil toplama işine dahil edilebilir mi? İnsan vücutlarından kurşunları çıkarmaya çalıştılar. Cesetler üzerinde oynama yaptılar. Bunlar raporlarla belgelendi. Pek çok insanın cesedi kömür yığını halinde ve tanınmayacak haldeydi. Katliam çok çok ağır bir kara tabloydu. Bu ülke tarihinde çok derin izler bıraktı. Cezaevlerinde bugün bu boyutta olmasa da operasyonlar hala devam ediyor. Benzer süreçler yaşanıyor. Devletin keyfiliği, hukuksuzluğu boyutuyla baktığımızda işkenceci katliamcı gelenek devam ediyor. En son Bakırköy Kadın Cezaevi’nde yaşananlar bunun bir örneğidir” değerlendirmesi yaptı.
AİHM kararlarında devletin sorumluluğunun açıkça ortaya konulduğuna değinen avukat Gülizar Tuncer, “Sadece dava dosyasındaki mevcut deliller bilirkişi raporları, otopsi sonuçları, tanıkların ve sanıkların anlatımı suçu ortaya koyan kanıtlar. Suç açıkça ortaya konmuşken cezasızlık yoluna gidiliyor. Olayın bütün askeri ve siyasi sorumluları hakkında dava açılmasını istemiştik. Fakat dava bile açılmadı. Dava açmazlar çünkü bu devlete dava açmak demek. Devlet kendi suçunu ortaya koyacak bir şey yapmaz. Orada o gün bulunan askerlere dava açıyorlar. Onlar da ‘hatırlamıyorum’, ‘orada değildim’, ‘dış güvenlikteydim’ gibi yalanları söylüyorlar. Esas olayın sorumluları bu işe karar veren, talimatı ve emri veren Bülent Ecevit, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı ve tüm Bakanlar Kurulu üyeleridir. Genelkurmay da sorumludur. Bu suçların işlenmesine ortam ve olanak hazırlayanlar, bu ortamı yaratan devletin kendisi tartışmasız. Devlet eliyle gerçekleşen bir katliam. Devletin örgütlü mücadeleyi cezaevinde ve dışarıda yok etmek için yaptığı bir imha politikası aslında” ifadelerini kullandı.
‘Diri diri yaktılar’
O dönemde İzmir Buca Cezaevi’nde tutuklu olan Ulaş Göktaş, F tipi cezaevlerinin ve tecrit koşullarının bir işkence yöntemi olduğunu vurguladı. Hücre tipi cezaevlerine geçiş yönteminin dayanışmayı ve örgütlü mücadeleyi bitirmek için yapıldığını belirten Ünal, “Toplumu zapturapt altına almak için cezaevlerinde katliam planları gerçekleşti. Katliam sonrasında hapishanelerin durumu daha da kötüye gitti. Katliamda Buca Cezaevi’nde ölüm orucundaydım. O güne ilişkin hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda Yeşilyurt Devlet Hastanesi’ndeydim. 5 dakika daha hastaneye yetişmemiş olsaydım doktor öleceğimi söylemişti. Zorla müdahale sebebiyle bedenimde yüzde 97 kalıcı hasar oluştu. Toplu halde yaşam hakkımız engellenerek F tipi hapishanelere gönderildik. Hayat kurtarma operasyonu insanları katlederek, diri diri yakarak yapılmaz. Asıl failler hala yargılanmadı. AİHM burjuva hukuku işletiyor. Bize zarar verenlere para cezası veriyor. Bedenimize verilen zararın karşılığı para ile ölçülemez. Bütün failler yargılanmadıkça adalet yerini bulmayacaktır” diye konuştu.
İşkence yaptılar
O dönemde Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu bulunan Fikret Karavaz ise Ulucanlar Cezaevi’ne yapılan operasyonun ‘Hayata Dönüş Operasyonu’nun hazırlık provası olduğunu söyledi. Karavaz, “Devrimcileri cezaevlerine doldurmaya çalışıyorlardı. Operasyonda tutukluluklara rastgele tarama yöntemiyle ateş edildi. Tutukluları hücrelere götürüp işkence yaptılar. Tutuklu İsmet Kavaklıoğlu’nun odun kesme testeresi ile boğazı kesildi. 10 kişi hayatını yitirdi” dedi.
‘F tipinde bile ürettik’
Karavaz, devletin F tipi cezaevleri ile siyasi tutuklular üzerinde hedeflediklerine ulaşamadıklarına dikkat çekerek, “F tipi cezaevlerinde, en ağır koşullarda devrimciler üretmeye devam etti. F tipi cezaevine geçtikten sonra kitap okumayı hiç bırakmadık. Kültür ve sanat faaliyetlerine devam ettik. Devrimcileri baskılama stratejileri boşa çıktı. Toplumun üzerinden tanklar geçti. Cezaevlerinde 19 Aralık Katliamı gibi pek çok katliam yapıldı. Fakat devrimci mücadelenin yükselmesini engelleyemediler. WernikeKorsakofflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Ağı’nı kurduk. Herkese ulaşamasak bile yılda 10 gün birlikte tatil yapıyoruz. 19 Aralık anmasını her yıl düzenliyoruz. Yaşam evimizi kurduk. Burada kültürel ve sanatsal faaliyetler yürütüyoruz” diye konuştu