İnsanoğlu varoluşundan beri kendisiyle birlikte bir ahlak anlayışını da beraberinde getirmiştir. İnsanların bir arada yaşamasını olanaklı kılan hep ahlak olmuştu/olmuştur. İnsan, büyümesi ve gelişmesiyle birlikte yaşamını idame ettirebilmek için bir meslek arayışına girmiş. Gerek varoluşundan beri süre gelen ahlaki yapısı, gerekse edindiği meslekten aldığı bir ahlaki ilkesi vardır. Burada dikkat çekmek istediğim nokta ise, “Vardır” yüklemi ve bu kelimenin dili geçmiş zaman kipinin olmasıdır. Çünkü dünyada gelişen teknoloji bilimi, iktidarın eline geçmesiyle birlikte bilimi, toplum üzerinde bir tahakküm ve istismar aracına dönüştürerek, nasıl bilimi parçaladıysa, beraberinde toplumu parçaladığı gibi mesleklerinde içeriğini boşaltıp, yeni tanımlamalar oluşturdu. Örneğin bir doktorun Hipokrat yemininden tutalım bir gazetecinin olaylara objektif yaklaşımı, bir hâkimin adalet adına uygulanmış olduğu terazi vb sayabiliriz. Bu saydığım birkaç mesleğin ne ırkı, ne dini ne de benimsemiş olduğu düşüncenin etkisinde kalma gibi bir şansı yoktur. Ama bugün gelinen aşamada ise, her bir mesleğin kendi özünden kopmuş, ya da kopma noktasına geldiğini görebiliyoruz. Egemen zihniyet hiç olmadığı kadar mesleklerin çerçevesini belirlemiş ve kendilerini bu çerçevede devam ettirebiliyor. Egemenlerin meslekler için belirlemiş olduğu çerçevenin dışında hareket edenler adata hedef haline getiriliyor, şeytanlaştırılıyor ve öcüleştiriliyor.
Bilindiği gibi dünyada yaşanan ekonomik, siyasi ve toplumsal krizler yaşanırken hiçbir devlet kendini bu krizin dışında tutacak bir güce sahip değildir. Bugün gerek Türkiye, Ortadoğu ve Kürdistan hem yoğun hem de tarihi bir süreçten geçiyor. Bu süreçte, basın her zamankinden daha fazla önemli bir görev ve misyon üstleniyor. Bugün bu görevi ne kadar yapabiliyor? İşin hakkını verebiliyor mu? Görevini yapmıyorsa neden yapamıyor?
Dünyadaki devlet rejimlerinin her biri demokrasi, hukuk ve ifade özgürlüğü alanlarında kendilerine toz kondurtmuyorlar. Bunlardan biri yaşadığımız ülke Türkiye’dir. Ama hakikatler bunu söylemiyor. Bir ülkenin demokrasisinden tutalım ekonomisine kadar hepsi ifade özgürlüğü ile parelerdir. Ne kadar demokrasi varsa, ekonomisi ne kadar gelişmişe ifade özgürlüğü alanlarında o kadar gelişmiştir. Birbirini tamamlayan bir zincirin halkası gibidirler.
Bugün bu ülkede basın ne kadar bağımsız ya da ne kadar egemenlerin tekelindedir? Yüzde 95’inin iktidarın elinde olduğu aşikâr, kalan yüzde 5’lik dilimse her devlette olduğu gibi baskı altındadır. Bu nedenle bu yüzde 5’lik dilim halkın sesini ne kadar duyurabiliyor? Tarih boyunca egemenler gerek topluma gerek özelde basın çalışanlarına şunu dayatmıştır; ya bana itaat edeceksiniz, ya da 3 maymunu oynanıp bertaraf olacaksınız.
Peki bu duruma gelmesi tesadüf mü? Diye insan kendi kendine sormadan edemiyor. Türk basın tarihine bakıldığında aslında tarih sayfaları az çok ne olup bittiği hakkında bizlere bilgi veriyor. Bugünkü basın tarihi geleneği Bab-ı Ali isyanında şekillenmiş olup, günümüze kadar gelmiştir. O dönem basın üzerinde sansür ve baskı, dönemin padişahları tarafından alınan kararlarla şekillendiriliyordu. Bugünkü aynı uygulama, bir kişinin iki dudağı arasında vereceği bir karara bağlı. Aradan asırlar geçmesine rağmen ‘basın üzerinde hiç mi bir gelişme yaşanmadı’ demeden edemiyor insan. Zaman içerisinde imparatorluk yerine cumhuriyet rejimi geldiyse de basın alanında özünde olumlu bir gelişme yaşandığını söylemek pek mümkün değil. Bununla beraber gelişen kapitalizmle birlikte basın, elit bir grubun hakimiyeti alına girmiş ve akabinde gerçek amacından sapıp kâr endüstriyalizmi haline gelmiştir. İki telli basın olarak isim değiştirse de özünden bir şey kaybetmemiştir.
Bugün de hayatımızda basının asıl amacı yaşanan olaylarla halk arasındaki köprü görevini görmesidir. Ama maalesef basının gelinen aşamada halkla arasında hiçbir bağı kalmamıştır. Medya iktidarların propaganda aracı haline gelip, gerçek gündemi saptırma görevi üstelenmiş durumda. Ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal krizleri görmemek için havuz medyası kırk takla atıyor. Sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi.
Gerçek gündemin peşinde olan, boyun eğmeyenlerde ya cezaevindeler ya da emniyet, adliye ve mahkeme koridorlarında baskı altındalar. Söylenen şeyin özü şudur; ya benim gibi düşünüp yazacaksın ya da sana ne çalışma olanağı tanırım ne de çalışma izni veririm. Bu yüzden 120’den fazla gazeteci cezaevinde, yüzlercesi mahkeme salonlarında ceza alma ile karşı karşıya.
Peki bu ülkede gazetecilik mesleğini kim ya da ne şekilde yapılacağına kim karar veriyor? Benim bildiğim kadarıyla basın, demokrasi ile yönetilen rejimlerde, iktidardan bağımsız ve özerk bir yapıya sahip sivil toplum kuruluşlarıdır. Ama bu ülkede basın hiç özgür olmadığı için kimin gazeteci olup olmadığına hep iktidarlar karar veriyor.
Geçmişte imparatorluk dönemde padişahlar, bugün ise demokrasi ile yönetildiği iddia edilen iktidarlar. Hatta iktidarlar hukuku kuşatma altında tutup kendi emelleri ve çıkarları için günübirlik ilkelere imza attığını, gazeteci Deniz Yücel’den biliyoruz.
İktidar basın için böyle bir karar verebiliyorsa o zaman ülkedeki yargı bağımsızlığı nereden kaldı. Hukukun üstünlüğü ve hukuk devletini nereye koyacağız? Aynı zamanda hukukun evrensel bir yönü de var. Yani iktidarlar gerek basın için gerek diğer meslekler için bir karar verme yetkisine sahip değildirler. Ama bu ülkede basın, iktidar ile yargı arasında bir ikilemde yaşamaktadır. Mesala Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığım dosyada, mahkeme beni gazeteci olarak görüyor, kabul ediyor ama siyasi iktidar bunu inkâr ediyor. Hatta siyasiler yargıya müdahil olabiliyorlar.
3 yıldır üzerinde çalışılan yargı reformu adı altında bir paket çıkarıldı. Ama yargı reformunun ilk günden bu yana bir oyalama ve taktik olduğunu, içinin boş çıkacağını tahmin ediyordum. Ve tahminlerimde yanılmadım. Çıkarılan pakette ifade özgürlüğü alanı genişledi diye yaygara koparıldı. Paketten sonra ise bırakalım ifade özgürlüğü alanının genişlemesini, daha da daralttı. Madem paketle birlikte özgürlük alanları genişledi, neden Nedim Türfent Yargıtay’dan ceza aldı, Ziya Ataman’a yerel mahkeme tarafından ceza verildi? Cumhuriyet gazetesi yazarları, Yargıtay cezayı bozmasına rağmen yerel mahkeme ceza vermeye diretiyor. Ya da Kasım ayında Mezopotamya Ajansı muhabiri Ruken Demir ile Jinnews muhabiri Melike Aydın neden tutuklandı? Bu saydıklarımın hepsi yaptıkları haberlerden dolayı içerideler. Cumhuriyet gazetesi yazarları hariç.
Tutuklu bulunan gazeteciler arasında olanlardan biri de benim. 5 Aralıkta 3. yılımı tamamladım. Benim tutuklanmam ve akabinde verilen cezanın iddianamesi trajikomikti. Hakkımda hazırlanmış olan iddianamenin içeriği hepsi gazetecilik vasıfları doğrultusundadır. Yaptığım haberler, haber kaynaklarımla yaptığım telefon görüşmeleri, yaşanan olaylarda TV’ye bağlanmam her biri birer suç delili sayılmış. Yaşanan olayların şeffaflığı ortaya çıkarılması gerekiyorken bu olayların yıldönümü anmasına katılan, sosyal medyada paylaşım yapan veya haberi yazan ceza alıyor. Ceza aldığım dosya bu hadiselerden ibarettir.
Sonuç olarak tekrardan yazının başına dönersek yani ahlak- basın ilişkisine, bölgede bunca olaylar yaşanırken havuz medyası 3 maymunu oynanarak basın ahlakından yoksun kalmıştır. Sürekli masa başında ve patronların azami kâr hırsından bir milim taviz vermeyerek haber üreten bir basın, kara leke olarak karşımıza çıkmakta. Basının asıl amacı, halktan yana ve tarafsızlık ilkesine korumak iken, bunlar tüm ilkeleri ters yüz ettiler. Peki basında var olan ahlakla ne kadar bağdaşıyor bu yaptıkları? Bir bu yanı var.
Bir de özgür basın geleneğinden gelen, tüm baskılara rağmen ve hemen hemen her hafta bir muhabirinin emniyet, adliye ve mahkeme koridorlarında baskılara karşı direnen özgür basının temsilcileri var. Basının ahlak ilkelerinden taviz vermeyen, her ne kadar ** küçük bir topluluk da olsa canları pahasına bu mesleği nasıl daha iyi yapabiliriz çabası içinde olan ve bu mirasa sahip çıkan özgür basın, bu halkın sesi kulağı olmuştur.
Bir yandan bir Fırat Üniversitesi’nde Gazetecilik bölümü okurken bir yandan da böylesi kutsal bir basında çalışıyordum. Gerek bölgede yaşanlar karşısında, okuduğum bölüm itibari ile basın ahlakının olması, gerek çalıştığım özgür basın ahlakı, gerekse insanın ahlaki ve vicdani olarak yaşanlara karşı seyircisiz kalmazdım. Bu nedenle bir yanı tehlikelerde dolu olsa bile halkın ne hissettiğini ne yaşadığını ve hangi zorluklar çektiğine sessiz kalan havuz medyasına karşı oraya gitmem, hem insani hem ahlaki bir görevdi. Bu nedenle okula bir dönem ara verdim.
Evet, havuz medyası bölgeler arası ayrımcılık yaparak bölgedeki yaşananları hep görmezden geldi. Özgür basın da onlara inat gerçekleri karanlıkta bırakmayacak. Hangisi daha ahlaklı, havuz medyası mı ya da özgür basın mı?
*KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı Muhabiri
Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi